Hukuk Genel Kurulu 2013/1183 E. , 2014/960 K.
"İçtihat Metni" MAHKEMESİ : Gemlik 1. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 11/12/2012NUMARASI : 2012/625-2012/796
Taraflar arasındaki “hukuka aykırı olarak elde edildiği ileri sürülen
ses kayıtlarının kullanılması nedeniyle manevi tazminat” davasından
dolayı yapılan yargılama sonunda; Gemlik Asliye Hukuk Mahkemesince
davanın kısmen kabulüne dair verilen 08.12.2010 gün ve 2009/295 E.,
2010/822 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından
istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.06.2012 gün ve
2011/4664 E., 2012/10806 K. sayılı ilamı ile; (...Dava, hukuka
aykırı olarak elde edildiği ileri sürülen ses kayıtlarının kullanılması
nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece,
davalıların eylemlerinin suç teşkil ettiği ve davacının manevi zararının
sabit olduğu; ancak, davacının da bölüşük kusuru bulunduğu belirtilmek
suretiyle kısmen kabul kararı verilmiş; hüküm, davalılar tarafından
temyiz edilmiştir. Dosya kapsamından, davalılardan B.. K..'in
gözlükçü olarak işyerinin bulunduğu; davacının da göz doktoru olduğu ve
hastaları ailesine ait işyerlerine yönlendirdiği iddia edilerek
davalılardan B.. K..'in de aralarında bulunduğu kişiler tarafında
şikayet dilekçesi verildiği, bunun üzerine; davacı tarafından haksız
şikayet hukuksal nedenine dayalı olarak tazminat davası açıldığı,
yargılama aşamasında eldeki davaya konu kayıtların delil olarak
sunulduğu anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde, sunulan
kayıtların hukuka aykırılık oluşturup oluşturmadığı irdelenmelidir.
Konuya ilişkin olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.06.2011 gün ve
2010/5-187 E – 2011/131 K sayılı kararında da: "Kişinin kendisine karşı
işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak bir daha kanıt elde etme
olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı
ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması
halinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur." denilerek delil
amaçlı ve kişinin kendisine yönelen eylemler nedeniyle ses kaydı
yapılmasının hukuka uygun olduğu kabul edilmiştir. Somut olay,
yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde dava konusu edilen
eylemin hukuka aykırı olmadığının kabulü ile istemin tümden reddi
gerekirken bir bölümünün kabul edilmiş olması kararın bozulmasını
gerektirmiştir.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,
yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda
direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme
kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar
okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, hukuka aykırı olarak elde
edildiği ileri sürülen ses kayıtlarının kullanılması nedeniyle manevi
tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın kısmen
kabulüne dair verilen karar davalılar vekilinin temyizi üzerine, Özel
Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece
önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davalılar vekili temyize
getirmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen
uyuşmazlık; davalılardan Berrin’in davacı ile aralarındaki hukuk
davasında delil elde etmek üzere diğer davalılara davacı doktor ile
yaptıkları görüşmeleri gizlice kaydettirip dosyaya sunması karşısında
yapılan bu eylemin hukuka aykırı olup olmadığı, diğer bir deyişle
davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı noktasında
toplanmaktadır. Öncelikle elde edilen bir delilin hangi durumda
hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulünün gerektiğinin
değerlendirilmesi gerekmektedir: Hemen belirtilmelidir ki, 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 01.10.2011 tarihinde
yürürlüğe girmesinden önceki dönemde, hukuka aykırı olarak elde edilen
delillerin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir
düzenleme bulunmamakta; konu öğretide yer alan bilimsel görüşler ve
yargısal uygulama ile şekillenmekteydi. 01.10.2011 tarihinde
yürürlüğe giren HMK’nun “ispat hakkı” başlığını taşıyan 189. maddesinin
2. fıkrasında yer alan; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller
mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz” hükmü ile
açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü
olamayacağı kabul edilmiştir. Böylece ispat hakkının delillere
ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri
sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde
edilmiş olması esası getirilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, hukuka
aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından
bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle,
yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin
mahkeme tarafından re’sen göz önüne alınması ve delilin her ne surette
olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi
halinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz
olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi
benimsenmiştir. Bu yasal düzenleme öncesinde, hukuki nitelendirme
açısından, öğretide nasıl bir yaklaşımın benimsendiğinin irdelenmesinde
de somut olay yönünden yarar vardır: Berkin, usulsüz veya kanunsuz
yahut hukuka aykırı yoldan elde edilmiş delile dayanılarak hüküm
verilemeyeceği; örneğin posta memuru ile anlaşarak ele geçirilmiş ve
mahkemeye sunulmuş olan başkalarına yazılmış mektupların veya evli
erkeğin ilişki kurduğu ve ileride evlenmek istediği kadına yazdığı
mektupların çalınarak boşanma davasında delil olarak kullanılmasının
caiz olmadığı, görüşündedir (Necmettin M. Berkin, Tatbikatçılara Medeni
Usul Hukuku Rehberi, İstanbul 1981, s.734). Üstündağ, hukuka aykırı
yollardan elde edilmiş olan delillerin değerlendirilmesi konusunda usul
kanunumuzda bir hüküm bulunmadığını belirtmekte; sesin gizlice banda
alınması halinde buna daha sonra bir ispat vasıtası olarak dayanmanın
mümkün olduğunu açıklamaktadır. Örnek olarak Alman Mahkemesinin kararı
alınarak, bu karara göre, insan seslerinin konuşanın muvafakati
olmaksızın tespiti kişilik haklarına bir saldırı olmakla beraber, gizli
ses almayı haklı kılan nedenlerin mevcudiyeti halinde bu şekilde bir
tecavüze müsaade edilmesi gerektiğinin kabul edildiğini belirtmektedir.
Alman Mahkeme kararına esas teşkil eden olayda evli kadın, kocasına
defalarca hakaret etmiş ve bütün bunları da mahkemede inkâr edeceğini de
ilave etmiştir. Bunun üzerine koca açmayı tasarladığı boşanma davası
için bu sahneleri teybe almıştır (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama
Hukuku, C.1-II, İstanbul 2000, s. 267, 762). Pekcanıtez’e göre,
kişilik haklarının, özel yaşam alanı ve sır alanının ihlali sonucu elde
edilen teyp bandı, fotoğraf, çalınmış veya el konulmuş aşk mektupları
delil olarak değerlendirilemez. Hukuka aykırı olarak elde edilen delilin
değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda da geçerli olan
dürüstlük kuralı esas alınarak karar verilmeli ve bu konuda her somut
olayda, o olayın özelliğine göre değerlendirme yapılmalıdır. Bu konuda
ihlal edilen kanun hükmü ile ispatlanmak istenen menfaat arasında amaca
uygunluk hususu da esas alınmalıdır. Diğer taraftan gizli şekilde ele
geçirilen tüm deliller hukuka aykırı delil olarak nitelendirilmemelidir.
Örneğin bir telefon görüşmesinde, telefondaki ses yükseltici veya
ikinci bir dinleme aleti sayesinde tarafların söylediklerinin duyulması
sonucu yapılan açıklamalar ve bu konudaki tanıklık geçerli olmalıdır.
Kişilik hakkının ihlali sonucu elde edilen delilin kullanılmasına hakkı
ihlal edilen kişi izin verirse bu delil mahkemece kullanılabilir
(Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku, 2. Bası, Ankara 2001, s.
390 vd.). Adı geçen yazarların 6100 sayılı HMK’nun yürürlük
döneminde yayımladıkları eserlerinde de; hukuka aykırı yollardan elde
edilen deliller, anayasada teminat altına alınmış olan temel hakların ya
da özel yaşam alanının veya kişilik haklarının ihlal edilmesi suretiyle
elde edilmiş ise, mahkemede delil olarak değerlendirilmemesi
gerektiğini belirtmektedirler. Öncelikle, bu görüşün Anayasanın 38.
maddesinin 6. fıkrası gereği olduğunu ifade etmeliyiz. Çünkü bu fıkrada
düzenlenen hukuka aykırı yollardan elde edilen delillerin mahkemede
delil olarak değerlendirilemeyeceği hususu sadece ceza usul hukukunda
geçerli değildir. Aksine medeni usul hukuku bakımından da aynen geçerli
olmalıdır. Bu nedenle hukukumuz bakımından değerlendirme yapılırken
Anayasanın 38. maddesinin 6. fıkrası esas alınmalıdır. İkinci olarak,
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 189. maddesinin ikinci fıkrasında, hukuka
aykırı yollardan elde edilmiş olan delillerin mahkeme tarafından bir
vakıanın ispatında delil olarak dikkate alınamayacağı açıkça belirtilmiş
ve böylelikle özel hukuk uyuşmazlıklarında da hukuka aykırı yollardan
elde edilen delillerin kullanılması yasaklanmıştır. Günümüzde her
ne pahasına olursa olsun maddi gerçeğe ulaşmak savunulamaz. Aksi halde
hukuk devletinde mahkemeler hukuka aykırı yollardan elde edilen
delilleri değerlendirerek onlar da hukuka aykırı davranmış olurlar.
