MAHKEMESİ : Ankara 3.İş MahkemesiTARİHİ : 29/01/2013NUMARASI : 2012/899 E-2013/22 K.Taraflar arasındaki “tedavi gideri alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3.İş Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 28.07.2011 gün ve 2010/570 E.-2011/489 K. sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesi’nin 03.04.2012 gün ve 2011/17461 E.-2012/6581 K. sayılı ilamı ile;("...1-5510 sayılı Yasa kapsamındaki genel sağlık sigortalısı olduğu için sağlık yardımlarından yararlanma hakkı çekişmesiz bulunan davacının, Özel ...M..Hastanesindeki tedavisinde, bir adet ilaçlı stent kullanılmış olup; stent sigortalı tarafından, hastane dışından faturalı olarak temin edilmiştir.Davacı, tedavisinin gerçekleştirildiği dönem itibariyle, genel sağlık sigortası yönünden 5510 sayılı Yasaya tabi olup; 5510 sayılı Yasanın “Finansmanı Sağlanan Sağlık Hizmetleri Ve Süresi” başlıklı 63.maddesinin (f) bendi, “Yukarıdaki bentler gereğince sağlanacak sağlık hizmetleriyle ilgili teşhis ve tedavileri için gerekli olabilecek kan ve kan ürünleri, kemik iliği, aşı, ilaç, ortez, protez, tıbbî araç ve gereç, kişi kullanımına mahsus tıbbî cihaz, tıbbî sarf, iyileştirici nitelikteki tıbbî sarf malzemelerinin sağlanması, takılması, garanti süresi sonrası bakımı, onarılması ve yenilenmesi hizmetleri.Kurum, finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile, (f) bendinde belirtilen sağlık hizmetlerinin türlerini, miktarlarını ve kullanım sürelerini, ödeme usûl ve esaslarını Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak belirlemeye yetkilidir. Kurum, bu amaçla komisyonlar kurabilir, ulusal ve uluslararası tüzel kişilerle işbirliği yapabilir. Komisyonların çalışma usûl ve esasları Maliye Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Kurumca belirlenir.” düzenlemesini içermektedir. Anılan Yasanın 74.maddesinde finansmanı sağlanmayacak sağlık hizmetleri arasında, davacının gördüğü tedavi ve kullanılan malzeme yer almamaktadır. Yine, 25.03.2010 tarih ve 27532 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinin, Tıbbi Malzeme Temin Esasları 7.1.maddesinin 18.fıkrasında ilaçlı stent bedellerinin Kurumca ödenmeyeceği belirtilmiş ise de; Danıştay Onuncu Dairesi’nin 16.06.2010 tarih ve 2010/6009 sayılı kararı ile tebliğin anılan maddesinde yazılı “ilaçlı stent bedelleri Kurumca ödenmez” kuralının yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Kurum, 06.08.2010 tarih ve 27664 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak, 05.07.2010 tarihinden itibaren yürürlüğe giren değişiklikle, tebliğin 20.maddesi ile yukarıda belirtilen SUT’un 7.1 numaralı maddesinin 18.fıkrasında yer alan “ve ilaçlı stent bedelleri” ibaresini metinden çıkarmış, tebliğin 21.maddesi ile de, SUT’a 7.3.25.madde olarak eklenen düzenleme ile, belli şartların varlığı halinde ilaçlı stent bedelinin karşılanacağı belirtilmiştir. Buna göre, “Referans damar çapı 3.0 mm altında ve 15 mm uzunluğunda olan olgularda (her iki koşulu bir arada sağlaması şartıyla) veya rekürrent (stent restenozu tespit edilmiş olup balon anjiyoplasti uygulanmış ancak tekrar restenoz gelişmiş) insegment stent restenozu olan olgularda, bir hastada en fazla 3 (üç) adet ilaçlı stent bedelinin Kurumca karşılanacağı” belirtilmiştir.Davacının tedavisinde gerekli görülerek, tıbbi yetkililer tarafından reçetelendirilen tıbbi malzeme bedelinin davalı Kurum tarafından sağlanması konusundaki yasal yükümlülüğe karşın; malzemenin nitelik ve bedelinin belirlenmesi konusundaki yasal yetki de gözetilerek, tedavi gereklerini sağlama konusunda aynı sonucu doğurabilecek birden fazla malzeme türü arasından, insan yaşamının kutsallığı ve temel insan haklarından olan, sosyal güvenlik hakkının özüne dokunacak sınırlamalar getirilemeyeceği konusundaki ilkeler ışığında, Kurumun düzenleme yetkisinin olduğu ve eldeki davada da, bunun yargısal denetiminin olanaklı bulunduğunun kabulü zorunludur.Yasayla tanınan olanağın, yasal düzenlemeye dayalı olarak çıkarılan Yönetmelikle ortadan kaldırılması olanağı bulunmadığı gibi, Genel Sağlık Sigortası İşlemleri Yönetmeliği içeriğinde de engelleyici bir hükmün de yer almadığı gözetildiğinde; SUT’ta belirtilen şartlara uyan ilaçlı stentlerin, hastanın sağlığı açısından gerekli olduğu kabul edilerek, ödenecek fiyat araştırılıp, sonucuna göre karar verilmelidir. SUT’ta belirtilen şartlara uymayan ilaçlı stentler yönünden ise; tedavide çıplak metal stent kullanılabilme olanağı varken, ilaç kaplı stent olarak nitelenen stent kullanılmış olduğu gözetildiğinde; hastanın somut durumu değerlendirilerek, tercih edilen stent türünün, sağlık durumu ve tedavi gerekleri yönünden çıplak metal stent yerine kullanımının tercih nedeni ve tıbben gerekli olup-olmadığı, özellikle, ilaç kaplı stent olarak adlandırılan malzeme kullanımının, hasta yönünden üstün tutulmasını gerektirir özellikleri, bu niteliğe sahip olmayan stentin tedavi gereklerine uygun olmadığının veya çıplak metal stent yerine, reçetede belirtilen stent türünün kullanımının, hastanın sağlığına kavuşması ve sağlığının devamı