DAVA : Mühür bozma suçundan sanık Yaşar'ın TCK.nın 274/1, 274/1, 274/1 ve 647 sayılı Yasanın 4. maddeleri uyarınca 4.980.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, ( Zeytinburnu Asliye Birinci Ceza Mahkemesi ) nce verilip kesinleşen 14.5.1994 günlü karar aleyhine Adalet Bakanlığı'ndan verilen 21.9.1994 gün ve 22366 sayılı yazılı emri içeren C.Başsavcılığı'nın 30.9.1994 gün ve 85931 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası, Daireye gönderilmekle incelendi ve gereği görüşüldü: KARAR : A- Tebliğnamede: "1.12.1992 tarihinde yürürlüğe giren 3842 sayılı Yasanın 15 ve 24. maddeleri ile değişik CYY.nın 138 ve 254/son maddeleri hükmüne aykırı biçimde sanığın savunmasının alındığı 14.5.1993 günlü celsede, CYY.nın 135. maddesindeki yasal hakları hatırlatılmadan sorgusunun yapılarak cezalandırılmasına karar verilmesinde isabet görülmemiştir" denilmektedir. B- İnceleme: Ceza yargılamasının temel amacı, daha önce işlenmiş olan eylemle ilgili maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak, bu amaç, ne pahasına olursa olsun gerçekleştirilemez. Yapılan araştırma ve soruşturma, mutlak ve sınırsız değildir. Bu etkinlikler sırasında kişisel ve/veya toplumsal değerlerin korunması zorunludur. Bu nedenlerle yasa koyucu, Ceza Yargılama Yasasının çeşitli maddelerinde, kanıtın kendisi ve elde edilmesiyle ilgili birçok sınırlamalar ve yasaklar getirmiştir. Ceza Yargılama Yasasında 3842 sayılı Yasayla yapılan değişiklik de bu bağlamda olmuş, kanıt elde etme ( md.135/a ) ve hukuka aykırı olarak elde edilen kanıtlarla ilgili değerlendirme ( md.254/2 ) yasakları getirilmiştir. C.Yargılama Yasasının aynı Yasayla değişik 135. maddesinde öngörülen aydınlanma hakkı ve aydınlatma yükümlülüğüne uyulmayarak ve özellikle susma, savunma ve bir savunmandan yararlanma hakları bildirilmeden yapılan sorgu ve bu sorguyla elde edilen anlatım kanıtı da, kuşkusuz hukuka aykırı bir kanıttır ve değerlendirme yasağı kapsamındadır. Ne var ki, ceza yargılamasının bir başka temel dayanağı da, kamu yararı arasındaki duyarlı dengeyi kollayan ölçülülük ilkesidir. Bu ilke gözetilmez ve kamu yararı birey zararına işletilirse haklar ve değerler örselenir; birey yararı toplum zararına kayırılırsa yargılama kilitlenebilir ve dolayısıyla her iki durumda da hukuk barışı tehlikeye düşer. Bu nedenle yasa koyucu, hukuka aykırı kanıtlar için değerlendirme yasağını getirirken, bu tür "kanıtların hükme dayanak" yapılamayacağını, yapıldıkları takdirde hükmün sakatlanacağını ( md. 254/2 ) belirtmekle birlikte, nedensellik bağı arayarak, yasaya ayıkırılığın konulan hükmü etkilemesi gerektiğini de vurgulamıştır ( md. 320/1 ). Bu koşullar bulunduğu takdirde, hiç kuşkusuz hüküm bozulacaktır. Öte yandan, olağanüstü ve sıra dışı bir yasa yolu olan yazılı emir yolu yeniden duruşma yapılamayacağından, Yargıtay'ın ilk mahkemenin yerine geçerek karar verebileceği durumlarla sınırlıdır. Dosya incelendiğinde, hükümlünün 3842 sayılı Yasa değişikliğinden sonra sorgusunun yapıldığı anlaşılmakta ve savunma/anlatım özgürlüğünü kullanıp kullanmama ve aydınlanma konularında, C.Yargılama Yasasının 135. maddesinde öngörülen hakların kendisine bildirildiğine ilişkin bir deyişe duruşma tutanağında raslanmaktadır. Bu durumuyla sorgu yasaya aykırıdır. Ancak hükümlü aşamalardaki savunmalarında, okunan son soruşturma kararındaki suçlamaları reddetmekle yetinmiş; kanıt oluşturacak ikrar ya da benzeri bir anlatımda bulunmamıştır. Öte yandan yerel mahkemenin, bir ikrar ve kabulü içermeyen savunmaya dayanması esasen olanaksızdır. Nitekim mahkeme hükmü, öbür kanıtlara dayanılarak kurulmuştur. SONUÇ : Yukarıda açıklandığı üzere, söz konusu hukuka aykırı işlemin, kurulan hüküm açısından nedensel ( illi ) değeri ve gücü bulunmadığından, yazılı emre dayalı tebliğnamedeki isteğin ( REDDİNE ), 4.10.1994 Tarihinde oybirliğiyle karar verildi.