Hukuka aykırı delili kullanmak hukuka aykırı davranışa katılmak
demektir. Hukuka aykırılık, hakkı ihlal edilen kişiye tazminat
ödenmesiyle giderilemez. Bu durum bile bile hukuka aykırı yollardan elde
edilen delilleri kullanmayı mümkün kılmaz. (Pekcanıtez/Özekes/Atalay,
Medeni Usul Hukuku, 13. Bası, Ankara 2012, s. 586, 587).Ayrıca,
hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda
01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü
olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı Ceza Yargılamaları Usulü Kanunu
(CMUK)’nda gerekse de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)’nda açık
düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 254/2. maddesinde
“koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller
hükme esas alınamaz.” denilmiş; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
“Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi” başlıklı 206. maddesinin 2.
fıkrasının (a) bendinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna
aykırı olarak elde edilmesi halinde reddolunacağı” düzenlenmiştir.
Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan
haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizli alanı dediğimiz ve sadece
bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Hayatın bu
gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu, kim, nasıl
ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun söz konusu delil ceza
mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira hayatın gizli alanı bir
delil elde etme yasağı teşkil eder (Bahri Öztürk, Yeni Yargıtay
Kararları Işığında Delil Yasakları, Ankara 1995, s. 116 vd.).
Yargısal uygulamada somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar
olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde
edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele
alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde kabul
edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda
olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu
görülmektedir. Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek
öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu
kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış
olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Usulsüz olarak elde
edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de;
usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü
olanaklı değildir (Hukuk Genel Kurulu’nun 15.02.2012 gün ve 2011/2-703
esas, 2012/70 karar sayılı ilamı). Diğer taraftan Özel Daire bozma
ilamında belirtilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararında; katılanın,
sanıklar ile aynı ortamda ve telefonda yaptığı görüşmeleri cep
telefonuna kayıt etmek suretiyle elde ettiği kayıtların, 5237 sayılı
TCY'nın özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar kapsamında
kabulü olanaklı değildir. Zira, katılanın kastı, bir başkasının özel
hayatına müdahale olmayıp, kendisine karşı işlendiğini düşündüğü suçla
ilgili olarak kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını
engellemek ve yetkili makamlara sunmak amacına yöneliktir. Ancak,
bunun da kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili
olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili
makamlara başvurma imkanının olmadığı, ani gelişen durumlarla sınırlı
olması koşulu ile hukuka uygun olacağının, aksi halde ilgili kişinin
yetkili makamlara başvurma olanağı doğduktan sonraki aşamalardaki
kayıtlarının ise hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olduğunun kabulü
gerekmektedir.Bu itibarla; somut olayda katılanın yetkili makamlara
başvurma olanağı olduğu halde, başvurmayarak bizzat kurguladığı senaryo
gereği, 5 ay 11 gün gibi bir zaman dilimi içerisinde konuyu sürekli
güncel tutup, zaman zamanda tahrik edici davranışları ile elde ettiği
görüşme kayıtlarının hukuka uygun kanıt olamayacağının kabulüne karar
verilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.06.2011 gün
ve2010/5.MD-187 esas, 2011/131 karar sayılı ilamı). Ayrıca, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 24. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya
kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden
biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı
hukuka aykırıdır.” 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 49. maddesinde de;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi,
uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para
ödenmesini dava edebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin
ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve
ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hakim, bu tazminatın ödenmesi
yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi
tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu
ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır. TMK’nun
24. ve BK’nun 49. maddesinde belirlenen kişisel çıkarlar, kişilik
haklarıdır. Kişilik hakları ise, kişisel varlıkların korunmasıyla
ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile
nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin
adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere, BK'nun 49. maddesi gereğince kişisel hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
Burada kural olarak; doğrudan doğruya zarar görme koşulu söz konusudur.
