Kararı VerenYargıtay Dairesi : 3. Ceza DairesiMahkemesi : Asliye CezaKasten yaralama suçundan sanığın beraatına ilişkin Sulh Ceza Mahkemesince verilen 16.01.2014 gün ve 260-18 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 30.09.2014 gün ve 14352-31851 sayı ile;"Diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;Mağdurun beyanının tanık ifadesiyle kısmen doğrulanması ve adli raporunda mevcut yaralanmanın niteliği gözetildiğinde, sanığın atılı suçtan mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.Yerel mahkeme ise 07.05.2015 gün ve 342-196 sayı ile;"Sanık savunması, katılan ve tanık beyanları, katılana ait adli rapor, dosyadaki diğer belge ve kayıtlar ile delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda; olay öncesinde katılan ile sanığın kardeşinin nişanlı oldukları, katılanın yaşı konusunda yalan söylendiği gerekçesi ile sanığın kardeşinin katılandan ayrıldığı, bu nedenle aralarında husumet oluştuğu, olay günü katılanın tanığın evinde olduğu sırada sanığın kapıyı çaldığı, sanıkla karşılaşmak istemeyen katılanın balkona saklandığı, sanığın içeri geçmesi üzerine evden ayrıldığı, bu sırada sanığın katılanı sırtına tekme atmak ve sürüklemek suretiyle yaraladığı ve dolayısıyla sanığın üzerine atılı suçu işlediği hususunun her türlü şüpheden uzak kesin bir biçimde ispat olunamadığı ve suçun işlendiği konusunda her türlü şüpheden uzak bir vicdani kanaate varılamadığından her hukuk devletinde kabul edilen ve ceza yargılama hukukunun evrensel ilkesi olan 'masumluk karinesi' ile yakından ilgili olan 'şüpheden sanık yararlanır' prensibi çerçevesinde suça konu fiilin sanık tarafından işlendiğinin yüzde yüz açıklığa kavuşturulamamış olduğu, bu durumda mahkûmiyet kararı verilemeyeceği, bunun sebebinin 'suçlunun cezasız kalmasının masum bir kişinin mahkûm olmasına tercih edilmesi' mantığına dayandığından sanığın beraatine karar verildiği, zira her ne kadar katılanın yaralandığına ilişkin adli rapor alınmış olsa da, raporda yaralanmanın yeri ve niteliğinin, sanığın kendisine karşı gerçekleştirdiğini iddia ettiği eylem ile tam olarak uyumlu bulunmadığı, sanığın hem soruşturma, hem de kovuşturma aşamasında katılana vurmadığını belirttiği, olayın tek tanığının merdivende oluştuğu iddia edilen olayları görmediğini, özellikle sanığı evden yolcu ederken merdivenlerde kimseyi görmediğini beyan ettiği, tanığın doğruyu söylemediğine ilişkin katılan vekilinin soyut iddiaları dışında, iki tarafı da tanıyor olmasının, beyanlarının güvenilirliğini azaltmayacağı birlikte değerlendirildiğinde sanığın dava konusu eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin her türlü şüpheden uzak bir şekilde kesin olarak kanıtlanamadığı, bozma ilamında mağdurun beyanının tanık anlatımı ile kısmen doğrulandığı belirtilmiş ise de, bu hususun mahkûmiyeti için gerekli şüpheyi tamamen ortadan kaldırmadığı, bu haliyle sanığı cezalandırmanın 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesine aykırı olacağı" gerekçesiyle önceki hükmünde direnerek sanığın beraatına karar vermiştir.Bu hükmün Cumhuriyet savcısı ile katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.06.2015 tarih, 217698 sayı ve "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARIÖzel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın kasten yaralama eylemlerinin sabit olup olmadığının tespitine ilişkin ise de, öncelikle aleyhe bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme hükmü kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.İncelenen dosya kapsamından;Özel Dairece sanık hakkındaki beraat hükmünün, kasten yaralama eylemlerinin sabit olduğu ve mahkûmiyeti gerektiğinden bahisle bozulduktan sonra, yerel mahkemece katılanın beyanının alınabilmesi amacıyla bulunduğu yer mahkemesine talimat yazıldığı, ayrıca sanığın duruşma gün ve saatini bildirir davetiye ile çağrıldığı, ilk duruşmaya gelmemesi üzerine sanık hakkında bozmaya karşı savunmalarının alınabilmesi için yakalama emri çıkarıldığı, ikinci celse ise yakalama emrinin kaldırılmasına karar verildikten sonra, sanığın aleyhe olan bozma ilamına karşı diyecekleri sorulmadan yokluğunda direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır.1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 326/2. maddesi gereğince hükmün aleyhe bozulması halinde, davaya yeniden bakacak olan mahkemece sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup, bu hususta müdafiin dinlenilmesi ile de yetinilemeyecektir. Aynı kurala 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/2. maddesinde de yer verilmiştir. Bu hükümler uyarınca sanığa, bozma ilamında belirtilen ve aleyhine sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bozmaya karşı delillerini ileri sürebilme imkânı tanınmalıdır. Anılan düzenlemeler "savunma hakkının sınırlandırılamayacağı" ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.Yukarıda belirtilen zorunluluk beraat hükümlerinde direnilmesi halinde de geçerlidir. Zira Yargıtay Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup, yerel mahkemenin beraat kararının bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 326. maddesi uyarınca ısrar üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen karara uyma mecburiyeti bulunmaktadır. Bu durum karşısında sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü, savunma hakkının kısıtlanması neticesini doğuracaktır. Savunma hakkı ise, sanığın en önemli ve vazgeçilemez haklarından olup, bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK'nun 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun tereddütsüz uygulamaları da ısrar edilen ilk hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe olan bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;Mahalli mahkemece aleyhine bozmadan sonra sanığın duruşma gün ve saatini bildirir çağrı kâğıdı ile çağrılmasına ve ilk duruşmaya gelmemesi üzerine de hakkında yakalama emri çıkarılmasına rağmen, ikinci celse bu karardan vazgeçilerek sanıktan aleyhine olan bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan önceki hükümde direnilmesi usul ve kanuna aykırıdır.Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, aleyhine olan bozmaya karşı sanığın beyanları alınmadan yargılamaya devam edilerek bir hüküm kurulması isabetsizliğinden, sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Asliye Ceza Mahkemesinin 07.05.2015 gün ve 342-196 sayılı direnme kararının aleyhe olan bozmaya karşı sanığın savunması alınmadan yargılamaya devam edilip hüküm kurulması isabetsizliğinden, sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 19.01.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.