Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 10185 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 12200 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : İZMİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 12/07/2012NUMARASI : 2009/231-2012/271Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 18.06.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat T. O.ile temyiz edilen davalı T.Ö.ve vekili Avukat N.D.geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz edilen davalı T.A.P.vekili Avukat gelmedi yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi M.A.tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Getirtilen kayıt ve belgelerden, davaya konu 25 sayılı parseldeki 18 numaralı meskenin davacılardan T. B.adına kayıtlı iken, 06.04.2009 tarih, 07077 yevmiye sayılı vekaletname ile vekil kıldığı davalı T..tarafından 07.05.2009 tarihli resmi akitte 39.000TL bedelle diğer davalı Temel'e satış yoluyla devredildiği görülmektedir.T.ve eşi M. 22.05.2009 tarihinde eldeki davayı açarak tapunun iptaliyle T.adına tescilini istemişler; yargılama sürerken T.'in ölümü üzerine mirasçıları olan eşi ve çocukları davayı devam ettirmişlerdir.Mahkemece, davacı M.yönünden husumet yokluğundan, diğer davacılar yönünden de esastan davanın reddine karar verilmiştir.Gerçekten de, garafoloji uzmanından ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporlar sonucunda, vekaletnamedeki imzanın davacı T.'e ait olduğu tespit edildiğinden, sahtecilik iddiasına dayalı davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.Davacıların diğer temyiz itirazların gelince; dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada vekâletnamenin hile ile alındığı ve kötüye kullanıldığı iddiasına da dayanıldığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümleri, vekâlet sözleşmesini büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayandırır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca, vekâletnamenin hile ile alındığı ve kötüye kullanıldığı iddiası bakımından yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırma ve değerlendirme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken, anılan iddianın araştırma ve değerlendirme dışı bırakılması doğru değildir. Kabule göre de, davacı T.in ölümüyle mirasçı sıfatını kazanan eşi M.yönünden davanın husumetten reddedilmesi de isabetsizdir. Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına, 18.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.