5846 sayılı Kanuna
muhalefet suçundan sanığın aynı kanunun 81/9-1, 5237 sayılı TCK’nun 53/1
ve 54. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak
yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin,İstanbul 3. Fikri ve Sınai
Haklar Ceza Mahkemesince verilen 09.03.2010 gün ve 550-277 sayılı
hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı
inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 31.01.2012 gün ve 12429-782 sayı
ile;
“Yokluğunda verilen
hükümde temyiz süresinin tebliğinden itibaren başlayacağı
belirtilmeyerek sanık yasa yolunda yanıltıldığından, müdafiinin temyiz
talebi süresinde kabul edilerek yapılan incelemede;
5846 sayılı Yasanın 08.02.2008
tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728
sayılı Yasanın 143. maddesi ile değişik 81/4. maddesinde ‘bandrol
yükümlülüğüne aykırı ya da bandrolsüz olarak bir eseri çoğaltıp satışa
arz eden, satan, dağıtan veya ticari amaçla satın alan ya da kabul eden
kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para
cezasıyla cezalandırılır’ hükmüne yer verilmiş ise de, maddenin içtimayı
düzenleyen 13. fıkrasında yer alan ‘bandrol yükümlülüğüne aykırılığın
aynı eserle ilgili olarak 71’inci maddenin birinci fıkrasının 1 numaralı
bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi halinde, fail hakkında
sadece 71’inci maddeye göre cezaya hükmolunur. Ancak verilecek ceza üçte
biri oranında artırılır’ hükmü, 5728 sayılı Kanunun 138. maddesi ile
değişik 71/1. maddesindeki ‘bu kanunda koruma altına alınan fikir ve
sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal
ederek; bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin
yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren,
dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla
umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya
çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek
suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticari amaçla satın alan, ithal veya
ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da
depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adli para
cezasına hükmolunur’ şeklindeki hüküm, yasanın soruşturma ve kovuşturma
usulünü düzenleyen 75. maddesindeki ’71 ve 72’inci maddelerde sayılan
suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması şikâyete bağlıdır.
Yapılan şikâyetin geçerli kabul edilebilmesi için hak sahiplerinin veya
üyesi oldukları meslek birliklerinin haklarını kanıtlayan belge ve sair
delilleri Cumhuriyet Başsavcılığına vermeleri gerekir. Bu belge ve sair
delillerin şikâyet süresi içinde Cumhuriyet Başsavcılığına verilmemesi
halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir’ ve ‘bu kanunda yer
alan soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlar dolayısıyla başta
Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri olmak
üzere ilgili gerçek ve tüzel kişiler tarafından eser üzerinde manevi ve
mali hak sahibi kişiler şikâyet hakkını kullanabilmelerini sağlamak
amacıyla durumdan haberdar edilirler’ hükümleri dikkate alınarak 5271
sayılı Yasanın 234/2. maddesi ve 5846 sayılı Yasanın 5728 sayılı Kanunun
140. maddesi ile değişik 75. maddesi gereğince eserler üzerinde hak
sahibi olan suçun mağdurları davadan haberdar edildikten sonra yasal
sürede şikâyet hakkı bulunanlardan biri ya da bir kısmı tarafından
şikâyette bulunulması, hak sahibi olunduğunun ispatlanması halinde lehe
yasa belirlenmesi bakımından 5846 sayılı Yasanın suç tarihinde
yürürlükte bulunan 5101 sayılı Yasa ile değişik 81. maddesinin 9.
fıkrasının 1/a alt bendi ile 5728 sayılı Yasa ile değişik 81/13. maddesi
ve aynı yasanın 71/1. madde hükümleri karşılaştırılıp, sonucuna göre
mahkemece uygulama yapılmasının gerekmesi” isabetsizliğinden bozulmasına
karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, 12.04.2012 gün ve 16827 sayı ile;
“Sanık ve müdafiinin
yokluğunda verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimde
temyiz süresinin tefhim ya da tebliğ yönünden başlama tarihi
bildirilmemiş ise de, temyiz süresi, başvuru şekli ve yeri yönünden
yasaya aykırı bir bildirim sözkonusu değildir. Hükmü süresinden sonra
temyiz eden sanık müdafii de temyiz dilekçesinde, bildirimdeki bu
eksiklik nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda
duraksama yaşandığına dair herhangi bir ifadeye yer vermemiştir. Sanık
müdafii tebligatın geçersiz olduğu yönünde itiraz ileri sürmektedir.
