ÖZET: MUVAZAA, İRADE İLE BEYAN ARASINDA BİLEREK YARATILAN UYUMSUZLUK OLUP, TARAFLAR ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİ ALDATMAK AMACIYLA GERÇEK İRADELERİNE UYMAYAN, ARALARINDA HÜKÜM VE SONUÇ DOĞURMAYAN BİR GÖRÜNÜŞ YARATMAK İÇİN ANLAŞARAK, ASLINDA BİR SÖZLEŞME YAPMA İRADESİ TAŞIMADIKLARI HALDE GÖRÜNÜŞTE BİR SÖZLEŞME YAPMAKTADIRLAR. VEYA GERÇEK İRADELERİNE UYGUN OLARAK YAPTIKLARI SÖZLEŞMEYİ İRADELERİNE UYMAYAN GÖRÜNÜŞTEKİ BİR SÖZLEŞME İLE GİZLEMEKTEDİRLER. HER İKİ HALDE DE GÖRÜNÜŞTEKİ SÖZLEŞME GERÇEK İRADELERİNE UYMADIĞINDAN, TABANDAKİ SÖZLEŞME DE TAPULU TAŞINMAZLARDA ŞEKİL KOŞULLARINI TAŞIMADIĞINDAN GEÇERSİZDİR.MUVAZAA NEDENİYLE GEÇERSİZ SÖZLEŞMEYE DAYANILARAK BİR TAŞINMAZIN TAPUDA TEMLİKİ YAPILMIŞSA BU TESCİL YOLSUZ BİR TESCİL HÜKMÜNDEDİR. TAPUDA YAPILAN TEMLİK VE TESCİLLER İLLİ İŞLEMLER OLDUĞUNDAN TAPUNUN DAYANAĞI SÖZLEŞME GEÇERSİZ İSE TAPU KAYDININ DA İPTALİ GEREKİR.ÇEKİŞME KONUSU TAŞINMAZIN DAVACI TARAFINDAN ESKİ EŞİ OLAN DAVALIYA SATIŞ SURETİYLE TEMLİK EDİLDİĞİ, DAVACININ TAŞINMAZI EVLİLİK BİRLİĞİNİ SAĞLAMAK AMACIYLA BEDELSİZ DEVRETTİĞİ DAVACI TARAFINDAN İBRAZ EDİLEN YAZILI SÖZLEŞMENİN MUVAZAALI İŞLEMİN BELGESİ OLMAYIP TAŞINMAZIN EVLİLİĞİN TEMİNİ İÇİN DAVALIYA MEHİR OLARAK VERİLDİĞİNE DAİR DÜZENLENEN BİR BELGE OLDUĞU VE BOŞANMA DAVASINDA DA BU YÖNDE DEĞERLENDİRİLDİĞİ ANLAŞILMIŞTIR. MEHİR SÖZLEŞMELERİ BU GÜN İÇİN DE GEÇERLİDİR. MEHRİ MÜECCEL, İLERİYE YÖNELİK BİR BAĞIŞLAMA VAADİDİR. KOCA DIŞINDA ÜÇÜNCÜ BİR KİŞİNİN DE BAĞIŞLAMA VAADİ GEÇERLİDİR. ANCAK, BU DURUM ÜÇÜNCÜ KİŞİ YARARINA BORÇ ALTINA GİRME OLMAYIP, BAĞIŞLAMA VAADİDİR. BAĞIŞLAMA VAADİNİN GEÇERLİLİĞİ YAZILI OLMA KOŞULUNA BAĞLIDIR. TAŞINMAZIN SİCİL KAYDI DA DAVALIYA İNTİKAL ETTİRİLMİŞTİR. TEMLİKİN GERÇEKLEŞTİRİLME NEDENİNİN MEHİR OLDUĞU, DAVANIN İRADEYİ SAKATLAYAN BİR SEBEBE DAYALI AÇILMADIĞI, MUVAZAAYA İLİŞKİN İDDİANIN DA YAZILI BELGE İLE KANITLANAMADIĞI GÖZETİLEREK DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLMESİ GEREKİR.(4721 s. MK m. 6, 1025)(1086 s. HUMK m. 288, 290, 293)(818 s. BK m. 110, 238)Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu 19 parsel sayılı taşınmazını evlilik birliğini sağlamak amacıyla davalıya satış suretiyle bedelsiz devrettiğini, şiddetli geçimsizlik nedeniyle davalıdan boşandığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, iddiaların yersiz olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, temliki işlemin tarafların gerçek iradesine uygun yapılmadığı, muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; tetkik hakiminin raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava; tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 19 parsel sayılı taşınmazın davacı tarafından bizzat 03.09.2008 tarih 1384 yevmiye nolu akitle eski eşi olan davalıya satış suretiyle temlik edildiği, davacının taşınmazı evlilik birliğini sağlamak amacıyla bedelsiz devrettiğini, bu konuda 03.09.2008 tarihli belgenin düzenlendiğini, davalının kusurlu eylemleri nedeniyle boşandıklarını, taşınmazın iadesi gerektiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı görülmektedir.Mahkemece, temliki işlemin muvazaalı olduğu benimsenerek sonuca gidilmiştir. Bu durumda davacının kendi muvazaalı işlemine dayandığı, hukuki ilişkinin delili olarak da 03.08.2008 tarihli belgenin ibraz edildiği açıktır.Bilindiği üzere, muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa). Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla sözleşme yapsınlar, görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşme de tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir.Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen BK’nın 18. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözönünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir.Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanun’un 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır.Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb’an dava açan kişi Medeni Kanun’un 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı Kanun’un 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.Somut olaya gelince; değinilen ilkeler gözetildiğinde davacının iddialarının 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı bir belge ile kanıtlanması zorunludur. Oysa davacı tarafından ibraz edilen 03.09.2008 tarihli sözleşme muvazaalı işlemin belgesi olmayıp taşınmazın evliliğin temini için davalıya mehir olarak verildiğine dair düzenlenen bir belge olduğu ve boşanma davasında da bu yönde değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; mehir kocanın evlenme sözleşmesi anında ya da devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde kadına belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesidir.Medeni Kanun, evlenme sözleşmesi sırasında karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaad edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır. Bu nedenle, eski hükümlere göre kurulmuş mehr, Medeni Kanun tarafından yasaklanmış bir hukuki ilişki olarak kabul edilemez (02.12.1959 günlü 14/30 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi). Mehr sözleşmeleri bugün için de geçerlidir (Örnek: Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 25.10.1965 günlü, 4557/5028 sayılı kararı).Mehri müeccel, ileriye yönelik bir bağışlama vaadidir. Koca dışında üçüncü bir kişinin de bağışlama vaadi geçerlidir. Ancak, bu durum, Borçlar Kanunu’nun 110. maddesinde yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp, Borçlar Kanunu’nun 238. maddesinde düzenlenmiş bağışlama vaadidir. Bağışlama vaadinin geçerliliği, yazılı olma koşuluna bağlıdır. Esasen taşınmazın sicil kaydı (mülkiyeti) da davalıya intikal ettirilmiştir (BK m. 238/1). (4. HD 18.02.1985 - 1984/9153 E., 1985/1223 K.; YKD 1985 Sayı sh. 802). Bu durumda değinilen ilkeler çerçevesinde iddia ve buna ilişkin olgular birlikte değerlendirildiğinde anılan olguya değer verileceği kuşkusuzdur (BK 238/son).O halde, 03.08.2008 tarihli belgeye göre temlikin gerçekleştirilme sebebinin mehir olduğu, davanın iradeyi sakatlayan bir sebebe dayalı açılmadığı ve buna bağlı sair bir istekte bulunulmadığı, muvazaaya ilişkin iddiasının da yazılı belge ile kanıtlanamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi uyarınca) 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.