MAHKEMESİ : İZMİR 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 22/01/2013NUMARASI : 2009/479-2013/26Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar taraf vekillerince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü Aslı dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, birleşenen dava ise tazminat isteklerine ilişkindir.Mahkemece, asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacı, 8.10.1999 da noterde düzenlenen vekaletname ile davalı Y..i vekil tayin ettiği, 9.5.2001 tarihli resmi akit ile çekişme konusu 12 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümde davacının payının dava dışı üçüncü kişiye, 10.3.2005 tarihinde ise 5 nolu parseldeki 4 nolu bağımsız bölümdeki davacının payının davalı S..'ye vekil tarafından satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, miras bırakanın ölümü nedeniyle veraset ve intikal işlemlerinin yapılması için davalı Yasemin'i vekil tayin ettiğini, ancak vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak yukarıda anılan taşınmazlar ile birlikte Büyükşehir Belediyesi yaş sebze halindeki 54 nolu dükkan ve murise ait 1997 model Opel Astra otomobilin aynı vekaletname ile satıldığını ileri sürerek asıl davada 4 nolu bağımsız bölüm yönünden tapu iptal ve tescil, birleşen davada ise diğer temlikler nedeniyle tazminat isteğinde bulunmuştur.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 506/2. maddesi) "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece hüküm kurmaya yeterli araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Miras bırakanın 17.9.1999 tarihinde ölümü ile mirasçı olarak eşi davalı S.ile evlatlığı olan davacının kaldığı, davacının davalı S..'nin önceki eşinden çocuğu olup, muris tarafından evlat edindiği, vekil Y..'in ise davalı S..'nin diğer çocuğu olduğu sabittir.Davacı ve davalı S..'nin, Belediye halindeki 54 nolu dükanın murise ait 1/2 payına ilişkin ortaklıktan ayrılmak istediklerini belirtir 30.12.1999 tarihli dilekçelerinin bulunduğu ve 1.500,00 TL nın Vakıflar Bankası Buca Kavaklıdere şubesine yatırıldığına dair dekont suretinin varlığının belediye hal müdürlüğü ile yapılan yazışmadan anlaşılmakta isede, mahkemece anılan paranın kimin tarafından çekildiği araştırılmamıştır.Öte yandan, murise ait otomobilin plakasının yanlış belirtilmesi nedeniyle trafik kayıtlarına da ulaşılamamıştır.Hal böyle olunca, mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda araştırma ve incelemenin yapılması, dosyada dekont sureti bulunan Vakıflar Bankası Buca Kavaklıdere şubesine yatırıldığı bildirilen 1.500,00 TL paranın kimin tarafından çekildiğinin, ayrıca doğru plakanın belirlenerek murise ait olduğu iddia edilen otomobilin devrine ilişkin kayıtların getirtilmesi, tüm delillerin birlikte değerlendirilip asıl ve birleşen davaya konu temliklerin aynı vekaletle gerçekleştirilğide gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.