Hukuk Genel Kurulu 2013/1319 E. , 2014/927 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Söğüt Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi Sıfatıyla)TARİHİ : 28/03/2013NUMARASI : 2013/60 E-2013/111 K.
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; Söğüt Asliye Hukuk Mahkemesi’nce (İş Mahkemesi
sıfatıyla) davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.03.2012 gün ve
2010/112 E.-2012/86 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili
tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22.Hukuk Dairesi’nin 13.12.2012
gün ve 2012/8339 E.-2012/28168 K. sayılı ilamı ile; (...Davacı,
davalı ile yaptığı hizmet sözleşmesi uyarınca 02.11.2007 tarihinde
davalı işyerinde işe başladığını, ancak Sosyal Güvenlik Kurumu
başlangıcının 02.12.2007 tarihinde yapıldığını, iş sözleşmesinin davalı
işveren tarafından 19.07.2010 tarihinde haksız yere feshedildiğini
belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının
ödetilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı işveren,
davacının 01.12.2007 tarihinde işe başladığının işe giriş bildirgesi ile
sabit olduğunu, davacının kendisine düşen görevleri yerine
getirmediğini, asansörle eşya taşınmasına izin verdiğini, kazanı zaman
zaman temizlemediğini, Temmuz ayına ilişkin ücretinin ödendiğini, ayrıca
ücretlerini banka havalesi yoluyla aldığına ilişkin beyanının
bulunduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar davalı avukatı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı işçi, iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız feshedildiğini
belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının
hüküm altına alınmasını istemiş, davalı işveren ise davanın reddini
savunmuştur. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilirken
yargılama sırasında davalı tarafından verilen kesin süre içersinde
tanıklarının bildirilmediği gerekçesi ile tanıkların dinlenmesine
ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Davaların kısa zamanda
sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya
mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere
bağlanmıştır. Bilindiği üzere bu sürelerin bazılarını kanun bizzat
belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre
belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkça belirtilen
istisnalar dışında kesindir. Bu sebeple 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu'nun 90.maddesinde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler
hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, aynı Kanun'un 94.
maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin
değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı
gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre
tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir.
Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar
verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına
usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir
ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre
içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra
yerine getirilmesi mümkün değildir. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o
delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte,
bazan davanın kaybedilmesine dahi sebep olmaktadır. Bu itibarla geciken
adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların
yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan
kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın
reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara
kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz
yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında
verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik
taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı,
tarafları uyarmalıdır. Mahkemece tarafın yatırması gereken giderler
kalem kalem tebligat ücreti, tanık masrafı olarak hiçbir kuşkuya yer
bırakmayacak şekilde belirlenmelidir. Öte yandan, kesin süre tarafların
yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim
tarafından hemen yerine getirilmelidir. Somut olayda, 21.10.2011 tarihli
duruşmada davalı vekiline delillerini sunmak üzere iki haftalık kesin
süre verildiği, "verilen kesin süre içersinde tanığın adresini
bildirmemesi halinde bu tanık deliline dayanmaktan vazgeçmiş
sayılacağının ihtarına, (ihtarat yapıldı)" denildiği, davalı vekilinin
bir sonraki celsede 25.11.2011 tarihinde tanıklarını bildirdiği ancak
aynı celsede mahkemece davalı tarafın tanıklarını verilen kesin süre
içersinde bildirmemesi sebebiyle tanık delilinden vazgeçmiş sayılarak
bildirilen tanıkların dinlenilmesi talebinin reddine karar verildiği
anlaşılmıştır. Davalı vekiline tanıklarını bildirmek üzere kesin
süre verilmiş, takip eden oturumda tanık listesi sunulmuş, masrafların
yatırılması bakımından ise kesin süre verildiği hatırlatılmamıştır.
Davalı vekili, gösterdiği tanıklarının dinlenilmesinden vazgeçmemiş,
davalıya tanıklarının dinlenmesi için imkan tanınmadan hukuki dinlenilme
hakkı kısıtlanarak karar verilmiştir. Davalıya gerekli ihtarat
yapılmadığından mahkemece davalı tanıklarının beyanlarına başvurularak
alınacak ifadelere göre deliller yeniden değerlendirilmeli ve sonucuna
göre karar verilmelidir. Davalı tanıkları dinlenmeden hüküm kurulması
hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davalı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü: Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının iş sözleşmesinin
davalı işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini belirterek, kıdem
ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının ödetilmesine
karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde
özetle, davacının site görevlisi olarak kendisine düşen görevleri yerine
getirmediğini, asansörle eşya taşınmasına izin verdiğini, kazanı zaman
zaman temizlemediğini, alacaklarının ise tam olarak ödendiğini
savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, yargılama sırasında verilen kesin süre içinde davalı
tarafından tanıkların bildirilmediği gerekçesiyle, davalı tanıklarının
dinlenmesine ilişkin talebin reddine ve sonuç olarak bilirkişi raporu
esas alınarak davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalı
vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan
gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, “davalının tanık sayısı önceden
bilinemeyeceğinden masraf ihtarında bulunulmadığı, masrafın ancak
tanıkların ve adreslerinin bildirilmesinden sonra belirlenebileceği,
ayrıca kesin sürenin ihlaline ilişkin usul kurallarının usul ekonomisi
gözetilerek yargılamanın çabuklaştırılmasını amaçladığı dikkate
alındığında, hukuki dinlenilme hakkının kısıtlanmasından da söz
edilemeyeceği, ancak davalı tarafın tanıklarını adresleri ile birlikte
kesin süre içinde bildirmesi halinde bu defa delil avansı yönünden
ihtarda bulunulabilecek iken tanıklar süresinde bildirilmediği için de
ayrıca bir delil avansı ihtarı yapılamadığı” gerekçesiyle, direnme
kararı verilmiştir. Uyuşmazlık, tanık listesine ilişkin olarak verilen kesin sürenin usulüne uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, usul kanunlarında yer alan sürelerin önemli bir kısmı,
taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli
işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde
yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine
sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen
süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye
ayrılır: kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş
sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir
işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen
gözetilir. Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin
değildir (KURU, Baki, Prof.Dr.;ARSLAN, Ramazan, Prof.Dr.;YILMAZ, Ejder,
Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre
Yeniden Yazılmış 22.Baskı, Ankara 2011, s.749). Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik iki halde sözkonusu olabilir.Kesinliğin
sözkonusu olduğu ilk hal, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği
ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre
talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği
ikinci sürenin kesin olmasıdır. Bu, kesinliğin kanundan kaynaklanması
olup, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar
edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez. İkinci halde ise, hakim, 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 94.maddesi (HUMK m. 163)
uyarınca kendi tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir.
Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için,
buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde
oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve
kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş
olması gerekir. Yargısal kesin süreyle sadece taraflar değil hakim
de bağlıdır. Zira kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı
taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır; dolayısıyla hakimin bu
tür bir ara kararından dönmesi hukuken geçersizdir. Kısaca; ister
kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde
yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine
getirilmesi olanaklı değildir. Önemle vurgulanmalıdır ki,
mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak
düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık
olması ve sonuçlarının, sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi
zorunludur. Bu nedenle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 163.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
94.maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması
gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret
yatırılacağının hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması,
özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye
uymamanın doğuracağı hukuki sonucun açık olarak anlatılması ve
anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut
kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin
yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerekir.
Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini
istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve
sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup;
hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın
talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların
yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara
bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma
olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından
uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi
gerekir. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 22.11.1972 gün ve E: 8/832,
K:935; 26.02.1975 gün ve 1972/1-1273 E. 1975/258 K;18.02.1983 gün ve
1980/1-1284 E. 1983/141 K; 30.12.1992 gün ve 1992/16-666 E, 1992/769 K.;
01.05.2002 gün ve 2002/20-393 E., 2002/337 K.; 12.06.2002 gün ve 2002/
2- 473 E. 2002/ 483 K; 07.05.2003 gün ve 2003/11-319 E., 2003/335 K.;
06.10.2004 gün ve 2004/9-512 E. 2004/464 K., 13.10.2010 gün ve
201/17-510 E., 2010/485 K., 28.04.2010 gün ve 2010/2-221 E. 2010/241 K.,
08.06.2011 gün ve 2011/7-353 E. 2011/387 K. sayılı ilamlarında da bu
hususlar aynen açıklanmıştır. Somut uyuşmazlığın incelenmesinde,
mahkemece yargılama sırasında 21.10.2011 tarihinde verilen kesin süre
gereğinin davalı vekili tarafından yerine getirilmediği, mahkemece
verilen kesin süre içerisinde davalı tarafından tanıklarının
bildirilmediği gerekçesi ile, davalı tanıklarının dinlenmesine ilişkin
talebin reddine karar verilerek, mevcut deliller uyarınca davanın kısmen
kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar, mahkemece
anılan 21.10.2011 tarihli oturumda tanıkları bildirmek üzere kesin süre
verilmiş ise de, anılan oturuma davalı vekilinin katılmadığı, sadece
davacı vekilinin hazır bulunduğu, yine davacı vekili tarafından diğer
tanıklarının adreslerini bildirmek üzere süre talep edildiği, elektronik
ortamda düzenlenen oturum tutanağına göre de davacı vekiline talebi
doğrultusunda ancak kesin süre verildiği, dolayısıyla davalı vekiline
tanık bildirimi için verilen bir kesin süre olmadığı gibi, oturumda
hazır bulunmayan davalı vekiline kesin süreye ilişkin olarak usulüne
uygun şekilde bir ihtarat ya da ihtar içeren tebligat yapılmadığından,
bu suretle verilen kesin süre nin usulüne uygun olmadığını, hukuki sonuç
doğurmayacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Yukarıdaki
açıklamaların ışığında yapılan incelemede davalı vekilinin, gösterdiği
tanıkların dinlenilmesinden vazgeçmemiş olması hususu da gözetildiğinde,
davalıya tanıklarının dinlenmesi için imkan tanınmadan hukuki
dinlenilme hakkı kısıtlanarak karar verildiği kabul edilmiştir. O
halde, davalıya usulüne uygun şekilde kesin süre ihtaratı
yapılmadığından, mahkemece davalı tanıklarının beyanlarına başvurularak
alınacak ifadelere göre deliller yeniden değerlendirilmeli ve sonucuna
göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile davalı tanıkları
dinlenmeden kurulan hükümde direnilmesi isabetsizdir. Direnme kararı açıklanan değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217
sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA,
istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
19.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.