Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 838 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 2967 - Esas Yıl 2009





Taraflar arasında görülen davada Şişli 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen 22.06.2008 tarih ve 2005/1766 - 2008/1182 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:Davacı vekili, davalıların yönetim ve denetim kurulu yaptıklarını S. Metal Sanayii A.Ş.’ye TMSF tarafından elkonulduğunu elkolyma sonrasında kasada yapılan sayımla olması gereken paranın bulunmadığını, ayrıca ortakların sermaye koyma borcunu gecikmeli ödemeleri nedeniyle şirketin zararının bulunduğunu ileri sürerek, toplam 1.790,52 YTL’nin temerrüt faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.Bir kısım davalılar vekili ile davalılar, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmiştir.Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.Dava, davacı şirketin eski yönetim ve denetim kurulu üyeleri hakkında açılan sorumluluk davasıdır.Somut olayda, davalıların yönetim ve denetim kurulu üyesi bulundukları sırada ortakların ödemesi gereken sermaye borcunun geç tahsil edilmesinden dolayı şirketin faiz zararının bulunduğu ve ayrıca şirket kasasında olması gereken paranın da mevcut olmadığı iddiası ile iş bu dava açılmış olup, mahkemece, sermaye borcunun geç tahsil edilmesi nedeniyle oluşan zarara ilişkin davalıların 2001 yılında yapılan genel kurulda ibra edildikleri, kasa açığına ilişkin zararın hangi tarihte ve kim tarafından meydana getirildiğinin ispat edilemediği gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmiştir.Oysa, hükme esas alınan bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere davacı şirketin Anasözleşmesinde ortalıkların taahhüt ettikleri sermaye borcunun 1/4 ünü tescil tarihinden itibaren 3 ay içinde ödemelerinin kararlaştırıldığı, ancak bu borcun gecikmeli olarak ödendiği tartışmasız olup, sermaye borcunun gecikmeli tahsil edilmesi nedeniyle şirketin gecikme faizi zararının bulunduğu ve bunun ortaklardan istenebileceği de kuşkusuzdur.TTK’nIn 380. Maddesine göre “bilançonun tasdikine dair olan umumi heyet kararı, aksine sarahat olmadığı takdirde, idare meclisi azalarıyla, müdürler ve murakıpların ibrasını tazammun eder. Bununla beraber bilançoda bazı hususlar belirlenmemekte veyahut bilanço şirketin gerçek durumunun görülmesine mani yanlış bir takım hususları ihtiva etmekte ise, idare mevlisi azalarıyla müdürler ve murakıplar, bilançonun tasdikiyle ibra edilmiş olmazlar." Bu yasa hükmünden anlaşılacağı üzere ve Dairemiz’in yerleşmiş uygulamasına göre, şirket yönetiminin zarara yol açan işlem ve yaklaşımları genel kurulda tüm açıklık ve ayrıntıları ile açıklanıp irdelenmişse, genel kurulca verilen ibra kararı, gerçek anlamda borçtan kurtarma ve aklama niteliği taşır. Genel kurulun bu nitelikteki ibrası sonucu, artık yönetim kurulunun o faaliyet dönemine ilişkin tüm işlemleri hakkında, zarara neden olsalar da, ortaklıkça sorumluluk Davası açılamaz. (11. HD. 16.03.1982 gün, 1982/760-1097 SAYILI KARARI, Bkz. YKD.C.8.S.12sh.1664 vd.).Her ne kadar mahkemece, davalıların, ibra edildikleri gerekçesiyle sorumlu olmadıklarına karar verilmiş ise de, yukarıda yapılan açıklamadan da anlaşılacağı üzere davalılar hakkında verilen ibra kararı faiz zararının tüm açıklığı ile genel kurulda tartışılmaması nedeniyle gerçek anlamda borçtan kurtulma olarak değerlendirilemez. Bu itibarla, mahkemece, davalıların sermaye borcunu geç tahsil etmeleri nedeniyle oluşan faiz zararından sorumlu olduklarının kabulü ile oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.Ayrıca, davacı şirkete TMSF tarafından elkonulduğu tarihte kasada bulunması gereken paranın mevcut olmadığı da iddia edilmiş olup buna ilişkin 31.3.2004 tarihli tutanak da delil olarak sunulmuştur. Kural olarak, yönetim kurulu üyeleri şirket adına yaptıkları işlemlerden dolayı kişisel olarak sorumlu tutulmazlar ise de, öğretideki baskın görüşe göre, TTK’nın 336. maddesinde belirtilen hallerde ortaklığa ve ortaklık alacaklılarına karşı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe tüm yöneticiler oluşan zarardan müteselsilen sorumlu olurlar. Yani yönetim kurulu üyelerinin görevlerini ifaları sırasında bir zarar oluşmuşsa, bu zararın üyelerin kusurlu eylemi sonucu meydana geldiğinin kabulü gerekmektedir. Başka bir deyişle, Türk Ticaret Kanunu yönetim kurulu üyeleri için kusur esasına dayanan bir sorumluluk öngörmüş ve yönetim kurulu üyeleri aleyhine kusur karinesi kabul etmiştir. (Gönen Eriş-Ticari İşletme ve Şirketler-s.1941,1942,1999). Dava konusu olayda TMSF tarafından davacı şirkete 13.2.2004 tarihinden elkonulduktan sonra şirket defter kayıtlarının incelenmesi sonucu 31.3.2004 tarihli tutanağa göre kasada yapılan sayımda olması gereken 582.32 YTL’nin kasada mevcut olmadığı, kasanın boş olduğu ve bu tutanağın muhasebe şefi tarafından imzalandığı bu durumda kasa açığının mevcut olduğunun anlaşıldığına göre, davalılar TTK’nın 338. maddesi gereğince oluşan kasa açığı zararından kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ispat etmedikleri takdirde zarardan sorumlu oldukları gözetilmeden, kasa açığının davacı tarafından ispat edilemediği gerekçesiyle, yazılı şekilde hüküm tesiside doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA<karar>, 26.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.