Ceza Genel Kurulu 2013/148 E. , 2014/87 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi : YARGITAY 11. Ceza DairesiGünü : 16.11.2012 Sayısı : 3-2
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 11. Ceza
Dairesince 16.11.2012 gün ve 3-2 sayı ile; sanık N.. T..'ın resmi
belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma, sanıklar A.. Y.. ve M..
T..'ün görevi kötüye kullanmak suçlarından 5271 sayılı CMK'nun 223/2-c
maddesi uyarınca beraatlerine karar verilmiş, Daire Üyesi A. T. D.
"sanık N.'nin sahtecilik suçunu oluşturduğu iddia edilen eylemle ilgili
olarak görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi
gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmıştır. Hükümlerin katılanlar
vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının 06.02.2013 gün ve 71138 sayılı “onama” istemli
tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza
Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara
bağlanmıştır. Sanıkların beraatine karar verilen olayda temyiz
incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlıklar; sanık N.. T.. hakkında resmi belgede sahtecilik ile tüm
sanıklar hakkında görevi kötüye kullanma suçlarının sübutuna ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
görev ve işbölümü dağıtım yazısına göre; sanıklar N.. T.. ve A.. Y..'in
basın suçları bürosu, sanık M.. T..'ün ise kaçakçılık ve mali suçlar
bürosu evraklarına bakmak ve tüm sanıkların adlarına kayıtlı bulunan
hazırlık evrakını takip edip sonuçlandırmak ile görevlendirildikleri,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2111 sayılı dosyasında
aralarında Z.. K.., A.. A.., İ. K. M. Ç.ve E. K.nın da bulunduğu yirmi
şüpheli hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla
kurulmuş örgüte üye olmak, nitelikli dolandırıcılık ve sahtecilik
suçlarından Cumhuriyet savcısı sanık N.. T.. tarafından yürütülen
soruşturmada 21.05.2009 tarihinde diğer sanıkların da
görevlendirildikleri, Soruşturmada 5271 sayılı CMK'nun 153/2.
maddesi gereğince kısıtlılık kararı alındığı, görevli bulunan Cumhuriyet
savcısı N.. T.. tarafından 01.06.2009 tarihinde Ankara Nöbetçi Sulh
Ceza Mahkemesinden soruşturma dosyasının 19 şüphelisi hakkında;
“doğrudan ortak ya da sahip oldukları taşınmazlara, kara, deniz ve hava
ulaşım araçlarına, ortağı bulundukları şirketteki ortaklık paylarına ve
bu kişilerin ortağı oldukları şirketlerin sahip oldukları yukarıdaki
varlık ve değerlere” 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesi gereğince el
konulmasının talep edildiği, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesince
01.06.2009 gün ve 563 D.iş sayı ile; talebe konu 19 kişiden Firdevsi
Ermiş, İ. K. M. Ç., Z.. K.., M. G.., A. C., Ü.Y.S. ve Ş..hakkında
CMK'nun 128/2, a-6. maddesi uyarınca; “a-) Doğrudan ortak ya da sahip
oldukları taşınmazlara, kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına, ortağı
bulundukları şirketlerdeki ortaklık paylarına el konulmasına, b)
Cumhuriyet Başsavcılığının (2) nolu maddedeki bu kişilerin ortağı
oldukları şirketlere sahip oldukları yukarıda sayılı varlık ve
değerlerine el konulmasına karar verilmesi talebinin, taşınmazlara,
kara, deniz ve hava ulaşım araçlarına, ortağı bulundukları şirketlerdeki
ortaklık paylarına el koyma kararı verildiğinden, kanunda belirtilmeyen
şekilde talepte bulunulduğundan talebin reddine, c-) M. S. B.ı'nın
açık kimliği ve TC kimlik numarası olmadığından isme benzer
başkalarının mağdur olmaması için talebin reddine” karar verildiği,
Bu karara karşı şüpheli müdafileri tarafından yapılan itirazların
Ankara 7, 8, 12, 13 ve 16. Asliye Ceza Mahkemeleri tarafından
reddedildiği, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinin itiraz üzerine
kesinleşen 01.06.2009 gün ve 563 D.iş sayılı bu kararına ilişkin dosyada
iki örnek bulunduğu, sahtecilik suçuna konu olan örnekte kararın (b) ve
(c) bentlerinin gözükmediği, Cumhuriyet savcısı N.. T.. tarafından
fotokopi ile çoğaltılan sözkonusu kararın (b) ve (c) bentleri
kapatılarak bu kısımlara ilişkin bölüm boş gözükecek şekilde, 02.06.2009
günlü müzekkereyle Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürlüğüne
gönderildiği, kararda yazılı şahıslara ait taşınmazlara tedbir
konulmasının talep edildiği, Aynı gün şüpheli 18 kişinin ortağı
oldukları şirketlerdeki paylarına el konulması hususunda İstanbul ve
Ankara Ticaret Sicil Memurluğuna da müzekkereler yazıldığı, kararın
şüphelilerin ortağı olduğu şirketlere de tebliğ edildiği, İstanbul
Ticaret Sicil Memurluğunun 08.06.2009 günlü yazısı ile Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı müzekkeresinde yazılı 18 kişinin ortak, kurucu ya da
yönetim kurulu üyesi oldukları şirketlerin adlarının bildirildiği ve ek
olarak anonim şirketlerde kuruculardan sonraki hissedarların tescile
tâbi olmadığının belirtildiği, Şüpheliler A.. A.. ve Z.. K..
