Normal
0
21
false
false
false
TR
X-NONE
X-NONE
MicrosoftInternetExplorer4
/* Style Definitions */
table.MsoNormalxTable
{mso-style-name:"Normal Tablo";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin-top:0cm;
mso-para-margin-right:0cm;
mso-para-margin-bottom:10.0pt;
mso-para-margin-left:0cm;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:14px;font-sizex:11.0pt;
font-familyx:"Calibri","sans-serif";
mso-ascii-font-familyx:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-familyx:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;}
DAVA : Taraflar
arasındaki "Tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; İstanbul 2.Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair
verilen 29.09.2009 gün ve 2007/62 E. - 2009/206 K. sayılı kararın incelenmesi
davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin
01.11.2010 gün ve 2010/11628 E. -11318 K. sayılı ilamı ile;
( ... Dava,
ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil,
olmazsa terekeye iade isteklerine ilişkindir.
Dosya içeriği ve
toplanan delillerden; davacıların, miras bırakanın temlik tarihindeki rahatsızlığından
bahsederek murisin ehliyetsizliği iddiasında bulundukları ve aynı zamanda
muvazaa olgusuna dayanarak eldeki davayı açtıkları, mahkemece ehliyetsizlik
iddiası yönünden Adli Tıp Kurumundan rapor alınarak ve muvazaa olgusu yönünden
araştırma ve değerlendirme yapılmak suretiyle davanın reddine karar verildiği
anlaşılmaktadır.
Mahkemece, Adli Tıp
Kurumunun raporuyla miras bırakanın temlik tarihlerinde hukuki ehliyete haiz
olduğu belirlenerek ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmiş
olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Muris muvazaası
hukuksal nedenine gelince, dosya kapsamına göre; miras bırakanın varlıklı bir
kişi olduğu, gelirinin bulunduğu, tedavi sürecinde olmasına karşılık çekişmeli
taşınmazı satmasını gerektirecek nedenlerinin bulunmadığı, bunun yanında miras
bırakanın parasal katkıda bulunduğu davalı kardeşi Y., taşınmazı alım gücünün
olmadığı ve taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeriyle akitte gösterilen
değer arasındaki oransızlık gözetildiğinde temlikin muvazaalı olduğu
anlaşılmaktadır.
Ancak, 2. el
konumunda olan davalı E. yönünden yeterli araştırma yapıldığı söylenemez.
Bilindiği üzere;
hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve
güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde
kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum
düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi
kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında
menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.
maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan
unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır
İşte bu sebeple Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını
üstlenmiş, bunların aleniliğini ( herkese açık olmasını ) sağlamış, iyi ve
doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu
sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen
kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K. nun
1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak
mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3. kişinin bu kazanımı korunur' şeklinde
yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.
fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen
veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde
öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu
taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama
uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda
edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak
tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna
inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için
maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme
tehlikesiyle karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu sebeple
yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol
açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa
koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten
iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,
bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi
gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının defi
değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii
olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den ( resen )
nazara alınacağı ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 Sayılı İnançları
Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda
gelişmiştir.
Hal böyle olunca,
yukarda yapılan açıklamalar ışığında üçüncü kişi konumundaki taşınmazı temlik
alan davalı E.'nin iyi niyetli olup olmadığının belirlenmesi yönünden
tarafların bildirecekleri tanıkların dinlenmesi, davalı E.'nin ekonomik durumunun
araştırılması ve tüm kanıtlar değinilen ilkelerle birlikte değerlendirme
yapılması, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma sonucunda
yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir... ),
Gerekçesiyle hüküm
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda,
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek
direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar
okunduktan sonra gereği düşünüldü.
KARAR : Dava;
ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil,
olmazsa terekeye iade istemine ilişkindir.
Davacılar vekili,
miras bırakanın temlik tarihindeki rahatsızlığından bahsederek murisin
ehliyetsizliği iddiasında bulunmuş ve aynı zamanda muvazaa olgusuna dayanarak
tapu iptali ve tescil istemiyle eldeki davayı açmıştır.
Mahkemece,
ehliyetsizlik iddiası yönünden Adli Tıp Kurumundan rapor alınmış, miras
bırakanın temlik tarihinde hukuki ehliyete sahip olduğu belirlenerek muvazaa olgusu
yönünden araştırma ve değerlendirme yapılmak suretiyle davanın reddi yönünde
karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin
temyizi üzerine, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde gösterilen sebeplerle
karar bozulmuştur.
Yerel mahkemece,
önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacılar vekili getirmiştir.
