MAHKEMESİ : Ümraniye 1. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 09/06/2009NUMARASI : 2008/452-2009/286Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ümraniye 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın “kabulüne” dair verilen 27/12/2007 gün ve 2007/106-648 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 11/03/2008 gün ve 2008/919-1308 sayılı ilamı ile;(…Davacılar Emine Velioğlu ve mirasçı arkadaşları vekili, dava konusu 15 ada 19 parselin dilekçeye ekli krokide E1 ile gösterilen 5411 m2 lik kısmı F... D... ’e ait iken 29.6.1987 tarih 18011 yevmiyeli noter senedi ile Y... Ö... ’e sattığını, bu kişinin de 1996 yılında müvekkillerinin murisi T... V.... ’na sattığını, 1930 yılından beri davacıların eklemeli zilyetliklerinin bulunduğunu ileri sürerek tapu kaydının kısmen iptaliyle müvekkilleri adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı Hazine vekili, hak düşürücü sürenin geçtiğini, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığını, kazanmaya yeterli zilyetliğin oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın kabulüyle 15 ada 19 parselin hükme esas krokide E1 ile gösterilen 5411 m2 lik bölümünün iptaliyle mirasçılık payları oranında davacılar adına tesciline karar verilmesi üzerine, hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu 15 ada 19 parsel, 18.12.1971 tarihinde yapılan kadastroda 23.10.1958 tarih 1 numaralı tapunun kapsamında kaldığından F... Ş.... O... ve M... O.... adlarına tespiti mütalaasıyla komisyona sunulmuş, Kadastro Komisyonunca verilen 31.3.1972 tarih 555 sayılı karar ile malik hanesi boş bırakılarak tutanak ve ekleri Kadastro Mahkemesine gönderilmiştir. Kadastro Mahkemesindeki yargılama sırasında önceki maliklerden satın aldıklarını ileri süren Y... Ö... ile T... V... davaya müdahil olmuşlardır. Ümraniye Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda verilen 6.7.2001 tarih 1994/7 esas, 2001/8 karar sayılı hükümle, “...tespitten sonraki nedene dayanan Y... Ö... ve T... V... hakkındaki davanın görevsizlik nedeniyle reddine, davacılar F... D... ve arkadaşlarının davalarının ise kadastro sırasında uygulanan tapu kayıtlarının kapsadığı alanın ifraz edilerek malikleri adına ayrı parsel numaralarıyla tespit ve tescil edildiği, kalan tapusuz alanın 1965 yılına kadar hali arazi niteliğinde olduğu, davacıların bu tarihten sonra zilyet olmaya başladıkları, 1971 tespit tarihine kadar iktisaba yeterli zilyetlik süresinin geçmediği gerekçeleriyle davalarının reddine, malik hanesinin Hazine olarak doldurulmasına...” karar verilmiş, hüküm Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin onaması ile 14.3.2003 tarihinde kesinleşmiştir. Dosya arasındaki teknik bilirkişi raporlarına göre davası reddedilen bayii F... D... ’in Kadastro Mahkemesinde dava konusu ettiği taşınmaz bölümü ile eldeki davada dava konusu edilen taşınmaz bölümü aynı yerdir.Temyize konu davada, davacılar satın alma, miras ve eklemeli zilyetliğe dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. TMK.nun 996. maddesin de aynen “ kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir” denilmektedir. Davacılar ilk malik F... D... ’in Y... Ö...’e, bu kişinin de miras bırakanları T.... V... ’na sattığını belirterek iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. Az yukarıda açıklandığı gibi, bayii F... D... ’in aynı yer için açtığı iptal ve tescil davası kadastro tespit tarihinden geriye doğru 20 yıla ulaşan zilyetlik süresinin oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu tür davalarda, kazanma şartları araştırılırken kadastro tespit tarihi esas alınır. Tespit tarihi itibarıyla mülkiyet hakkına sahip olmayan kişi bu hakkını alıcıya devredemez. Başka ifade ile hiç kimse sahip olmadığı hakkı başkasına devredemez. Bu açıklamalara göre bayii F... D... in tespit tarihi itibarıyla kazanmaya yeterli zilyetlik süresine ulaşmadığı için reddedilip kesinleşen davası eklemeli zilyetliğe dayanarak talepte bulunan davacıları bağlar. Kadastro tespit tarihi itibarıyla kazanmaya yeterli zilyetlik süresi dolmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bayii F... D... ’in reddedilen davası göz ardı edilerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davalı vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, satın alma, miras ve eklemeli zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Davacı, T... V... mirasçıları E... V... ve arkadaşları vekili, dava konusu 15 ada 19 parselin dilekçeye ekli krokide E1 ile gösterilen 5411 m2 lik kısmı F... D... e ait iken 29.6.1987 tarih 18011 yevmiyeli noter senedi ile Y... Ö... ’e sattığını, bu kişinin de 1996 yılında müvekkillerinin murisi T... V... ’na haricen satarak zilyetliğini devrettiğini, 1930 yılından beri davacıların eklemeli olarak taşınmaza zilyet bulunduklarını ileri sürerek tapu kaydının kısmen iptaliyle müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı Hazine vekili, hak düşürücü sürenin geçtiğini, taşınmazın Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığını, kazanmaya yeterli zilyetliğin oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın kabulüyle 15 ada 19 parselin hükme esas krokide E1 ile gösterilen 5411 m2’lik bölümünün iptaline ve mirasçılık payları oranında davacılar adına tesciline karar verilmiş; hüküm davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Özel Dairece, yukarıda aynen alınan gerekçelerle ile hüküm bozulmuştur.Yerel Mahkemece, dava konusu taşınmazla ilgili tüm haklarını devreden bayii Firdevs Dinçler'in davada taraf sıfatının kalmadığı, devir alan kimsenin devir edenin yerine geçeceği, bu nedenle Kadastro Mahkemesinin verdiği hükmün, bayii F... D.... 'i kapsamaması gerektiği, dolayısı ile davacılar yararına kazanmaya yeterli zilyetlik süresinin oluştuğu anlaşıldığından, önceki kararda direnilerek davanın kabulüne karar verilmiş; hükmü davalı Hazine vekili temyiz etmiştir. Dosya kapsamına göre; 18/12/1971 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında kadastro ekibince, dava konusu 15 ada 19 parsel sayılı 657.315 m2 miktarındaki taşınmazın 23/10/1958 tarih ve 1 nolu F... Ş.... O... ve M... O.... adına kayıtlı tapunun içinde olduğu mütalaasıyla komisyona sunulmuş; Kadastro Komisyonunca 31/03/1972 tarihinde verilen 555 sayılı kararla; taşınmazın malik hanesi “boş” bırakılmıştır.Davacıların 01.05.1987 tarihinde tescil istemiyle açtıkları davada Üsküdar Asliye 3.Hukuk Mahkemesince; kadastro sırasında dava konusu 19 nolu parselin malik hanesinin açık bırakılması nedeniyle tespiti kesinleşmediğinden, davanın kadastro mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesi görevsizlik kararı verilmiş ve dosya neticede Üsküdar Kadastro Mahkemesine intikal etmiştir.Bu dosyada davacı F... D.... vekili, dava konusu tapuda kayıtlı olmayan ve kasap Çeto arazisi olarak bilinen yaklaşık 5361 m2 miktarındaki taşınmazın 60-70 yıldan beri müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu, taşınmazın tapuda kayıtlı olmadığını, lehine zilyetlikle iktisap şartlarının oluştuğunu ileri sürerek, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile müvekkili adına tescilini; müdahil Y... Ö..., bu taşınmazı F...’ten kendisinin devraldığını ileri sürerek adına tescilini; müdahil T... V... ise, Y... Ö...’ün F... D...’den devraldığı taşınmazı kendisine satarak devrettiğini ileri sürerek, bu yerin adına tescilini istemişlerdir.Üsküdar Kadastro Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 06/07/2001 tarih ve 1994/7 esas, 2001/8 karar sayı ile; dava konusu Ümraniye İnkılap Mahallesi 15 ada 19 parsel nolu taşınmazın malik hanesinin Hazine adına doldurularak tapuya tesciline, kadastrodan sonraki nedenlere dayanan içinde Y... Ö... mirasçıları ve T... V.... ’nun da bulunduğu bir kısım müdahiller yönünden dava dilekçesinin görevsizlik nedeniyle reddi ile dosyanın Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, diğer davacılar (ki bunlar arasında F... D.... de vardır) ve müdahil İ... K.... mirasçıları yönünden de “kadastro sırasında uygulanan tapu kayıtlarının kapsadığı alandan ifraz edilerek, malikleri adına ayrı parsel numaralarıyla tespit ve tescil edildiği, kalan