müdafilerinin el koyma kararının kaldırılmasına yönelik 17.06.2009
tarihli dilekçedeki taleplerinin, görevli Cumhuriyet savcıları
tarafından 19.06.2009 günlü yazı reddedildiği, söz konusu dilekçede
şahısların malvarlıklarına konulan tedbirlerin kaldırılmasının talep
edilmiş olduğu, 22.06.2009 tarihinde şüpheli Mustafa Çelik
müdafiininde aynı talepte bulunduğu ve 23.06.2009 günü üç sanık
tarafından istemin yerinde görülmediği, Soruşturma dosyasında
şüpheli konumunda bulunan H.K. ve İ. K. arasında 25.06.2009 günü yapılan
telefon görüşmesinden; şirket tüzel kişiliğine ait bir taşınmazın
satışı için yapılan başvuru sırasında, Ticaret Sicil Memurluğu
tarafından şirket ortaklarının payında tedbir olduğundan bahisle tüzel
kişinin sahip olduğu taşınmazla ilgili tasarruf yetki belgesinin
verilmediğinin tespit edildiği, Katılan Set Programcılık ve Teknik
Hizmetleri San. ve Tic. A.Ş'nin 2.350.000 Lira sermayesinin 2.330.000
Lirasının Z.. K.., M.Ç. İ.K.'a ait olup, adı geçenlerin Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2111 esas sayılı dosyasında şüpheli
konumunda bulundukları, kalan 20.000 Lira sermayenin Z.. K..'ın oğulları
olan Ö. Z.K. ile M. H. K. ait olduğu, şirketin toplam 470.000
hissesinden 466.000 hissesinin şüphelilere ait olup bunun toplam
hissenin % 99,14'üne karşılık geldiği, Katılan Mepa Medya San. ve
Tic. A.Ş'nin 500.000 Lira sermayesinin 498.750 Lirasının Z.. K.., M. Ç.
ve İ. K. ait olup adı geçenlerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının
2008/2111 esas sayılı dosyasında şüpheli konumunda bulundukları,
sermayenin kalan 1.250 Lirasının Z.. K..'ın oğlu Ö.Z. K.'a ait olduğu,
şirketin toplam 500.000 hissesinin bulunduğu, bunun 498.750 hissesinin
şüphelilere ait olup, toplam hissenin % 99,75'ini oluşturduğu,
Katılan Y.. Dünya İletişim San. ve Tic. A.Ş nin % 80, H. Görsel San. ve
Tic. A.Ş'nin % 79,77, Yurt İletişim ve Haber Ajansı San. Ve Tic.
A.Ş.'nin % 98,57 hissesinin şüphelilere ait olduğu, Tapu Kadastro
Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürlüğünce 03.06.2009 günü sanık Cumhuriyet
savcısı N.. T..'a faksla gönderilen yazıda; şüphelilerden yedisi adına
25 tapu sicil müdürlüğünde çeşitli taşınmaz kayıtlarının olduğu tespit
edilerek ilgili tapu sicil müdürlüklerine gereğinin yapılması için yazı
yazıldığının belirtildiği, devamla, “ayrıca sistemimizde ad, soyad, baba
adı, ünvan esasına göre sorgulama yapıldığından şahısların /
şirketlerin diğer kimlik bilgilerinin doğru olup olmadığı tespit
edilememiştir. Ad-soyad-baba adları, ünvanları aynı/benzer olan farklı
şahıslar ve şirketler bulunabileceğinden ve şahısların şirketlerin
ayrıntılı nüfus bilgisi vs. taşınmazın bulunduğu ilgili tapu sicil
müdürlüklerinde mevcut olduğundan, iş bu müdürlükler tarafından kimlik
bilgileri işlendikten sonra işlem yapılabilecektir... yazınızda sözü
edilen şahıslar/ şirketler mal beyanında bulundular ise veya adlarına
kayıtlı başkaca gayrımenkul bilgisi kurumunuzda mevcutsa mahalle parsel
ada numaralarının bildirilmesi halinde tekrar araştırma yapılarak
tarafınıza bilgi verilecektir” şeklinde açıklama yazıldığı,
Cumhuriyet savcısı N.. T.. tarafından 04.09.2009 tarihinde Tapu Kadastro
Genel Müdürlüğü 20. Bölge Müdürlüğüne 18 şüphelinin açık kimlik
bilgileri ile 21 limited ve anonim şirketin adının bildirildiği, ekinde
karar gönderilmediği, Bir kısım şüpheliler müdafii avukat
Ş. Y.. Cumhuriyet Savcılığına hitaben yazdığı 05.03.2010 tarihli
dilekçede; “563 D.iş sayılı karar ile yalnızca gerçek kişilerin
malvarlığına el konulmuş, ancak tedbir kararının infazı sırasındaki bir
eksiklik ve yanlış anlamadan dolayı şüphelilerin ortağı olduğu şirket
tüzel kişilerinin malvarlığına da tedbir konulduğu ... anlaşılmaktadır.
Mağduriyetlere son verilebilmesi için tedbir kararının yanlış
uygulamalarına son verilmesi, tapu sicil müdürlüklerindeki tereddütlerin
giderilmesi için gereğinin yapılması” talebinde bulunduğu, dilekçenin
altında 06.03.2010 tarihli yazısı ile Cumhuriyet savcısı N.. T..
