MAHKEMESİ : BEYOĞLU 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/02/0012NUMARASI : 2000/299-2001/71Taraflar arasında görülen davada;Davacı, 1598 ada 3 parsel sayılı taşınmazın nam-ı müstear ve muvazaa tarıkiyle Asadar oğlu Kapril adına kayıtlı iken, davalı idare tarafından malikin mirasçısız öldüğünden bahisle hükmen Harameyn Şerefeyn Vakfı adına tescilinin temin edildiğini, oysa nam-ı müstearın mirasçısız öldüğünden sözedilemeyeceğini, bu taşınmazın Eşhası Hükmiye Cetveli ve 1936 beyannamesinde yer aldığını, aynı kişi adına tescilli başka taşınmazlar bakımından verilen emsal ilamların nam-ı müstear ve muvazaa konusunda kesin hüküm teşkil ettiğini ileri sürüp, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, hak düşürücü sürelerin geçtiğini, muvazaa iddiasının doğru olmadığını, dava konusu taşınmazın mahlulen vakfı adına hükmen tescil edildiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Davacı Balat Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi Vakfı, dava konusu 1598 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 16 Şubat 1328 Tarihli Yasa uyarınca vakfın tasarrufunda bulunduğunu, buna ilişkin muvazaa cetvelinde 1936 tarihli beyannamede vakıf malı olarak yer aldığını ileri sürerek, iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Mahkemece, 3432 Sayılı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü süreden sözedilerek davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazın kadastroca A... oğlu K... adına tespit edilerek, komisyonun 13.1.1950 tarihli kararıyla "... tapu kaydı ile adı geçen uhdesinde olduğu ve Müdevver defterde Ermeni Kilisesi akarı 10140 şerhinin bulunduğu ve postaya hiçbir ilgili tarafından müracaatla beyanname verilmediği ve uzun süreden beri Balat'ta kaim Ermeni Kilisesi tarafından kiraya verildiği posta yazısından anlaşılmış ve İstanbul Grubu Tapu Sicil Müdürlüğü'nden cevaben gelen yazıda Eşhası Hükmiye Kanunu gereğince kilise tarafından verilen beyannamede 4-8 nolarla ahırı müstemil bir bağ hane olarak yazıldığı bildirilmiş ise de, şimdiye kadar ne rızaen ve ne de hükmen kaydının tashihi ile kilise namına bir kayıt tesis edilmediği ve Tapu Kanunu gereğince belge dahi getirilmediği anlaşılmış olduğundan tapu kaydı hükmünün aynen muhafazası ile Kapril veledi Asadar adına tespitine ve bir muamele vukuunda defterdarlık makamı ile Beyoğlu Vakıflar Müdürlüğü'ne yazılan 12.12.1949 tarih ve 3077 sayılı yazı cevabının araştırılacağının beyanlarda gösterilmesine..." karar verildiği, bilahare davalı idare tarafından hasımsız açılan tapu iptali ve tescil davası sonucunda Beyoğlu 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.3.1996 tarih 23-243 sayılı ilamıyla, "...çekişmeli 1598 ada 3 parselin kayıt malikinin veya varislerinin hayat ve mematları hakkında bilgi bulunmadığı..." gerekçesiyle, " 1598 ada 3 parselin tapu kaydının iptali ile Haremeyn Şerefeyn Vakfı" adına tesciline dair verilen kararın 2.5.1996 tarihinde kesinleştiği, 1.2.1999 tarihinde de imar uygulaması görerek 2955 ada 3 parsel olarak adı geçen vakıf adına kaydedildiği, taşınmazın vergisinin ise davacı vakıf tarafından ödendiği anlaşılmaktadır.Bilindiği gibi; 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesi uyarınca, tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere, tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.Hemen belirtmek gerekir ki, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 1.maddesi gereğince kadastronun amacı, taşınmazların geometrik ve hukuki durumunu belirlemekten ibarettir. Her nekadar, kadastro sırasında taşınmazın tespiti kişi adına yapılmış ise de, yapılan araştırmada tespit malikinin muhayyel kişi olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu nedenle, yasanın amacına uygun bir tespit yapıldığını, malik hanesinin usulen doldurulduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Bu durumda, yöntemine uygun bir tespit tutanağı düzenlendiğinden sözedilemeyeceği için olayda 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesinin uygulama yeri bulamayacağı kuşkusuzdur.Öte yandan, vakfiye hükmündeki 1936 tarihli beyannamede çekişmeli taşınmazın yer alıp almadığı da saptanmış değildir.Bilindiği üzere; vakıf,çok eski devirlerde bir din kurumu olarak ortaya çıkmış,geliştirilmiştir.İnsanların vakıf yoluyla sonraki nesillere iyi bir ad bırakmaları her devirde takdirle karşılanmıştır.Toplum yararına kullanıldığı sürece vakıf insanlığa büyük yararlar sağlamıştır.Hristiyanlıkta da vakıf yoluyla hizmetlerin kamu yararına yerine getirilmesi benimsenmiştir.(dr. Suat Bertan,Ayni Haklar Cilt 1,Sayfa 75) Esasen müslüman kişilerin müslüman olmayan ihtiyaç sahiplerine,müslüman olmayan kişilerin de muhtaç durumdaki müslüman kişilere mallarını vakfetmeleri geçerli sayılmıştır.