Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1030 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 12507 - Esas Yıl 2008





MAHKEMESİ: BAKIRKÖY 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ: 19/02/2008NUMARASI: 2007/467-2008/64Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, miras bırakanları A.Ko.'nun 19 parsel sayılı taşınmazdaki 60/110 payı, mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı şekilde davalı oğlu A.ye temlik ettiğini, A.nin kayınpederi İ., İ.ın da diğer davalılara muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescili isteğinde bulunmuşlardır.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davalı A.'ye yapılan temlikin gerçek satış olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . . .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteklerine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan A.'in malik olduğu çekişme konusu 19 parsel sayılı taşınmazın tamamı adına kayıtlı iken, 60/110 payını 23.5.2000 tarihinde satış suretiyle oğlu davalı A.ye temlik ettiği, A.nin de bu payı, 09.08.2001'de kayınpederi davalı İ., İ.'ın da 10/110 payı üzerinde bırakarak; 20/110 payı 25.3.2004 de davalı C.'e, 30/110 payı ise 21.5.2004 de davalı H.'a yine satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacılar, miras bırakanın oğlu davalı A.'ye yapmış olduğu temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı; yine sonraki intikallerinde muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olaya gelince; miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, davalı oğlu Ali tarafından bakımının yapıldığı ve ihtiyaçlarının karşılandığı, miras bırakanla davacı çocuklarının ilgelenmedikleri, davalı oğlu A.'nin borçlarının olduğu, alım gücünün olmadığı, temlikte gösterilen satış bedeli ile keşfen belirlenen gerçek değer arasında aşırı fark bulunduğu, satış bedelinin ödendiği yolundaki savunmanın ispatlanamadığı dosya kapsamı ile sabittir. Belirtilen bu olgularla yukarıda değinilen ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakanın davalı A.ye yapmış olduğu temlikteki gerçek iradesinin satış olmayıp bağış olduğu, bir başka ifadeyle muvazaalı olduğu kabul edilmelidir.Diğer taraftan, 2. el durumundaki İrfan'ın ise; taşınmazı ilk edinen A.'nin kayınpederi olup, muvazaalı işlemi bilen ve bilmesi gereken konumunda bulunduğu ve onun dahi ediniminin korunamayacağı açıktır.Nitekim; iyiniyet savunmasında bulunan son kayıt maliklerinden C.ve H.'ın bu savunmalarının doğrulanması halinde, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacakları kuşkusuzdur. Ancak, mahkemece bu yönde yeterli bir araştırma yapılmış değildir.Bilindiği gibi; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. O halde; davalı İrfan hakkındaki davanın kabulüne; diğer davalılar C. ve H. yönünden ise; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde iyiniyet araştırması yapılması, bu konudaki soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucuna göre; davalılar C.ve H.n diğer davalılarla el ve işbirliği içinde oldukları ve taşınmazı edinimlerinde iyiniyetli olmadıklarının anlaşılması halinde haklarındaki davanın kabulüne, aksi takdirde reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturmayla yetinilmek suretiyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Davacıların, temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.1.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.