MAHKEMESİ : GAZİANTEP 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 28/02/2013NUMARASI : 2011/512-2013/108Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, sahtecilik hukuksal nedeniyle yolsuz tescile dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 260 parsel sayılı taşınmaz davacıya ait iken 21.01.2010 tarihinde ilk el konumundaki dahili davalı M.D.a satış suretiyle temlik edildiği, M. tarafından da davalı A.'a 10.02.2010 tarihinde devredildiği, halen ikinci el konumundaki davalı A..'ın taşınmazın maliki olduğu, davacının satış işleminden bilgisinin olmadığı ve sahte işlemlerle satışların gerçekleştirildiği iddiasıyla eldeki davayı açtığı görülmektedir.Gerçektende, taşınmazın ilk el konumumdaki Mehmet'e satılmasına ilişkin akitte tapu müdürünün ve akdi kontrol eden memurların imzaları ile tasdik mührünün yer almadığı gibi akitteki imzanın davacıya ait olmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Buna göre illetten yoksun hale gelen ilk kaydın geçerli bir hukuki sebebe dayalı olmadığından yolsuz tescil hükmünde olduğu tartışmasızdır.Davalı A.'ın iyiniyetli olduğu gerekçesi ile davanın reddine ilişkin mahkeme gerekçesine gelince;Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Türk Medeni Kanunu'nun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince; ikinci el konumunda olan davalının, koşullarının varlığı halinde TMK.nun 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanacağı kuşkusuzdur. Ancak, satışların kısa süreler içerisinde yapıldığı, taşınmazın akit değeri ile gerçek değeri arasında fahiş fark bulunduğu ve davalı A.ın 01.06.2011 tarihinde kolluk tarafından alınan beyanında, “soyadını bilmediği emlakçılık işiyle uğraşan M.a isimli şahıs vasıtasıyla taşınmazı aldığını, tapu müdürü ile samimi olması nedeniyle onun odasında satış aktini imzaladığını, satıcıyı hiç görmediğini, taşınmazın bedelini ise M.isimli şahsa verdiğini” belirtmiş olması karşısında, anılan akdin karşılıklı birbirlerine uygun iradelerin birleşmesi ile yapılmadığı, akdin unsurlarından olan satış bedelinin bizzat satıcıya veya vekiline değilde vekil veya temsilci sıfatı olmayan M. isimli emlakçılık işiyle uğraşan şahsa ödendiği sonucuna varıldığına göre, davalı A.'ın TMK'nın 1023.maddesine göre iyiniyetli olduğuna söylebilme imkanı yoktur.Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yanılgılı değerlendirmeyle davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir.Davacı vekilinin, temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.