tarafından; "Av. E.. Ş.. ile yapılan telefon görüşmesinde işlemlerde
tereddütlü bulunan dairenin hangi işlemde hangi yönde tereddütlü
olduğunun belirtilmesi halinde bir karar verilebileceği, bu dilekçedeki
genel ifadelere göre bir karar verilemeyeceği" açıklamasının yazıldığı,
Soruşturma dosyasının 2010 yılında olağan müfettiş denetiminde
incelendiği, Ş.Y.. 05.03.2010 tarihli dilekçesi ve dilekçe üzerinde yer
alan Cumhuriyet savcısı N.. T..'ın yazısının müfettiş tarafından
görülerek denetiminin yapıldığı, ancak herhangi bir tavsiye ve tenkide
konu edilmediği, Avukat
Ş.Y.18.03.2010 tarihli dilekçesi ile; kararın (b) ve (c) bendi
kapatılarak ilgili yerlere gönderilmesi nedeniyle tüzel kişilerin
malvarlığına hatalı şekilde tedbir uygulandığı, yanlış uygulamaların
önüne geçilebilmesi için 563 D.iş sayılı kararın tamamının eksiksiz
şekilde ilgili yerlere gönderilmesi ve tedbir kararının şirkete ait
malvarlığını kapsamadığı hususunun açıklığa kavuşturulabilmesini talep
ettiği, Görevli Cumhuriyet savcıları olan üç sanığın imzaladığı
22.03.2010 günlü mütalaa yazısında; "Kararın şirket malvarlığına yönelik
tedbiri de kapsadığı, (a) bendinde şirketteki paya tedbir konulmuş
olduğundan ayrıca şirketlerin malvarlığına tedbir konulmasına gerek
görülmediği, kişilerin taşınmazlarına el konulmuş olması halinde kişinin
sahip olduğu taşınmazın elden çıkarılmasının önlenmesi sağlanırken,
aynı kişinin ortaklık yoluyla sahip olduğu şirketin taşınmazının elden
çıkarılmasının beklenemeyeceği, dolayısıyla şirketin sahip olduğu
taşınmaza tedbir konulmasında karara aykırı bir yön bulunmadığı,
uygulamanın karara uygun olduğu"nun belirtildiği, Ankara 3. Sulh
Ceza Mahkemesinin 01.06.2009 gün ve 563 D.iş sayılı kararında hakkındaki
tedbir talebi TC kimlik numarası olmadığından bahisle reddedilen Mehmet
Sıddık Balıkçı ile ilgili olarak yenilenen talep üzerine, 01.04.2010
tarihinde Ankara 10. Sulh Ceza Mahkemesince 434 D.iş sayı ile; "Doğrudan
ortak ya da sahip olduğu taşınmazlara, kara, deniz, hava ulaşım
araçlarına, ortağı bulunduğu şirketlerdeki ortaklık payına ve ortağı
olduğu şirketlerin sahip olduğu yukarıdaki sayılı varlık ve değerlere
CMK'nun 128/2, a-6. maddesi uyarınca elkonulmasına" karar verildiği,
şüpheli müdafinin itirazının da merciince reddedildiği, Sanık
Cumhuriyet savcısı N.. T.. tarafından, Zirve İletişim San. ve Tic. A.Ş.
Adına kayıtlı 877 parseldeki tapuya tedbir konulmasına ilişkin
Yenimahalle 2. Bölge Tapu Sicil Müdürlüğüne 30.04.2010 günü yazı
yazıldığı ve yazının ekinde 563 D.iş sayılı kararın tam metninin
gönderildiği, Konya Tapu Sicil Müdürlüğünce 07.05.2010 tarihinde
Set Programcılık Tanıtım ve Teknik Hizmetler San. ve Tic. A.Ş. adına
kayıtlı olan 19852 ada 5 parsel, Akyurt Tapu Sicil Müdürlüğünce
07.05.2010 tarihinde Set Programcılık Tanıtım ve Teknik Hizmetler San.
ve Tic. A.Ş. adına kayıtlı olan 957 parsel, Yenimahalle Tapu Sicil
Müdürlüğünce 17.05.2010 tarihinde Zirve İletişim San ve Tic. Ltd. Şti
adına kayıtlı olan 62593, 62596, 62599 ve 62607 parsel, Keşan Tapu Sicil
Müdürlüğünce 17.05.2010 tarihinde Set Programcılık Tanıtım ve Teknik
Hizmetler Tic. A.Ş. adına kayıtlı olan 1185, 1206, 1217 ve 1220 parsel
numaralı taşınmazlar üzerine ihtiyati tedbir tesisi işleminin
yapıldığını belirtir yazıların Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderildiği, söz konusu 1185 parsel numaralı taşınmaz üzerine konulan
tedbirin açıklaması olarak; "ortaklık payına el koyma kararı
verildiğinden, tedbir konulmuştur” şeklinde yazı yazıldığı, Bir kısım şüpheliler müdafii avukat
Hakan Yıldız tarafından 29.09.2010 tarihinde, şirketlerin mağdur olması
nedeniyle şirket taşınmazları üzerindeki el koyma kararının ve el koyma
kararından sonra elde edilen taşınmazlar üzerindeki tedbir kararının
kaldırılması talebinde bulunulduğu, Avukat
H. Y. hitaben yazılan ve üç Cumhuriyet savcısının da imzaladığı yazıda,
Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 563 D.iş sayılı kararına, bu
karara yapılan itirazları değerlendiren üst mahkemelerin kararlarına ve
taşınmazların edinme tarihlerine göre talebin yerinde görülmediğinin
belirtildiği, Manyas Tapu Sicil Müdürlüğüne yazılan 28.10.2010
tarihli müzekkere ile, Set Programcılık San. ve Tic. A.Ş. ne ait olan
1171 parsel sayılı taşınmazlara tedbir konulmasının istendiği ve ekinde
Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 563 D.iş sayılı kararının tamamının
gönderildiği, Esenyurt Tapu Sicil Müdürlüğüne yazılan 01.11.2010
tarihli müzekkere ile, M. A.Ş. ve B. Holding A.Ş. ne ait olan 2998-1
parsel sayılı taşınmaza tedbir konulmasının istendiği ve ekinde Ankara
3. Sulh Ceza Mahkemesinin 563 D.iş sayılı kararının tamamının
gönderildiği, Esenyurt Tapu Sicil Müdürlüğünce 08.11.2010
tarihinde M. Medya A.Ş. adına kayıtlı olan 2998-1 parsel numaralı
taşınmaz, Manyas Tapu Sicil Müdürlüğünce 08.11.2010 tarihinde Set
Programcılık Tanıtım ve Teknik Hizmetler San. ve Tic. A.Ş. adına kayıtlı
olan 1171 parsel numaralı taşınmaz ve üzerindeki dubleks daireler
üzerine ihtiyati tedbir tesisi işleminin yapıldığını belirtir yazıların
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, Y.Dünya İletişim
San. ve Tic. A.Ş.'ne ait olan ve İstanbul Pendik'te bulunan 1008 parsel
numaralı taşınmaz üzerine 17.09.2009 günü, 4013/1 parsel numaralı
taşınmaz üzerine 30.09.2009 tarihinde tedbir konulduğu ve ilgili
bölümlere "Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının Basın Suçları soruşturma
Bürosunun 04.09.2009 günlü müzekkeresi" şeklinde açıklama yazıldığı,
Y. İletişim San. ve Tic. AŞ.'ne ait olan ve İstanbul Sarıyer'de bulunan
1519 parsel numaralı taşınmaz üzerine 15.09.2009 günü tedbir konulduğu
ve ilgili bölümde "Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının Basın Suçları
soruşturma Bürosunun 04.09.2009 günlü müzekkeresi ve el koyma kararına
istinaden" şeklinde açıklama yapıldığı, Y. İletişim San. ve Tic.