tapusuz alanın 1965 yılına kadar hali arazi niteliğinde olduğu, davacıların bu tarihten sonra zilyet olmaya başladıkları, 1971 tespit tarihine kadar iktisaba yeterli zilyetlik süresinin geçmediği” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karar yasal denetim yollarından geçerek 14.03.2003 tarihinde kesinleşmiştir.Müdahiller bakımından dosyanın görevsizlikle geldiği Ümraniye (Üsküdar’dan devir ile) 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 17/11/2006 gün ve 2004/132-466 sayılı kararla da; Kadastro mahkemesince verilen görevsizlik kararından itibaren süresi içinde HUMK m. 193 gereğince gerekli işlem yapılmadığından, davanın açılmamış sayılmasına hükmedilerek bu karar Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 5.6.2007 gün ve 2007/2946-3555 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.Kadastro Mahkemesinde F... D... tarafından dava konusu edilip, reddedilen yer ile eldeki davanın konusunu teşkil eden taşınmazın aynı yer olduğu mahkemenin de Özel Dairenin de kabulündedir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; bayii F... D... 'in tespit tarihi itibarıyla kazanmaya yeterli zilyetlik süresine ulaşmadığı için reddedilip kesinleşen önceki davasının, eklemeli zilyetliğe dayanarak talepte bulunan davacıları bağlayıp bağlamayacağı; varılacak sonuca göre de davacıların zilyetlik sürelerinin tescile yeterli kabul edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından "dava şartı" ile "kesin hüküm" kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları, dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli); bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması (olumsuz) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması, maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (HUMK m.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü, kişiler arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için, dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla, artık bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay'da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, varsa davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine, kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve hatta bozmadan sonra dahi ileri sürülebilir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması, diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar, şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK m.427).Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse, verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için, öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK.m.237’de açıklanmıştır. Bunlar; dava konularının (müddeabihlerinin), dava nedenlerinin ve yanlarının aynı olmasıdır (YHGK’nun 15.12.2004 gün ve 2004/9-727-716 sayılı ilamı).Somut olay bu açıdan değerlendirildiğinde:Görülmekte olan dava ile daha önce görülen davanın her ikisinin kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yolu ile 15 ada 19 parselin dilekçeye ekli krokide E1 ile gösterilen 5411 m2 miktarındaki kısmının tescili talebini içerdiği, böylece davaların konusunun ve sebebinin aynı olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.Hemen burada; kesin hükmün üçüncü koşulu olan davanın taraflarının aynı kişiler yada aynı kabul edilebilecek kişiler olup olmadığı hususunun irdelenmesi gerekmektedir.Her iki davanın da davalısı Hazine olduğundan, davalı sıfatında bir sorun bulunmamaktadır.Davacı yana gelince; davacı, ilk davada F... D... ; eldeki davada ise bu kişinin taşınmazı 1987 yılında harici satış yolu ile devrettiği Y... Ö... ’ten 1996 tarihinde yine harici satış yolu ile satın aldığını iddia eden kişidir ve halefiyet ile eklemeli zilyetliğe dayanmaktadır. Aynı iddia ile ilk davaya da müdahil olmuşsa da davasının görevsizlikle Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; ancak yasal sürede başvurmamakla davası açılmamış sayılma ile sonuçlanmış; daha sonra 27.08.2008 tarihinde eldeki davayı açmıştır.