(Ömer Hilmi,Ahkamül Evkaf,Mesele 57)Davaya,konu ve benzeri cemaat vakıfların padişah fermanı (buyruğu) olarak emri mahsusa ile kuruldukları,vakfiyelerinin bulunmadığı bir gerçektir.Anılan vakıf türlerinin iki yoldan geliştiği ilk olarak bağımsız bir vakıf kurulduğu, sonra da kurulu vakfa mal özgülendiği, böylece ana vakfın mal varlığının çoğaltıldığı bilinen bir olgudur.Genellikle İstanbul’un belli semtlerinde ana vakıf niteliğinde büyük bir hayri yada dini vakıf kurulmuş,aynı cemaat hizmetinin görülmesine tahsis edilen diğer kurumlarda ana vakfın tüzel kişiliğine bağlanmışlardır.Ana vakfı emri mahsusa olarak ortaya çıkaran padişah fermanları,genel içerik taşımamış,belli ve muayyen yer yada yerlere hasredilmiştir.Söz konusu irade cemaatlerin kuruluş zamanları itibariyle dini ve hayri işlevlerini özgürce yerine getirmelerine olanak tanımak şeklinde anlaşılmalı ve bu sınırlar içerisinde düşünülmelidir.”irade-i mahsusanın” genişletilmesi günümüz mer-i hukukuna göre mümkün değildir.1924 tarihli Lozan Sözleşmesinin 42. maddesinde öngörülen vakıflar ile dini ve hayri kurumların işlevlerinin değinilen sınırlar gözetilerek güvence altına alındığı da kabul edilmelidir.Söz konusu, vakıflara tüzel kişilik tanınması üzerine cemaat ve hayır kurumlarına ait malların adlarına kayıt edilmesi için yasayla bir süre tayin edilmiştir. Bu süre,11.9.1329 (1913) tarihli kanunla 6 ay uzatılmış;takiben 25.2.1329 (1913) tarihli kanun ile tekrar 6 ay süre tanınmış,en son Emval-i Gayri Menkulenin Tasarrufu Hakkındaki 30.3.1329 (1913) tarihli kanunun 4. maddesi ile iki yıl süre verilmiştir.5.6.1935 tarihinde yürürlüğe giren Vakıflar Kanununun hükümet gerekçesinde ve yasanın 1. maddesinde cemaatlerce idare olunan vakıfların “mülhak vakıf” olduğu açıklanmıştır.Yasanın geçici (muvakkat) maddesiyle mevcut cemaat vakıfları için onları idare edenlere Vakıf Genel Müdürlüğünce beyanname verme yükümlülüğü getirilmiştir.Vakfiyesi olmayan cemaat vakıflarının 1936 yılında verilmiş beyannamelerinin taşınmaz mal varlıklarını belli etme ve sonradan mal edinme bakımından “vakıfname” niteliğinde kabul edilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu itibarla bu tür vakıfların 1936 tarihinden sonra,nedeni ne olursa olsun taşınmaz mal edinemeyeceklerine ilişkin görüşler günümüze kadar uygulamaya yön vermiştir.Ne varki, Avrupa Birliğine uyum çalışmaları nedeniyle kabul edilen 4771 ve 4478 Sayılı Yasalar,1936 tarihli beyanamede yer almayan malların da edinilebilmesi yolunu açmış,ancak bu imkanı kurallara ve koşullara bağlamıştır.4778 Sayılı Yasanın 3. maddesi “ cemaat vakıfları,vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dini,hayri,sosyal,eğitsel,sıhhı ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler” hükmünü getirmiş,ikinci fıkrasında “bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esasların Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini” açıklamıştır.4928 Sayılı Yasanın 2. maddesi ise “cemaat vakıflarının bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten (15.7.2003) itibaren onsekiz ay içerisinde 2762 Sayılı Yasanın birinci maddesinin yedinci fıkrası uyarınca tescil isteğinde bulunabileceğini” bildirmiştir.Yasa hükmünde sözü edilen ve 24.1.2003 tarihli Resmi Gazete de yayınlanan “ cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmeleri,bunlar üzerinde tasarrufta bulunmaları ve tasarrufları altında bulunan taşınmaz malların bu vakıflar adına tescil edilmesi hakkındaki yönetmelik” yukarıda izah edilen amaç ve kapsamı belirlemiş,2762 Sayılı Yasanın 1. maddesine dayanılarak hazırlanan 4. maddesinde edinilebilecek taşınmaz malların kapsamının “.... satın alma,vasiyet,hibe ve sair yollar...” biçiminde olacağı; 5. maddesinde “başvurunun Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılacağı belirtilmiştir; a,b,c,d,e bentlerinde istenecek belgeler sayıldıktan sonra 6. maddesinde “başvurunun gerektiğinde ilgili bakanlık,kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak yetkili Daire Başkanlığının görüşü ile birlikte,Vakıflar Genel Meclisince inceleneceği ve koşulların oluşması halinde vakfa yetki belgesi verileceği” öngörülmüştür. Yönetmeliğin anılan hükümlerinin yerine getirilmesi ve vakfın yetki belgesi alabilmesini sağlayacak olan işlemlerin idari nitelikte bulunduğu açıktır.Hal böyle olunca, mahkemece öncelikle davacı vakfın belirtilen biçimde bir başvurusunun bulunup bulunmadığının saptanması, başvurusu yok ise yukarıda anılan düzenlemeler doğrultusunda başvuru imkanının tanınması, davacı vakıf adına tescilde yasal olanak bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve sonucunun beklenmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.10.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.