A.Ş.'ne ait olan ve İstanbul Sarıyer'de bulunan 1518 parsel numaralı
taşınmaz üzerine 17.09.2009 da tedbir konulduğu ve ilgili bölümde;
"Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının Basın Suçları soruşturma Bürosunun
04.09.2009 günlü müzekkeresi ve el koyma kararına istinaden"
açıklamasına yer verildiği, Set Programcılık San. ve Tic. A.Ş.'ne
ait olan ve Edirne Keşan'da bulunan 1185 parsel numaralı taşınmaz
üzerine 17.05.2010 günü tedbir konulduğu ve ilgili bölüme "Ankara 3.
Sulh Ceza Mahkemesinin 01.06.2009 gün ve 563 D.iş sayılı mahkeme
müzekkeresi sayılı yazıları ile ortaklık payına el konulma kararı
verildiğinden tedbir konulmuştur" açıklamasının yazıldığı,29.07.2011
tarihli şikâyet dilekçesi üzerine sanıklar N.. T.., A.. Y.. ve M.. T..
hakkında 19.08.2011 günü soruşturmaya başlandığı, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu tarafından oyçokluğuyla kovuşturma izni verilmesine karar
verildiği, Kurul Üyeleri A. S. E. ve Z. Ö.'ın eylemlerin suç
oluşturmadığı ve kovuşturma yapılmasına gerek bulunmadığı görüşüyle
karşı oy kullandıkları, Sanıkların Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının 2008/2111 esas sayılı soruşturma dosyasındaki
görevlerine son verildiği, yeni görevlendirilen Cumhuriyet savcılarının
26.08.2011 tarihinde soruşturma dosyasını devralmasından sonra, Ankara
3. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.06.2009 gün ve 563 D.iş sayılı ve Ankara
10. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.04.2010 gün ve 434 D.iş sayılı el koyma
kararları ile ilgili olarak 23.09.2011 günü nöbetçi Sulh Ceza
Mahkemesinden; "Şüphelilerin miras yoluyla ya da şans oyunları ile elde
ettikleri ya da Deniz Feneri Derneğinin kurulduğu 1999 tarihinden önce
iktisap edilmiş taşınmazlar üzerindeki tedbirin kaldırılmasına ve diğer
mallar yönüyle tedbirin devamına karar verilmesi" talebinde bulunulduğu,
Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 26.09.2011 gün ve 811 D.iş sayılı
kararı ile el koyma kararındaki tedbirin kaldırılmasına ilişkin talebin
reddine karar verildiği, itiraz üzerine Ankara 20. Asliye Ceza
Mahkemesince 29.09.2011 gün ve 316 D.iş sayılı karar ile; "İtirazın
kabulüne, şüphelilerin miras yoluyla ya da şans oyunları ile elde
ettikleri ya da D.F. Derneğinin kurulduğu 1999 tarihinden önce iktisap
edilmiş taşınmazlar üzerindeki tedbirin kaldırılmasına, 434 D.iş sayılı
karardaki '.. ortağı olduğu şirketlerin sahip olduğu' cümlesinin
iptaline, şüphelilerin el konulan mallarının hangilerinin derneğin
kuruluşundan önce edinilen mallar olduğunun Cumhuriyet savcıları
tarafından incelenerek belirlenmesine" karar verildiği, Bir kısım şüpheliler müdafii Avukat
E.. Ş..'in Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesine hitaben yazdığı 26.03.2010
günlü dilekçesinde, mahkemenin 563 D.iş sayılı kararın hatalı
uygulandığı, infaz için gönderilirken (b) ve (c) bentlerinin
kapatıldığı, tedbir kararında şirket malvarlığına el konulması talebinin
reddedildiği belirtilerek daha önce eksik gönderilen kararın tam
metninin Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne, Ticaret Sicil Müdürlüğüne
ve Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilmesini ve tedbir kararının şirkete
ait malvarlığını kapsamadığı hususunun ilgili kurum ve kuruluşlara
tebliğ edilmesini talep ettiği, ancak söz konusu dilekçenin sanıklarla
ilgili disiplin soruşturması sırasındaki diğer dilekçe ve evraklara
eklenmesine karşın ilgili mahkemesine verilmediği, bir kısım şüpheliler
müdafii Avukat .. da ilgili dilekçeyi mahkemesine vermediklerini ifade ettiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2111 esas sayılı soruşturma
dosyasında 10.04.2012 gün ve 2111-124-1 sayılı iddianameyle şüpheliler
hakkında hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanmak ve sahtecilik
suçlarından kamu davası açıldığı, Anlaşılmaktadır. Sanıklar
aşamalarda; 5271 sayılı CMK'nun 153/2. maddesi uyarınca kısıtlılık
kararı alınan ve çok sayıda şüpheli hakkında yürütülen soruşturma
dosyasında, şüphelilerin malvarlıkları ile ilgili olarak verilen elkoyma
kararının şirket malvarlığını da dolaylı olarak kapsadığını, % 90 aşan
hakim hissedar konumunda olan şüphelilerin, kendi malvarlıkları üzerinde
tasarrufta bulunamazken, neredeyse tamamına yakın hisseye sahip
oldukları şirketlere ait malvarlıkları elden çıkarabilmesinin
düşünülemeyeceğini, kaldı ki henüz şirket taşınmazları üzerine tedbir
konmadan şüphelilerin hisselerindeki tedbir nedeniyle taşınmazlar
üzerinde de tedbir uygulamasının yapıldığını ve ticaret sicil memuru
tarafından tasarruf yetki belgesinin verilmediğini, gizlilik kararı
olan dosyada mahkeme kararının yalnızca infaz edilebilecek olan (a)
bendinin gönderildiğini, sonrasında da kararın tamamı gönderildiği halde
tapu sicil müdürlükleri tarafından tedbir uygulamasına aynı şekilde
devam edildiğini, onaysız fotokopi şeklindeki kararın yanlış anlaşılmayı
önlemek amacıyla bir bölümünün kapatılmasının sahtecilik suçunu
oluşturmayacağını, bazı bölümlerin eksik olduğunun ilk bakışta
anlaşılabilmesine göre aldatıcılık yeteneğinin de olmadığını, tedbirin
kaldırılmasına yönelik talep üzerine yazılan ret kararının hukuki
mütalaadan ibaret olup yargı yetkisi kapsamında kaldığını, kanun
yollarına açık olup suç teşkil etmeyeceğini, olağan denetim sırasında
adalet müfettişi tarafından da görülüp eleştiriye dahi konu olmadığını
savunmuşlardır. Temyize konu hükümlerin sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır. 1- Sanık N.. T.. hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan beraat hükmünün incelenmesi: 5237 sayılı TCK’nun “Resmi belgede sahtecilik” başlıklı 204. maddesi;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî
belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî
belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. (2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi
bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını
aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen
veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Resmi belgenin, kanun
hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge
niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır”
şeklinde düzenlenmiştir.Buna göre, resmi belgede sahtecilik suçu
seçimlik hareketli bir suç olup, resmi belgenin sahte olarak
düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde
değiştirilmesi, resmi belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi veya
sahte resmi belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu
görevlisi tarafından işlenmesi hali tanımlanmış ve daha ağır bir
yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi
tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin
kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge
olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi
huzurunda gerçekleşmiş gibi veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış
gibi göstererek belge düzenlemesi halinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan
suç oluşmaktadır. Maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu
oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya
kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı
oranında artırılması hükme bağlanmıştır. Sahtecilik suçlarının
hukuki konusu kamu güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak
düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya
kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek
suç olarak düzenlenmiş ve yaptırıma bağlanmıştır. Resmî belgenin
gerçeği taklit edilerek (sahte olarak düzenlenerek) işlenen suçun
sahtecilik olarak nitelendirilebilmesi için, düzenlenen belgenin gerçek
bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir.
Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tabi
tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak
kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel)
olup olmadığının ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup
olmadığının şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gerekir.
Mahkemece olayın çıkış, oluş ve akışı, düzenlenen belgelerle yapılan
işlemler göz önüne alınarak, sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp
anlaşılamayacağı bizzat saptanmalı ve sonucuna göre belgelerde aldatma
yeteneği olup olmadığı takdir ve tespit edilmelidir. İnceleme
konusu olayda, Cumhuriyet savcısı N.. T.. hakkında 02.06.2009 günlü
eylemi nedeniyle resmi belgede sahtecilik suçundan kamu davası
açılmıştır. Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.06.2009 gün ve 563 D.iş
sayılı kararına ilişkin bir sahtelik söz konusu olmayıp, kararın aslı
üzerine bir değiştirme, tahrifat, silinti ya da başka bir sahtecilik
fiilinin bulunmadığı görülmektedir. Sanığın eylemi onaysız fotokopi
halindeki karar metni üzerinde, gönderileceği ilgili makam tarafından
infaz edilecek bölümü açık kalmak üzere, infaza konu olmayan ve karar
örneğinin gönderildiği makamı ilgilendirmeyen (b) ve (c) bentlerini
kapatma ve bu haldeki fotokopi belgeyi Tapu Sicil Müdürlüğüne gönderilen
müzekkereye eklemekten ibarettir. Haklarında soruşturma yürütülen
18 kişi adına kayıtlı taşınmazlar, ulaşım araçları ve ortağı
bulundukları şirketlerdeki ortaklık payları üzerine tedbir konulmasının
teminine yönelik olarak ve kararın bu tedbirin konulmasına ilişkin infaz
edilecek (a) bendinin gönderilmesi şeklinde gerçekleşen olayda,
soruşturma dosyasında CMK'nun 153/2. maddesi uyarınca kısıtlılık kararı
verildiği de düşünüldüğünde, öncelikle onaysız fotokopi belge üzerinde
gerçekleştirilen eylem sahtecilik suçunu oluşturmayacaktır. Kaldı ki,
onaysız fotokopi niteliğindeki kararın yalnızca (a) bendi gözükmekte
olup, (a) bendinin son cümlesindeki "el konulmasına" ibaresinden sonra
uzun bir boşluk olduğu ve "evrakın Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine"
cümlesi ile arasında (b) ve devam eden bentlerin olması gerektiği ve bu
bölümlerinin kapatıldığı çok açık belli ve ilk bakışta anlaşılabilir
olduğundan, aldatma yeteneği de bulunmayıp sahtecilik suçu bu yönüyle de
oluşmayacaktır. Şu halde, sanığın resmi evrakta sahtecilik suçunu
oluşturmayacağı belirlenen fiilinin "görevi kötüye kullanma" suçunu
oluşturup oluşturmadığı üzerinde de durulmalıdır. 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununun ikinci kitabının "Millete ve devlete karşı suçlar ve son
hükümler"e yer veren dördüncü kısmının "Kamu idaresinin güvenilirliğine
ve işleyişine karşı suçlar" başlıklı birinci bölümünde "Görevi kötüye
kullanma" suçu 257. maddesinde; "(1) Kanunda ayrıca suç olarak
tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek
suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya
da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç
olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal
veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına
neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi,
altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3)
İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun
davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına
çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre
cezalandırılır" şeklinde düzenlenmişken, 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe
giren 6086 sayılı Kanunun birinci maddesi ile birinci ve ikinci
fıkralarında yer alan "kazanç" ibareleri "menfaat", birinci fıkrasında
yer alan "bir yıldan üç yıla kadar" ibaresi "altı aydan iki yıla kadar",
ikinci fıkrasında yer alan "altı aydan iki yıla kadar" ibaresi "üç
aydan bir yıla kadar" ve üçüncü fıkrasında yer alan "birinci fıkra
hükmüne göre" ibaresi "bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne
kadar adli para cezası ile" biçiminde değiştirilmek suretiyle, "(1)
Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin
gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya
kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan
kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller
dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek,
kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere
haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. 3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı
takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle
kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi,
bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile
cezalandırılır" şekline dönüştürülmüş, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe
giren 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile de üçüncü fıkra yürürlükten
kaldırılmıştır. Uyuşmazlıkla ilgili olan 5237 sayılı TCK’nun 257.
maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye
kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket
etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyeti veya
kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız kazanç, suç
tarihinden sonra 6086 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası ise
haksız menfaat sağlanması ile oluşmaktadır. Buna göre ilk şart,
kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanun veya diğer
idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevi
dolayısıyla yetkili bulunmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, norma aykırı
davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya
kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat
sağlanması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK'nun 257. maddesinin
gerekçesinde, suçun oluşmasına ilişkin genel şartlar; “Kamu görevinin
gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve
ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin
gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi
kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre,
kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle
sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması
ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye
kullanma suçu oluşabilecektir” şeklinde vurgulanmış, öğretide de;
TCK’nun 257. maddesindeki suçun oluşmasının, kamu görevlisinin görevinin
gereklerine aykırı hareket etmesi sonucunda kişilerin mağdur olması
veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması
şartlarına bağlı olduğu, bu sonuçları doğurmayan norma aykırı
davranışların, suç kapsamında değerlendirilemeyeceği açıklanmıştır. (M.
. A. - .A.C. Y. Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11.Bası,
Ankara, 2011, s.913 vd.; Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku
Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.769; Veli Özer Özbek -
Mehmet Nihat Kanbur - Koray Doğan - Pınar Bacaksız - İlker Tepe, Türk
Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011,
s.974) Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup
doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle “mağduriyet, kamunun zarara
uğraması ve haksız menfaat” kavramların açıklanması ve somut olaylarda
bunların gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla
sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü
davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Bu husus madde gerekçesinde;
"Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden
olunması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan
zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir
anlama sahiptir" şeklinde açıkça vurgulanmış, öğretide de; mağduriyetin
sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyeceği,
mağduriyet kavramının ekonomik zarar kavramından daha geniş bir anlama
sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının
ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının
zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine
işaret edilmiştir. (M. E. A. - A. G. - A.C. Y., Ceza Hukuku Özel
Hükümler, Turhan Kitapevi, 11.Bası, Ankara, 2011, s.911 vd.; Mahmut Koca
- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi,
Ankara, 2013, s.772; Veli Özer Özbek - Mehmet Nihat Kanbur - Koray Doğan
- Pınar Bacaksız - İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin
Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s.974) Kişilere haksız kazanç
sağlanmasını da içine alan kişilere haksız menfaat sağlanması da, bir
başkasına hukuka aykırı olarak maddi ya da manevi yarar sağlanması
olarak ifade edilebilecektir. Kamunun zarara uğraması hususuna
gelince; madde gerekçesinde "ekonomik bir zarar olduğu" vurgulanan
anılan kavramla ilgili olarak kanuni düzenleme içeren 5018 sayılı Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 71. maddesinde mevzuata aykırı karar,
işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya
eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her somut
olayda hakim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha
yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp
yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate
alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının
miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp, miktarı
saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç
bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin
anlaşılması halinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak
bu belirleme yapılırken, norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan
güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara
uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle de hareket
edilmemelidir. Öte yandan, 5271 sayılı CMK'nun "Taşınmazlara, hak
ve alacaklara el koyma" başlıklı 128. maddesi; "(1) Soruşturma veya
kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair
kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait; ) Taşınmazlara, b) Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına, c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba, e) Kıymetli evraka, f) Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, g) Kiralık kasa mevcutlarına, h) Diğer malvarlığı değerlerine,
Elkonulabilir. Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı
değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde
bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (2) Birinci fıkra hükmü; a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan; 1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (Madde 76, 77, 78), 2. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (Madde 79, 80), 3. Hırsızlık (Madde 141, 142), 4. Yağma (Madde 148, 149), 5. Güveni kötüye kullanma (Madde 155), 6. Dolandırıcılık (Madde 157, 158), 7. Hileli iflas (Madde 161), 8. Uyuşturucu veya uyarıcı Madde imal ve ticareti (Madde 188), 9. Parada sahtecilik (Madde 197), 10. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (Madde 220), 11. İhaleye fesat karıştırma (Madde 235), 12. Edimin ifasına fesat karıştırma (Madde 236), 13. Zimmet (Madde 247), 14. İrtikap (Madde 250) 15. Rüşvet (Madde 252), 16. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (Madde 302, 303, 304, 305, 306, 307, 308), 17. Silahlı örgüt (Madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (Madde 315) suçları, 18. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (Madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları. b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları, c) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu, d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar, e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü Maddelerinde tanımlanan suçlar,Hakkında uygulanır. (3) Taşınmaza elkonulması kararı, tapu kütüğüne şerh verilmek suretiyle icra edilir.