Önemle belirtilmelidir ki, bir dava hakkında verilen hüküm kesinleştikten (şekli anlamda kesin hüküm teşekkül ettikten) sonra, o dava konusu mal veya hakkın başkasına devredilmiş olması halinde, hüküm müddeabihi devralmış olan üçüncü kişi (cüz’i halef) hakkında da kesin hüküm teşkil eder. Burada hüküm kesinleştikten sonra devir söz konusu olduğundan, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 186. maddesi uygulanmaz. Bu hüküm, dava açılmasından, bu dava hakkında verilen hükmün kesinleşmesine kadar olan dönem içinde müddeabihin başkasına temlik edilmiş olması hallerinde uygulanır (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, c.4, s.3819 vd., c.5, s.5027 ).Eldeki davada; davacı dava konusu taşınmazı 1996 yılında satış yolu ile devralmış ve eldeki kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle tescil davasını 2008 yılında açmıştır.Kendi zilyetlik süresi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 1023. maddesinde açıklanan olağanüstü zamanaşımı nedeniyle kazanıma yetmemektedir. Davacı bu nedenle eklemeli zilyetlik yolu ile haleflerinin zilyetliğine de dayanmıştır.Dava konusu yerde kadastro tespiti 1971 tarihinde yapılmış ve Kadastro Mahkemesinin kesinleşmiş kararına göre de, davacının selefi F... D... ’in buradaki zilyetliği 1965 yılında başladığından, kazanıma yeterli bir zilyetlik süresi bulunmadığından davası reddedilmiştir. Davacının selefi F... D.... tarafından açılan bu dava 14.03.2003 tarihinde kesinleşmiştir.Davacı talebinde selefine tebaan ve onun halefi olarak talepte bulunmuştur. Halefiyet yolu ile yapılan talepte halef, selefinden daha fazla bir hak kullanamaz. Bu tür davalarda, kazanma şartları araştırılırken kadastro tespit tarihi esas alınır. Tespit tarihi itibarıyla mülkiyet hakkına sahip olmayan kişi, mevcut olmayan hakkını alıcıya devredemez. Başka ifade ile hiç kimse sahip olmadığı hakkı başkasına devredemez.Tüm bu açıklamalara göre, bayii F... D...’in tespit tarihi itibarıyla kazanmaya yeterli zilyetlik süresine ulaşmadığı için reddedilip kesinleşen davası, eklemeli zilyetliğe dayanarak talepte bulunan davacıları da bağlayacağından kadastro tespit tarihi itibarıyla kazanmaya yeterli zilyetlik süresi dolmadığı belirgindir.Bu yönüyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bayii F... D... ’in reddedilen davası göz ardı edilerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir.Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 713. maddesi; “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” hükmünü içermektedir.Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 26.01.2007 gün ve 2005/1 Esas, 2007/1 K. sayılı kararında da ; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713 üncü maddesinin 1 ve 2 nci fıkraları gereğince açılan tescil davasının süre yönünden reddedilmesi halinde; aynı yerle ilgili olarak açılacak ikinci davanın olumlu sonuçlanabilmesi için, ilk kararın kesinleşmesinden itibaren taşınmaz üzerindeki zilyetliğin davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla yeniden 20 yıl sürmesi gerekeceği, kabul edilmiştir.Konu bu yönüyle ele alındığında da; taşınmaza ilişkin kadastro tespit tarihinin 1971 olup, 1972 tarihinde malik hanesinin boş bırakılması; davacı F... D... ’in 01.05.1987 tarihinde kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak taşınmazın adına tescili talebiyle açtığı davanın, zilyetliğinin 1965 senesinde başladığı gerekçesiyle Üsküdar Kadastro Mahkemesinin 6.7.2001 tarih 1994/7 esas, 2001/8 karar sayılı ilamı ile reddedilmesi ve bu ilamın 14.03.2003 tarihinde kesinleşmiş olması; bu kararın davacı yönünden de yukarıda açıklanan şekilde kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurması karşısında; davacılar yararına da gerek kanunda, gerekse Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında açıklanan şekilde zilyetliğin aralıksız ve davasız sürmesi koşulu gerçekleşmemiştir.Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması isabetsiz olup, aynı hususa işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen, Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 15.12.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.