MAHKEMESİ : KONYA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/12/2012NUMARASI : 2010/576-2012/558Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi,Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davalı taşınmazı kayda güvenerek iyiniyetli olarak satın aldığını, satıcısı S V'ye banka aracılığı ile 38.000 lira ödeme yaptığını, taşınmaz kaydındaki haciz ve ipotek bedellerini de ödeyeceğinin kararlaştırıldığını savunmuş, mahkemece, davalının kötüniyetli olduğunun ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan Ö..E..'ün 06.09.2008 tarihinde vefat ettiği, mirasçıları olarak davacı eşi K..K..'den olma oğulları diğer davacılar M.. ve İ..ile dava dışı oğlu M.. ve 05.10.2010 tarihinde ölen oğlu H.ı çocukları S.. V.. ve Ö.. F..'un kaldıkları,mirasbırakanın maliki olduğu çekişme konusu 138 parsel sayılı taşınmazını 14.03.1995 tarihinde oğlu H.'ya; ondan 07.08.2008 tarihinde torunu S..V.ye;ondan da 22.10.2010 tarihinde üçüncü kişi davalı R.'e satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Somut olaya gelince; miras bırakan Ö..'in en küçük oğlu H.. ile birlikte yaşadığı,miras bırakanın taşınmaz mal satmaya ihtiyacının olmadığı, H..'nın ve onun oğlu S.. V.nin alım gücünün bulunmadığı dosya kapsamı ile sabittir.Belirlenen bu olgular,yukarıda açıklanan ilkelerle değerlendirildiğinde, miras bırakan Ö..'in oğlu H..'ya, H.'nın da oğlu S..V.'ye yapmış olduğu temliklerin bedelsiz ve diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucunu ortaya koymaktadır, esasen bu yön mahkemenin de kabulündedir.Son kayıt maliki davalı R..'in durumuna gelince; dinlenen tanık beyanlarından R..'in ilk el H..'nın oğlu ikinci el S..V..'nin kardeşi Ö.. F..un iş arkadaşı olduğu ve taşınmazı hiç tasarruf etmediği anlaşılmaktadır. Her ne kadar, davalı R.., satıcısı S..V..ye banka aracılığı ile 15.11.2010 tarihinde 38.000,00 TL ödeme yaptığını savunmuş ise de, bu ödemenin dava dilekçesinin 12.11.2010 tarihinde tebliğinden sonra gerçekleştiği gözetildiğinde, muvazaalı işlemin gizlenmek amacıyla yapıldığı açıktır. Bunun yanında, taşınmaz çok sayıda haciz ve ipoteklerle yüklü olduğu görülmektedir; bir kimsenin haciz ve ipoteklerle yükümlü olarak taşınmaz satın alması da hayatın olağan akışına ters düşer. Bu durumda, son kayıt maliki davalı R.in, muvazaalı işlemi bilen, bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu, başka bir ifade ile iyiniyetli olmadığı dolayısıyla Türk Medeni Kanununun 1023. maddesi koruyuculuğundan istifade edemeyeceği açıktır. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davacılar vekilinin, temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.6.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.