yönünden, faydalı olma durumundan öteye, reçetede belirtilen stent türünün kullanılmamasının yaratacağı sağlık riskleri, yargısal denetime elverir biçimde bilimsel gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.Mahkemece, yukarıda belirtilen açıklama ışığında SUT’ta belirtilen olguların bulunmadığı anlaşılan somut olayda, tıbben gerekliliğinin tespiti amacıyla kardiyoloji alanında uzmandan rapor alınıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, somut olaya ilişkin yeterli bilgilerin bulunmadığı rapor esas alınarak, yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırıdır.2-Hastanın tedavisi için gerekli görülerek reçetelendirilen malzemenin, yukarıdaki bent kapsamındaki değerlendirme sonucunda tıbben gerekli olduğunun belirlenmesi halinde; anılan malzeme bedelinin denetlenip, faturadaki haliyle ödenecek nitelikte olup olmadığının ve buna bağlı olarak Kurum tarafından karşılanabilir miktarının belirlenmesi gerekecektir.5510 sayılı Yasanın 63.maddesinde yer alan “Kurum, finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile, (f) bendinde belirtilen sağlık hizmetlerinin türlerini, miktarlarını ve kullanım sürelerini, ödeme usûl ve esaslarını Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak belirlemeye yetkilidir. Kurum, bu amaçla komisyonlar kurabilir, ulusal ve uluslararası tüzel kişilerle işbirliği yapabilir. Komisyonların çalışma usûl ve esasları Maliye Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Kurumca belirlenir.” düzenlemesi ile Genel Sağlık Sigortası İşlemleri Yönetmeliği'nin 22.maddesindeki, “Kurum, finansmanı sağlanan ortez, protez, tıbbî araç ve gereç, kişi kullanımına mahsus tıbbî cihaz, tıbbî sarf, iyileştirici nitelikteki tıbbî sarf malzemelerini ve bu malzemelerin temini, garanti süresi sonrası bakımı, onarılması ve yenilenmesi hizmetleri ile, ödeme usul ve esasları Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak belirlemeye yetkilidir.” hükmü gözetilerek; kullanılan stent bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yukarıda sıralanan düzenlemeler çerçevesinde belirlenmesinin sağlanması, fiyat tespitinin makul süre içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından gerçekleştirilmemesi halinde ise; tedavinin yapıldığı yıl belirtilerek, Kamu İhale Kurumu vb. kuruluşlardan davaya konu sağlık malzemesine ilişkin ihalelerde teklif edilen fiyat ortalaması sorulup, vb. araştırmalar yapılıp, gerektiğinde konu hakkında teknik ve mali bilgiye sahip bilirkişiden, piyasa değerleri ve ilgili kuruluşların görüşü ışığında fiyat tespitine ilişkin rapor alınarak, tüm kanıtlar ışığında yapılacak değerlendirmeyle bir sonuca varılmalıdır. Ancak, yapılacak araştırma ile tıbben gerekli olmadığı anlaşılsa bile, normal stent bedeline isabet eden kısmın Kurum’ca karşılanması gerektiği gözetilmelidir.3-Kabule göre de; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 12.maddesinde “Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Belirlenen bu ücret Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre tespit edilen ücretten az olamaz.” kuralı öngörülmüş olup, tarifedeki kuralın “Belirlenen bu ücret Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre tespit edilen ücretten az olamaz.” kısmının, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30.06.2011 tarih, YD İtiraz No:2011/321 sayılı Kararı ile yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.Avukatlık ücretinin takdirinde, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168.maddesinde yer alan “hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.” şeklindeki açık yasal düzenleme uyarınca, karar tarihindeki tarife hükümleri gereği, reddedilen alacak miktarı esas alınarak, nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmedilmiş olması, isabetsiz bulunmuştur.Mahkemece, sıralanan maddi ve hukuki olgular ışığında inceleme yapılmaksızın, yetersiz incelemeye dayalı olarak karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, sigortalı tarafından temin edilen ve tedavisinde kullanılan ilaçlı stent bedelinin Kurumdan tahsili istemine ilişkindir.Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının ameliyat ile değişen kalp damarlarında %90 darlık saptanması nedeniyle tedavisi için tıbben gerekli olduğuna karar verilen ve kendisi tarafından temin edilerek yapılan operasyonda kullanılan ilaçlı stent bedelinin ödenmesi amacıyla, davalı Kuruma yaptığı başvurunun reddedildiğini belirterek, hastanın sağlığına kavuşması için elzem olan ilaçlı stent bedelinin sosyal devlet ilkesi gereğince davalı Kurumdan tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili cevap dilekçesinde özetle, protokol uyarınca Kuruma fatura edilen stent uygulaması dışında ayrıca stent bedeli ödenmediği ve ilaçlı stent bedeli olarak Kurumun ayrıca bir bedel belirlemediğini belirtilerek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, bilirkişi raporu uyarınca davacıya ilaç salınımlı stent uygulanması yapılmasının mutlak zorunlu olmadığının belirlendiği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, önceki gerekçe tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Uyuşmazlık, sigortalı tarafından temin edilerek tedavisinde kullanılan ilaçlı stent bedelinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacının 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihinden önce başlayan memuriyeti ve Emekli Sandığı iştirakçiliği nedeniyle 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olarak emekli olduğu, 15.02.2010 tarihinde adına fatura edilen ve tedavisinde kullanılan ilaçlı stent bedelinin ödenmesi için 17.03.2010 tarihinde Kuruma başvurduğu, Kurumun 02.04.2010 tarihli yazı ile davacının ödeme talebini reddetmesi üzerine davacı tarafından bedelin tahsili amacıyla idari yargıda dava açıldığı, Ankara 5.