Hüküm sanığın yüzüne karşı verilse idi bu durumun yanıltıcı nitelik
taşıması mümkün görülmektedir. Gerekçeli karar sanığın bilinen son
adresine tebliğ edilmiş, ki bu adres vekâletnamesinde de belirtilen
adrestir. Sürenin tebliğinden itibaren başlayacağı yönünde kuşku ve
yanıltıcı bir durum yoktur” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat
ederek, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin
temyizinin süre yönünden reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.CMK’nun
308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 27.11.2012 gün,
22566-33091 sayı ve oyçokluğu ile, itiraz nedenlerinin yerinde
görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya,
Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara
bağlanmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın yokluğunda kurulan hükümde
gösterilen kanun yolu bildiriminin yanılgıya yol açıp açmadığı ve buna
bağlı olarak sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinde olup
olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Mahalli mahkemece sanığın
yokluğunda kurulan hükmün kanun yolu bildiriminin; “yedi gün içerisinde
mahkememize verilecek bir dilekçe veya mahkeme kâtibine yapılacak beyan
tutanağa geçirilmek suretiyle temyiz yolu açık olmak üzere” şeklinde
gösterildiği,20.04.2009
tarihinde kanuna ve usulüne uygun olarak tebliğ olunan hükmün, sanığın
karar tarihinden sonra vekaletname ile görevlendirdiği müdafii
tarafından süresinden sonra 15.06.2009 günlü dilekçe ile temyiz
edildiği, dilekçede sanığın kanun yolu bildiriminde yanıltıldığına
ilişkin herhangi bir anlatımın bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun, 5320
sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 310.
maddesinde, yüze karşı verilen kararlarda temyiz isteminin hükmün
tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde hükmü veren mahkemeye
verilecek dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu
takdirde beyanın tutanağa geçirilip hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta
verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı
belirtilmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 34/2,
231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda başvurulacak kanun
yolu, başvurunun yapılacağı merci, başvuru yöntemi ve süresinin hiçbir
tereddüde mahal bırakmayacak biçimde açıkça belirtileceği hükümlerine
yer verilmiş olup, bu hükme aykırılık, aynı kanunun 40. maddesi gereği
eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç,
süjelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması
ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak
burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni olacak husus, eksik
ya da yanılgılı bildirim nedeniyle hakkın kullanılmasının engellenip
engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı
hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni
oluşturmayacaktır.
CMK’nun 264. maddesinde ise,
kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda kanun yolu veya mercide
hatanın, başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun
yapıldığı merci tarafından başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie
gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hükümler birlikte
değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi; süresinde verilen
dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye
iletilecektir. Ancak süresinde olması şartıyla, söz konusu dilekçenin
hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde
bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı durumunda Cumhuriyet
savcılığına veya bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini
geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında
değerlendirilerek, dilekçenin verildiği ya da istemin yapıldığı merci
tarafından istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Söz konusu
istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda
değerlendirilip, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin hiç
bildirilmemesi ya da hatalı veya eksik bildirilmesi halinde, bunun
ilgili taraf açısından yanılgı oluşturarak, bir hakkın kullanılmasını
engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden
sonra süre işlemeye başlayacak ve böylece muhtemel hak kayıpları
önlenecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın yokluğunda verilen hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin
bildirimin; “yedi gün i içerisinde mahkememize verilecek dilekçe veya
mahkeme kâtibine yapılacak beyan tutanağa geçirilmek suretiyle temyiz
yolu açık olmak üzere” biçiminde gösterildiği, usulüne uygun olarak
tebliğ olunan hükmü sanık müdafiinin kanuni süresinden sonra temyiz
ettiği, dilekçede kanun yolu bildiriminde yer alan ifadeler nedeniyle
temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda sanığın tereddüt
yaşadığına ilişkin herhangi bir anlatıma yer verilmediği gibi, temyiz
dilekçesinin süresinden sonra ibraz edilmesini haklı kılacak bir
bilginin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi
uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, yokluğunda
verilen kararlara karşı temyiz isteminin, tebliğden itibaren bir hafta
içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii, kanuna ve usulüne
uygun olarak 20.04.2009 tarihinde sanığa tebliğ edilen hükme karşı bir
haftalık kanuni süresinden sonra 15.06.2009 günü temyiz başvurusunda
bulunmuştur. Her ne kadar hükümde başvurulabilecek kanun yoluna ilişkin
sürenin başlangıcının gösterilmemesi nedeniyle bildirimin eksik olduğu,
bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz
başvurusunun süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği ileri
sürülebilir ise de, yokluğunda verilen hükme ilişkin temyiz süresinin,
sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliği ile
işlemeye başlayacağı açık olduğundan, ayrıca sürenin başlangıcına yer
verilmemesinin, sanık bakımından kanun yolu süresinin tebliğle işlemeye
başlayacağı gerçeğini değiştirmeyecektir. Kaldı ki sanık müdafii,
süreden sonra verdiği dilekçesinde, kanun yolu bildirimindeki
açıklamaların, sanığı temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya
düşürdüğüne ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır.
Bu itibarla, itirazın
kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin
süresinden sonra yapmış olduğu temyiz isteminin reddine karar
verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan
beş Genel Kurul Üyesi; “kanun yolundaki eksik ve yanılgılı bildirim
nedeniyle sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinde kabul edilmesinde
isabetsizlik bulunmadığından itirazın reddine karar verilmesi gerektiği”
düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 31.01.2012 gün ve 12429-782 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,3-
1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen
yürürlükte olan 317. maddesi gereğince sanık müdafiinin süresinden sonra
olan temyiz isteminin REDDİNE,4-
Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.02.2014 tarihinde yapılan müzakerede
oybirliğiyle karar verildi.