(4) Kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen elkoyma
kararı, bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle
icra olunur. (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü
hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya
malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili
banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan
sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik
işlemler geçersizdir. 6) Şirketteki ortaklık paylarına elkoyma
kararı, ilgili şirket yönetimine ve şirketin kayıtlı bulunduğu ticaret
sicili müdürlüğüne teknik iletişim araçlarıyla derhâl bildirilerek icra
olunur. Söz konusu karar, ilgili şirkete ve ticaret sicili müdürlüğüne
ayrıca tebliğ edilir. (7) Hak ve alacaklara elkoyma kararı, ilgili
gerçek veya tüzel kişiye teknik iletişim araçlarıyla derhâl
bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili gerçek veya tüzel
kişiye ayrıca tebliğ edilir. (8) Bu madde hükmüne göre alınan
elkoyma kararının gereklerine aykırı hareket edilmesi halinde, Türk Ceza
Kanununun 'Muhafaza görevini kötüye kullanma' başlıklı 289 uncu maddesi
hükümleri uygulanır. (9) Bu madde hükmüne göre elkoymaya ancak
hâkim karar verebilir" şeklinde, suçtan elde edildiğine dair kuvvetli
şüphe bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait malvarlığı değerlerine
elkonulmasına ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Soruşturma ve
kovuşturma konusu suçun işlendiği ve elkonulması düşünülen taşınmaz, hak
ve alacakların soruşturma ve kovuşturma konusu suçun işlenmesi
suretiyle elde edildiği hususlarında kuvvetli şüphe nedenlerinin
bulunması halinde maddenin birinci fıkrasında sekiz bent halinde sayılan
taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerine elkonulmasına
karar verilebilecektir. Burada taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı
değerleri şüpheli veya sanıktan başka kişilerin zilyetliğinde bulunması
halinde dahi, elkoyma kararına konu olabilecektir. Diğer taraftan,
2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 2. maddesi; "Hükmi şahısların tapu
işlerinde merkez ve şubelerinin bulundukları yerin en büyük mülkiye
amirinden, nizamnamelerine göre gayrimenkul tasarrufuna izinli
olduklarına ve tescil işini yapacak mümessilin salahiyetine dair
alınacak belgenin verilmesi mecburidir. Ticaret şirketleri bu belgeyi
ticaret sicili memurlarından alırlar" biçiminde, Ticaret Sicil
Tüzüğü’nün 105. maddesi ise; “Ticaret sicil memurları 2644 sayılı Tapu
Kanununun 2. maddesi hükmünce ticaret şirketlerinin gayrimenkule
tasarruf edebileceklerini gösteren vesikayı vermek için şirketlerin esas
mukavelelerinde bildirilen işletme konusuna ait hükümlerle beraber TTK’
nın 137. maddesi hükmünü göz önünde tutmakla mükelleftirler. Sırf esas
mukavelede şirketin gayrimenkule sahip olabileceğinin yazılmamış
olmasına dayanılarak vesikanın verilmesi isteği reddedilemez" şeklinde
düzenlenerek, tüzel kişilere ait gayrimenkullerle ilgili olarak bir
tasarrufta bulunabilmek için ticaret şirketlerinin kanuni
temsilcilerinin ticaret sicil memurundan gayrımenkul tasarrufuna yetkili
olduğuna dair belge alma zorunluluğu hüküm altına alınmıştır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan sanık N.. T..'ın genel
uygulamalardan farklı olarak, müzekkereye eklediği fotokopi haldeki
mahkeme kararının bir bölümünü kapatmak suretiyle ilgili makama
göndererek görevinin gereklerine aykırı hareket ettiği görülmektedir.
Ancak, TCK'nun 257. maddesi uyarınca kamu görevlisinin eyleminin görevi
kötüye kullanma suçunu oluşturduğundan söz edilebilmesi için görevinin
gereklerine aykırı davranış yetmemekte, bu davranışının kişilerin
mağduriyetine veya kamunun zararına neden olması ya da kişilere haksız
bir menfaat sağlanması sonuçlarını doğurması gerekmektedir. Sanığın
eylemi neticesinde bir kamu zararının doğmadığı ve kişilere haksız bir
menfaat sağlanmadığı hususunda bir tereddüt bulunmadığından, kişilerin
mağduriyetine neden olunup olunmadığı değerlendirilmelidir. Ankara
3. Sulh Ceza Mahkemesinin 563 D.iş sayılı kararı ile doğrudan ortak ya
da sahip oldukları taşınmazlara, kara, deniz, veya hava ulaşım
araçlarına, ortağı bulundukları şirketlerdeki ortaklık paylarına el
konulan 18 şüpheliden bir kısmının kurucu ortak ve hakim hissedar
oldukları katılan şirketlere ait taşınmazlar üzerine de tedbir konulduğu
anlaşılan olayda kişilerin mağduriyetine neden olunduğu ileri
sürülebilirse de; Tapu Sicil Müdürlüklerince sermaye şirketlerinin
hakim hissedar ya da kurucu ortaklarının payları üzerine tedbir
konulması durumunda şirket tüzel kişiliğine ait taşınmazlara da tedbir
konulması şeklindeki uygulamanın sürdürüldüğü, aynı şekilde Ticaret
Sicil Memurlukları tarafından benzer durumlarda hakim hissedar payı
üzerinde tedbir konulmuş olması halinde şirkete ait taşınmazlarla ilgili
tasarruf yetki belgesinin verilmemesi yönündeki uygulamanın tercih
edildiği görülmektedir. İnceleme konusu olayda da, Keşan Tapu Sicil
Müdürlüğünce Set Programcılık Tanıtım ve Teknik Hizmetler Tic. A.Ş.
adına kayıtlı olan 1185 parsel numaralı taşınmazlar üzerine konulan
ihtiyati tedbirin açıklaması olarak; "ortaklık payına el koyma kararı
verildiğinden, tedbir konulmuştur” şeklinde yazı yazıldığı, ayrıca adı
geçen şirketin bir diğer taşınmazının satışı için Tapu Kanununun 2.
maddesi uyarınca yapılan başvuru sırasında henüz şirket taşınmazı
üzerine tedbir konulmadığı halde Ticaret Sicil Memurluğu tarafından
hissedar payında tedbir olduğundan bahisle tüzel kişinin sahip olduğu
taşınmazla ilgili tasarruf yetki belgesinin verilmediği görülmektedir.
