"İçtihat Metni"Davacı O..Ü..ın haksız tutuklama nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararlarının tazminine yönelik davasının süreden reddine ilişkin Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 05.11.2010 gün ve 290-316 sayılı hükmün davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesince 26.11.2012 gün ve 24198- 25289 sayı ile;"Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;466 sayılı Kanunun 2. maddesinde dava açma süresinin kesinleşmiş beraat kararının bizzat sanığa tebliği ile başlayacağının öngörülmüş olması ve kesinleşmiş beraat kararının davacıya tebliğ edildiğinin dosyadan anlaşılmaması karşısında, davanın süresinde açıldığının kabulüyle, esas hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın süre yönünden reddine karar verilmesi,Kabule göre de; davanın tümüyle reddedilmesi karşısında, davalı hazine yararına vekâlet ücreti yerine dilekçe yazım ücretine hükmedilmesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.Üsküdar Adliyesinin kapatılmasından sonra dosyanın devredildiği İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesi, bozma ilamının ikinci bendine uyarak, birinci bozma nedenine karşı 18.02.2013 gün ve 7-57 sayı ile;"Mahkemelerce beraat kararlarının sanıklara tebliğ edilmesi için, beraat kararları yokluğunda verilmelidir. Beraat kararı sanığın yüzüne karşı verilmiş olsa bile, katılan ya da savcı tarafından sanık aleyhine temyiz edilmiş ancak beraat kararı onanmış ise bu kararın da sanığa tebliği gerekir. Dava açma süresi bu tebliğden itibaren üç aydır. Somut olayda beraat kararı davacı ve müdafiinin yüzüne karşı verilmiş ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Karar yüze karşı verilip aleyhe temyiz olmadığından yedi gün sonra kesinleşmesine rağmen, üç aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan davanın, süre yönünden reddine karar verilmelidir" şeklindeki gerekçeyle ilk hükmünde direnmiştir.Bu hükmün de davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14.12.2013 gün ve 111749 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.CEZA GENEL KURULU KARARIÖzel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; haksız tutuklama nedeniyle tazminat davasının yasal süresinde açılıp açılmadığı ve buna bağlı olarak davanın reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.İncelenen dosya muhtevasından;2863 sayılı Kanuna muhalefet suçundan 26.08.2003 tarihinde tutuklanan sanığın, Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesince 03.11.2003 günü tahliyesine, 11.10.2005 tarihinde kendisi ve müdafiinin hazır bulunduğu celsede beraatına karar verildiği, hükmün temyiz edilmeksizin 18.10.2005 tarihinde kesinleştiği, dosyada kesinleşen beraat kararının davacı ya da müdafiine tebliğ edildiği veya davacı tarafından dava tarihinden önce öğrenildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı, incelemeye konu davanın 06.10.2006 tarihinde açıldığı, davacı vekilinin dava dilekçesinde beraat kararının kesinleştiğini 02.10.2006 tarihinde öğrendiğini belirttiği anlaşılmaktadır.1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 18. maddesiyle, 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yedinci bölümünde "koruma tedbirleri nedeniyle tazminat" başlığı altında, 141 ilâ 144. maddelerinde tazminat isteminin şartları ve sonuçları kapsamlı bir şekilde yeniden düzenlenmiştir.5320 sayılı Kanunun altıncı maddesinin;"1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur" biçimindeki düzenlemesiyle, 466 sayılı Kanunun 1 Haziran 2005 tarihinden önce yapılan işlemler bakımından varlığını sürdürmesine imkân sağlandığından, uyuşmazlığın 466 sayılı Kanun kapsamında çözümlenmesi gerekmektedir.15.05.1964 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanunun 2/1. maddesinde; "1 nci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde ikametgâhlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler" hükmüne yer verilmiştir.Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kişilere tazminat verilmesine ilişkin davaların esaslarına yer veren Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, 466 sayılı Kanunun ikinci maddesinin birinci fıkrasında hüküm altına alınan üç aylık dava açma süresi, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davacı hakkında açılan ve beraatıyla neticelenen ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu durumun öğrenilmesinden itibaren başlayacaktır. İçtihadı Birleştirme kararında; sanığın gerek yokluğunda, gerekse yüzüne karşı verilen beraat kararlarının kesinleşme şerhi ile birlikte tebliğinin zorunlu olduğu belirtildiğinden, 466 sayılı Kanunun ikinci maddesinde belirtilen üç aylık dava açma süresinin başlangıcı, beraat eden kişinin, hükmün kesinleştiğini öğrendiği tarih olacaktır.Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;Kesinleşmiş beraat kararının davacı veya vekiline tebliğ edilmediği, davacı vekilince tazminat davasının, beraat kararının öğrenildiğinin belirtildiği tarihten itibaren yasal süresinde açıldığı, dava tarihinden önce beraat kararının kesinleştiğinin davacı ya da vekili tarafından öğrenildiğine ilişkin dosyada herhangi bir bilgi veya belgenin de bulunmadığı anlaşıldığından, haksız tutuklama nedeniyle tazminat istemine ilişkin davanın üç aylık kanuni süresi içerisinde açıldığının kabulü gerekmektedir.Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, tazminat davasının yasal süresinde açıldığının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi Ş. İste;"1- Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMUK'nın 141 ve 142. maddelerinde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Yasanın 6. maddesi ile 01.06.2005 tarihinden önceki işlemler hakkında 466 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanacağı hükmü getirildiği; tutuklu kalınan süre de 01.06.2005 öncesine ait olduğundan, CMK 141-142. maddeleri değil, 466 sayılı Yasa hükümleri uygulanacaktır. Esasen bu konuda herhangi bir anlaşmazlık yoktur.2- Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi hakkındaki 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde:'1 nci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgâhlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilir' yazılıdır.C. Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Kalem Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik'in (Resmi Gazete 01.06.2005-25832) 'Tarafların yokluğunda verilen kararların tebliğe çıkarılması' başlıklı 86. maddesinde aynen; 'Tarafların yokluğunda mahkemelerce verilen kararlar yazı işleri müdürü tarafından tebliğe çıkarılır. Karar, vekille takip edilen davalar da vekile, vekil birden fazla ise bunlardan birine diğer hallerde sanığa ve katılana tebliğ olunur.Ancak Ceza Muhakemesi Kanununun kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklıdır' yazılıdır.Görüldüğü gibi, ne 466 sayılı Yasanın 2. maddesinde ne de kalem hizmetleri yönetmeliğinin 86. maddesinde, yüze karşı verilen kararların tebliği yazılı değildir. Hukuk mahkemesi kararları ile ceza mahkemesi kararlarının karıştırılmaması gerekir.Kaldı ki, sanık gerekçeye yönelik olmayan hakkındaki beraat kararını temyiz edemez.Yargıtay İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 21.04.1975 gün ve 1975/3-5 sayılı kararında da;A- Sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararları ile,B- Yargıtayca onananC- Ya da CMUK'nın 322. maddesi uyarınca verilen beraat kararlarının ilgili sanıklara tebliği gerektiği yazılıdır.Görüldüğü gibi Y.İ.B.B.G. Kurulu tarafında da sanıkların yüzlerine karşı verilen kararların, kendilerine tebliğ edileceği yazılı değildir.Yukarıda açıkladığım nedenlerle, Ağır Ceza Mahkemesinin sanığın (davacının) yüzüne karşı tefhim ettiği beraat kararının, tekrar sanığa tebliğ edileceğine dair hiçbir yasa ya da yönetmelik hükmü olmadığı gibi, kanun hükmünde olan İ.B.B.G. Kurulu kararı da yoktur. Bu nedenle Ağır Ceza Mahkemesinin direnme kararı yasaya uygun olduğundan onanması görüşü ile sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum" düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 18.02.2013 gün ve 7-57 sayılı direnme hükmünün, haksız tutuklama nedeniyle tazminat davasının kanuni süresi içerisinde açıldığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.04.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.