Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Niğde 1.Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 31.10.1985 gün ve 1984/360 E.-1985/479 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesi'nin 25.02.1986 gün ve 1986/1851 E.-1986/1820 K. sayılı ilamı ile;(...Taraflar arasındaki uyuşmazlık tapu kaydının iptali ile taşınmazın tesciline ilişkindir. Uyuşmazlığa konu teşkil eden 2683 parsel sayılı taşınmaz; kuzey sınırındaki 1210 sayılı parsele revizyon gören vergi kaydının miktar fazlasını teşkil eylediğinden bahisle Hazine namına tesbit edilmiştir. Tesbite esas tutulup 1936 yılında ihdas olunduğu belirlenen 30'ar miktarı muhtevi 1269 tahrir numaralı vergi kaydının güney sınırı mer'a şeklinde nitelendirilmiş olup kayıt kapsamı miktarına itibarla belirlenmiştir. Mutlak mer’a sınırı değişebilir ve genişletmeye elverişli nitelik taşıdığına, kayıt hilâfinın aynı kudrette delil ile isbatı gerekip böyle bir delile dayanılmadığına, gerçekten taşınmazın bu sınırı yönünde mer'anın varlığı açıklandığına göre davanın reddi cihetine gidilmek gerekirken mahkemece bundan zuhul ve aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.Direnme hükmünü davalı vekili temyiz etmiştir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 1936 tarih 1269 tahrir numaralı vergi kaydının mera olarak nitelendirilen güney sınırının değişebilir ve genişletilebilir olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Uyuşmazlığın çözümü için “mera” kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır:Mer'a, bir veya birden fazla köy veya kasaba halkının bağımsız olarak veya birlikte kullanmak üzere, yetkili makam tarafından tahsis edilmiş olan veya böyle bir tahsis bulunmamasına karşın kadimden beri (öncesi belli olmayan bir zamandan beri), ilgili köy veya kasabalar tarafından mer'a olarak kullanıla gelen ve hak sahiplerinin mevcut intifa hakları dışında üzerinde fiilî ve hukukî tasarruflarda bulunamadıkları arazi parçasıdır. Bir yerin mer'a sayılabilmesi için bu amaçla bir köy veya kasabaya tahsis edilmesi gerekir. Bir tahsis bulunmadığı takdirde, kadimden beri o yerin mer'a olarak kullanıla gelmiş olması gerekir.Mer'a hangi köy veya kasabaya tahsis edilmiş veya hangi köy veya kasaba kadimden beri o yeri mer'a olarak kullanıyorsa, ancak o köy veya kasabaların ahalisi mer'adan istifade edebilirler; başkalarının mer'adan faydalanma hakkı yoktur.Mer'a olarak tahsis edilmiş olan veya kadimden beri mer'a olarak kullanıla gelen yerler alınıp satılamaz, üzerine bina yapılamaz, ağaç dikilerek koru, bağ ve bahçe tesis edilemez. Mer'aların sınırlarının daraltılıp genişletilmesi ve zaman aşımı ile özel mülkiyete geçirilmesi mümkün değildir. Mer'aların vasfı değiştirilemez ve ziraat arazisi haline getirilemez.Bir yerin mer'a olarak kabulü için sadece o yerin tabiî özellikleri itibariyle, hayvan otlatılmaya müsait olması yetmez, aynı zamanda hukukî bir unsurun da buna eklenmesi gerekir. Bu hukukî unsur tahsis ve kadimden beri kullanmadır. Bir yere hukuken mer'a vasfını verebilmek için iki unsurdan birinin bulunması gerekir (Cin,Halil:Türk Hukukunda Mer’a Yaylak ve Kışlaklar, 2.Bası, Ankara 1980, sahife:37 vd.).Bu unsurlardan ilki olan tahsis, bir devlet malını umumun faydalanmasına veya herhangi bir kamu hizmetine arzetmek, bağlamak demektir. Yani, tahsis devletin hususi emlâkine dahil olan bir malı, kamu emlâki kategorisine sokan bir idarî tasarruftur. Tahsis hususî malı, kamu emlâki haline getirebileceği gibi, bir kamu malını, bir kamu hizmetinden başka bir kamu hizmetine de nakledebilir. Mer'alar bahse konu olunca, tahsis devlete ait olan bir arazinin, bir köy veya kasaba ahalisinin ihtiyaçlarını karşılamak için süresiz ve şartsız olarak terk edilmesi demektir. Mer'a olarak tahsis edilen arazi üzerinde artık devlet mülkiyet ve tasarruf hakkını kullanamaz. Devlet mer'a olarak tahsis edilen arazi üzerinde sadece bir kontrol ve muhafaza hakkı sahibidir.Kadimden