Öte yandan, sanık Cumhuriyet savcısı kararın bir bölümünü kapatmak
suretiyle Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürlüğüne
gönderirken mahkeme kararına uygun olacak şekilde şahıslar adına kayıtlı
taşınmazlar üzerine konulan tedbirin icrasından bahsetmiş, bu
müzekkereyi alan anılan müdürlük tarafından faksla gönderilen yazıda 25
ayrı tapu sicil müdürlüğünde bir kısım taşınmazların tespit edildiği ve
tedbir konulması için gerekli yazıların yazıldığı belirtildikten sonra,
şahısların ayrıntılı kimlik bilgilerine ek olarak şirket ünvan ve adres
bilgileri de istenmiş olup, sanık Cumhuriyet savcısı tarafından Tapu
Kadastro Genel Müdürlüğünün uygulamasının bu yönde olduğu düşünülerek
şüphelilerin ortağı olduğu şirketlerle ilgili bilgiler bu yazı üzerine
gönderilmiştir. Kaldı ki, sanık Cumhuriyet savcısı tarafından bu
bilgiler gönderilmeden önce de bir kısım şirket taşınmazları için
ihtiyaten tedbir uygulamasına başlanmış, aynı soruşturmada şüpheli
konumunda bulunan Mehmet Sıddık Balıkçı ile ilgili olarak pay sahibi
olduğu şirket malvarlığı üzerine de tedbir konulmasına karar verilmiş ve
bu karar ilk aşamada itiraz üzerine kesinleşmiştir. Buna göre,
soruşturma şüphelilerinin bir kısmının katılan şirketlerin tamamına
yakınında hisse sahibi olarak hakim ortak konumunda bulunmaları, kurucu
ortak olmaları, soruşturmanın niteliği, kapsamı ve 5271 sayılı CMK'nun
128. maddesi hükmü göz önünde bulundurulduğunda, görevin gereklerine
aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine neden olma
şartının da somut olayda gerçekleşmediği kabul edilmelidir. Bu
itibarla, sanık Cumhuriyet savcısı N.. T..'ın eyleminin resmi evrakta
sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmadığı
anlaşıldığından, hakkında kurulan beraat hükmünün onanmasına karar
verilmelidir. 2- Görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin olarak
yukarıda yer verilen açıklamalar da değerlendirilmek suretiyle tüm
sanıklar hakkında 22.03.2010 günlü eylem nedeniyle görevi kötüye
kullanma suçundan kurulan beraat hükümlerinin incelenmesine gelince;
Ceza muhakemesi, yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesi ile
başlayıp yargılama sonucunda sanık hakkında bir hüküm verilip, bunun
kesinleşmesine kadar geçen süreci ifade etmekte, hatta hükmün
kesinleşmesinden sonraki bir kısım işlemleri de kapsamaktadır. Ceza
muhakemesi hukuku ise, yargılama organlarının bir suçun işlenip
işlenmediği konusunda ortaya çıkan ceza uyuşmazlığını çözerken
izleyecekleri yöntemi gösteren normlar bütünü şeklinde tarif
edilebilecektir. Muhakemenin ilk aşaması olan soruşturma evresinde,
Cumhuriyet savcısı ihbar, istihbari bilgi, şikâyet veya başka bir
suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez,
kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin
gerçeğini araştırmaya başlayan, delil toplayan ve muhafaza altına alan,
soruşturma evresinin sonunda elde edilen delillere göre kamu davasının
açılması talebiyle iddianame düzenleyen ya da kamu davası açılması için
yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilmemesi veya kovuşturma
yapılması imkânının bulunmaması halinde kovuşturmaya yer olmadığına
karar veren veya şartlarının oluşması halinde kamu davasının açılmasının
ertelenmesine karar veren, bunun yanında kovuşturma aşamasında ve
hükmün kesinleşmesinden sonraki infaz aşamasında da görevleri bulunan
muhakeme süjesidir. Suçun öğrenilmesiyle başlayan soruşturma
evresinde delillerin elde edilmesi, bunların kaybolmasının önlenmesi ve
kovuşturmaya kadar koruma altına alınması gerekmekte olup, bu hususlar
CMK'nun 160. maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısının yargı yetkisinin
kullanılma alanına ilişkin görev ve sorumluluklarıdır. Diğer
taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Mahkemelerin Bağımsızlığı"
başlığı altından düzenlenen 138. maddesi; "Hakimler, görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı
kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya
kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve
talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi
bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez" hükmünü içermektedir. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Soruşturma dosyasında şüpheliler müdafiinin, 5271 sayılı CMK'nun 128.
maddesi uyarınca verilen tedbir kararlarının kaldırılması ve uygulamanın
düzeltilmesi yönündeki taleplerini 22.03.2010 tarihli yazılı mütalaa
ile reddetmelerinin görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu
iddiasıyla sanıklar hakkında kamu davası açılmış ise de, yargı görevini
yürüten Cumhuriyet savcısı olan sanıkların soruşturma dosyasının
taraflarından birinin tedbir kararının uygulanmasının yerinde
olmadığından bahisle kaldırılmasına ilişkin talebi üzerine, "uygulamanın
yerinde olduğuna ilişkin" görüşlerini hukuki mütalaalarında yazmaları
eyleminin Anayasanın 138. maddesi uyarınca yargı yetkisi ve takdirinin
kullanılması kapsamında kaldığı ve yargısal nitelikte olan yapılan
talebe karşı hukuksal görüşlerini yazmaları uygulamasına karşı kanun
yollarına başvuru imkanının bulunduğu ve bu nedenle sanıkların
eylemlerinin "görevin gereklerine aykırı hareket etme" olarak
değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından TCK'nun 257/1 maddesinde
düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmadığı kabul
edilmelidir. Bu itibarla, görevi kötüye kullanma suçunun kanuni
unsurları oluşmadığından, sanıkların beraatine ilişkin Özel Daire kararı
isabetli olup, katılanlar vekillerinin temyiz itirazlarının reddi ile
beraat hükümlerin onanmasına karar verilmelidir. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 16.11.2012 gün ve 3-2 sayılı;
Sanık N.. T.. hakkında resmi belgede sahtecilik ve görevi kötüye
kullanma, sanıklar A.. Y.. ve M.. T.. hakkında görevi kötüye kullanmak
suçlarından kurulan beraat hükümleri usul ve kanuna uygun bulunduğundan
ONANMASINA, 2- Dosyanın, bu Daireye gönderilmek üzere Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.02.2014 günü yapılan müzakerede
tebliğnamedeki talebe uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.