Ancak, kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi; hayatın olağan
akışına, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak
belirlenmelidir. BK'nun 49. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü
koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik
değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı
vardır. Somut olaya gelince, uyuşmazlık; davalılardan Berrin’in
davacı ile aralarındaki iş bu davadan önce görülmekte olan hukuk
davasında delil elde etmek üzere, diğer davalıları hasta gibi davacı
doktorun muayehanesine yönlendirerek, muayene sırasında aralarında
yaptıkları görüşmeleri gizlice kaydettirip dosyaya sunması karşısında
yapılan bu eylemin hukuka aykırı olup olmadığı, diğer bir deyişle
davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmadığı noktasında
toplanmaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere, bir delilin usulsüz
olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır.
Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre
değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir
şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Davacının konuşmalarının
kendisinden habersiz olarak davalı Berrin’in yönlendirmesi ile diğer
davalılarca kaydedildiği ve kayıt yapan davalıların davacıyı konuşmaya
ve kendisini yönlendirmeye çalıştıkları bilirkişi tarafından dökümü
yapılan ses kayıtlarından da anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bu delilin
hukuka aykırı olarak elde edildiği dosya kapsamı ile sabittir. Her ne
kadar davalılar hakkında ceza mahkemesince “kişiler arasında aleni
olmayan konuşmaları kaydetme” suçundan 5237 sayılı TCK’nun 133/2.
maddesi uyarınca ayrı ayrı neticeten 500,00.-TL adli para cezası ile
cezalandırılmalarına ve 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesi uyarınca hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de, ceza mahkemesi
kararının hukuk hâkimini bağlayabilmesi için BK’nun 53. maddesi
uyarınca ceza mahkemesi kararının maddi olgu yönüyle kesinleşmiş olması
gerekir. Eğer bu yönden kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı
bulunmuyorsa, hukuk hâkimini bağlayacak bir ceza mahkemesi kararından da
söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle somut olayda ortada ceza hukuku
anlamında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığından BK’nun 53.
maddesi uyarınca hukuk hâkimini bağlamayacaktır. Zira karar tarihi
itibariyle sanıkların hükmün açıklanmasını talep etme ve sonuçta verilen
kararı temyiz kanun yoluna getirme hakları bulunmamaktadır (Yargıtay
Hukuk Genel Kurulunun 01.02.2012 gün ve 2011/19-639 esas, 2012/30 karar
sayılı ilamı). “Kurulan hükmün sanık hakkında hukuksal bir sonuç
doğurmamasını” ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu,
davayı sonuçlandıran ve uyuşmazlığı çözen bir “hüküm” değildir
(Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.05.2011 gün ve 2011/4-61 E., 2011/79
K.; 06.10.2009 gün ve 2009/4-169 E., 2009/223 K. sayılı ilamları). Bu
nedenlerle BK 53. maddesi kapsamında hukuk hâkimini bağlayıcı bir ceza
mahkumiyeti bulunmamakta ise de, hukuk yargılamasında ceza mahkemesince
tespit edilen maddi vakıaları değerlendirilmesi mümkündür. Özel Daire
bozma gerekçesine konu teşkil eden Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun anılan
içtihadının somut olaya uygulanma imkanı da bulunmamaktadır. Çünkü dava
konusu olayda ani gelişen bir durum söz konusu olmadığı gibi, aksine
davacı ile davalılardan Berrin arasında uzun süredir devam etmekte olan
uyuşmazlıklar ve davalar bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Bunun
dışında bir daha kanıt elde edememe durumu da yoktur. Çünkü davacının
muayenehanesine giden davalıların tanık olarak gösterilmeleri ve
dinlenmelerine engel bir durum bulunmamaktadır. Bu nedenle davalıların
eylemlerinin davacının kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğu
kabul edilmelidir. Görüşmeler sırasında bir kısım üyeler
davalıların eylemlerinin davacının kişilik haklarına saldırı
oluşturmadığı, bu nedenle davalıların tazminat ile sorumlu
tutulmalarının yerinde olmadığını belirterek Yerel Mahkeme direnme
kararının bozulması yönünde görüş beyan etmiş iseler de, bu görüş
yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul
edilmemiştir. Açıklanan nedenlerle; davalıların eylemlerinin
davacının kişilik haklarına yönelik saldırı oluşturduğunu kabul eden
direnme kararı yerindedir. Ne var ki, Özel Dairece tazminat
miktarı yönünden inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz
itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi
gerekir. S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle, DİRENME UYGUN
OLUP; davalılar vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz
itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİ’NE
GÖNDERİLMESİNE, 26.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.