Direnme yoluyla
H.G.K.'nun önüne gelen uyuşmazlık; miras bırakan tarafından davalı kardeşi Y.a
yapılan temliki işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı muvazaalı işlem olup
olmadığı noktasında toplanmaktadır. Uygulamada ve öğretide "muris
muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün Türk Hukukunda büyük yeri
ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına dair
bulunmaktadır.
Muris muvazaası da
taraf muvazaası gibi pozitif hukukumuzda ayrıntılı biçimde düzenlenmemiş,
sadece B.K.nun 18. maddesinde nispi ( mevsuf-vasıflı ) muvazaa olarak soyut bir
şekilde hükme bağlanmıştır. Ancak bu yönde pek çok davaların bulunması,
toplumun gereksinmeleri ve zorlamalarıyla muris muvazaası gerek öğretide ve
gerekse uygulamada geniş boyutları ile ele alınmış, bu yönde görüş ve kurallar
geliştirilmiş ve 01.04.1974 tarih 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararıyla
hukuki temeli oluşturulmuştur.
Söz konusu muvazaada,
miras bırakanla sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış
sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle
gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakanla karşı taraf malın
gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin
her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, miras bırakan
mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için görünüşteki satış veya
ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı ( niteliği ) muvazaalı sözleşmeyle
değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir.
Görünüşteki sözleşmenin vasfı ( niteliği ) tamamen değiştirildiğinden, muris
muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.
Bu durumda, yerleşmiş
Yargıtay İçtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 Sayılı İnançları Birleştirme
Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine
uymadığı gibi gizli bağış sözleşmesi de şekil koşullarından yoksun
bulunmaktadır.
Miras bırakanın saklı
pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etme hakkı varsa da, bu temliki
yaparken kanunlarda öngörülen şekil koşuluna uymak zorundadır. Miras bırakan
ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik
etmektedir. Miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla işbirliği içerisindeki
karşı tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz.
Diğer taraftan, saklı
pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak
resmi sözleşmenin muvazaa sebebiyle geçersizliğinin tespitini ve buna
dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Dava açan
mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delil ispat
edebilir.
Hemen belirtilmelidir
ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme
ulaştırılabilmesi, için yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras
bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya
çıkarılması önemlidir. Bunun için de, bu yöndeki delillerin eksiksiz
toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem
taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal
eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı
ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup
olmadığı, satış bedeliyle sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark,
taraflarla miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan
yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Bu açıklamalar
ışığında somut olaya bakılınca; Miras bırakan M. C.'un varlıklı biri olduğu,
hastalığının ortaya çıkmasından sonra kısa aralıklarla mal varlığının büyük
çoğunluğunu temlik ettiği, bu temlikler sebebiyle davacı mirasçıların aynı
nitelikte davalar açtıkları, bu davalardan Şişli 4.Asliye Hukuk Mahkemesi'nin
2007/92 esas sayılı dosyasında, mahkemenin miras bırakan tarafından kız kardeşi
K.'ye yapılan satışta muvazaa olgusunun kabulüne dair kararı, Yargıtay 1.Hukuk
Dairesi tarafından benimsenerek bu yönden onandığı, ayrıca miras bırakanın banka
kayıtlarının tetkikinde davalı kardeşi Y. tarafından paralar çekildiği bu
sebeple davacılar tarafından çekilen paranın tespiti ve terekeyi iadesi için de
dava açıldığı, ayrıca davalı Y.un miras bırakan tarafından davaya konu
taşınmazın temlikine yakın tarihte Darüşşafaka'ya 2.500.000 TL değerinde üç
adet taşınmaz bağışı yapıldığı yönündeki beyanı ve davaya konu taşınmazın
satıştaki değeriyle gerçek değeri arasında fahiş fark bulunduğu hususları
gözetildiğinde miras bırakanın davalı kardeşi Y.a taşınmaz satmasını gerektiren
bir durum bulunmadığı, gerçek iradesinin mirasçılardan mal kaçırma olduğu
sonucuna varılmaktadır.
Diğer taraftan,
muvazaa davaları saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her miras hakkı sahibi
tarafından açılabileceği gözetildiğinde bir kısım davacıların saklı pay sahibi
olmamalarının dava açmalarına engel teşkil etmeyeceği gibi bu husus aleyhlerine
de yorumlanamaz.
Hal böyle olunca,
H.G.K.'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, 2. el konumunda
bulunan davalı E. bakımından iyi niyetli olup olmadığı yönünde araştırma ve
değerlendirme yapılması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya
aykırıdır.
Bu sebeple direnme
kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacılar
vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Dairenin bozma
kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100
Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla
uygulanmakta olan 1086 Sayılı H.U.M.K.'nun 429. maddesi gereğince bozulmasına,
istenmesi halinde peşin temyiz harcının yatırana iadesine, aynı kanunun 440/1
maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık
olmak üzere, 28.11.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.