beri kullanma ise ikinci hukuki unsurdur. Kadim, başlangıcı bilinemeyecek kadar eski olan demektir. Süresi ne kadar uzun olursa olsun, başlangıcı bilinen kullanma veya intifa kadim sayılmaz. Bu sebeple, bir taşınmazın mer'a olarak kullanılmaya başlandığını belli bir tarihe bağlamak mümkünse, kadimden bahsedilemez. Bir tahsis belgesi ile mer'a olduğu ispat edilemeyen yer, ilgili köy veya şehir ahalisi tarafından kadimden beri mer'a olarak kullanılmakta ise ve bu husus ispat edilebilirse, mer'a iddiası kabul edilecektir. Burada ispat edilecek olan husus, kadimden beri bir tahsisin mevcut olduğu değil, davalı veya davacı köy veya kasaba ahalisinin o yeri mer'a olarak kadimden beri kullanmakta oldukları vakıasıdır (Cin,H.a.g.e, sahife:37,38).Hemen belirtilmelidir ki, bir taşınmazın toprak tevzii komisyonunca mer’a olarak tahsis edilmiş olması, evveliyatı itibariyle de mutlak surette mer’a olarak kabulüne yeterli değildir. Ancak, toprak tevzii komisyonunca bir yerin mer’a olarak tahsisinin yapılmış olması durumunda gerçek kişinin o yerdeki zilyetliği sona erer. Taşınmaz kadim mer’adan tahsis edilmemişse mer’a olarak tahsis edildiği tarihe kadar kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinme koşullarının gerçekleştiği ileri sürülerek, kanıtlanması gerekir. Bunun için de yalnızca mer’a tahsis haritasıyla yetinilmeyip belirtmeye ilişkin tutanak ile ilgili kayıt ve belgeler celp edilerek, taşınmazın evveliyatının ne olduğunun araştırılması zorunludur (HGK'nun 30.10.1991 gün ve 1991/8-427 E., 1991/544 K.; 3.5.1995 gün ve 1995/17-149 E., 1995/502 K.; 17.12.2003 gün ve 2003/8-742 E., 2003/775 K.; 10.05.2006 gün ve 2006/8-240 E., 2006/292 K. sayılı ilamları).Dosyadaki bilgi ve belgelere göre somut olayda; dava konusu 2683 parsel sayılı taşınmazın, 6900 m2 miktarlı ve tarla vasfıyla 26.02.1976 tarihinde yapılan tapulama tespiti ile 1210 parsel sayılı taşınmazın emlak vergi kaydı miktar fazlası olarak Hazine adına tespit edildiği anlaşılmaktadır. 1210 parsele uygulanan 1269 tahrir nolu vergi kaydının güney sınırı mera okumakta olmasına rağmen yerel mahkemece uzman bilirkişilerden taşınmazın niteliğiyle ilgili olarak ayrıntılı rapor alınmamış, komşu taşınmazların durumları araştırılarak dayanak kayıtları tam olarak mahalline uygulanmamış olup, keşif mahallinde dinlenen yerel bilirkişi beyanları da davayı aydınlatmaya yeterli bulunmamaktadır.Şu durumda mahkemece, tespit tarihinden geriye doğru 25-30 yıllık döneme ilişkin hava fotoğrafları ve var ise uydu fotoğrafları getirtilerek, taşınmaz başında komşu köylerden yerel bilirkişiler, taraf tanıkları ve üç kişilik ziraat mühendisleri kurulu ile uzman harita veya fotogrametri mühendisi huzuruyla yeniden keşif icra edilmeli, mera tahsis haritası mahalline uygulanmak suretiyle bilimsel yöntemlerle taşınmazların niteliği ve kullanım durumları belirlenmeli, komşu taşınmazların durumları araştırılarak dayanak kayıtları mahalline uygulanmalı, yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın geçmişte ne durumda bulunduğu, kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, kim tarafından ne zamandan beri ne suretle kullanıldığı, taşınmazların öncesinin mera olup olmadığı, taşınmazların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olması halinde zilyetliğin hangi tarihte başlayıp ne zaman bitirildiği etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalı, bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.Hal böyle olunca, eksik inceleme ve araştırma ile yanılgılı değerlendirme sonucu mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi isabetli bulunmamıştır.Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olduğu mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü dile getirilmiş ise de çoğunluk tarafından bu görüşe iştirak edilmemiştir.Bu nedenle direnme kararı bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.11.2014 gününde yapılan görüşmede oybirliğiyle karar verildi.