İdare Mahkemesinin 20.05.2010 gün ve 2010/742-717 sayılı kararı ile, “adli yargı iş mahkemelerinin görevli olduğu” gerekçesiyle davanın görev nedeniyle reddine karar verildiği, görevsizlik kararı üzerine davacının iş bu dava ile Kurumdan tahsil talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1'inci maddesine göre mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir. Anılan Kanun’un 114/1-b maddesi gereğince yargı yolunun caiz olması dava şartı olup, 115'inci maddesine göre mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.Bu nedenle öncelikle uyuşmazlık yönünden görev hükümlerinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun sağlık yardımlarına ilişkin hükümleri 5510 sayılı Kanun’un 106/8'inci maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, 5510 sayılı Kanun’un “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 4.maddesinde, bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı taktirde; iştirakçi iken bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bu Kanunun 4/1-c maddesi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4/1-c maddesine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı belirtilmiştir.Öte yandan, yine 5510 sayılı Kanun’un 101'inci maddesine göre, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.”Görüldüğü üzere statü hukukuna tabi olanlarla ilgili uyuşmazlıkların çözümünde yargı yolunun, dolayısıyla görevli mahkemenin 5510 sayılı Kanun’un 101 ve Geçici 4'üncü maddesindeki düzenlemeler birlikte değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.Konuya ilişkin mevzuat hükümlerinden olan 5510 sayılı Kanun’un 101'inci maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusu Anayasa Mahkemesinin 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı:28184) reddedilmiş ise de, uyuşmazlığın çözümünde anılan mahkeme kararının gerekçesinin de yol gösterici olacağı kuşkusuzdur.Anayasa Mahkemesi iptal istemini reddetmekle birlikte, söz konusu kararı “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/1-c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık yapılan, tesis edilen işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak olup, bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir. Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulunan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…” gerekçesine dayandırmıştır.5510 sayılı Kanun’un 101 ve Geçici 4'üncü maddeleri ile Anayasa Mahkemesi kararının gerekçe kısmının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanun'un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar ile bunların emeklileri ve hak sahipleri yönünden, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, 5510 sayılı Kanun'un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise, 5510 sayılı Kanun'un 4/1-c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5510 sayılı Kanun'un öngördüğü kural ve esaslar uygulanıp uyuşmazlığın da adli yargı yerinde (iş mahkemesinde) çözümleneceği anlaşılmaktadır.Kaldı ki; T.C.Anayasası’nın 158'inci maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.Bu durumda, 5510 sayılı Kanun’un 5754 sayılı Kanun ile değişik şeklinin yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden, Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muameleler “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceğinden, bunların iptali için açılan davaların çözüm yerinin idari yargı yeri olduğu açıktır.Nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 05.12.2012 gün 2012/251 E, 263 K sayılı ve 24.12.2012 gün 2012/536 E, 433 K sayılı kararları da bu yöndedir.Somut olayda; 5434 sayılı Kanun kapsamında iştirakçi olarak emekli aylığı alan davacının, 5510 sayılı Kanun'un Geçici 4'üncü maddesine değişiklik getiren 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce memur statüsünde bulunduğu göz önünde bulundurularak ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-b maddesine göre dava şartı olan "yargı yolunun caiz olmaması" nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek, ilaçlı stent uygulamasının mutlak zorunlu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair kararda direnilmesi isabetsizdir.Direnme kararı açıklanan değişik gerekçe ile bozulmalıdır.S O N U Ç : Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 12.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.