Dava ve Karar: Kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanıklar B. ve S.'un 5237 sayılı TCY'nin
37/1, 109/2, 109/3-a, b, 62 ve 53. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 5'er yıl hapis
cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin Malatya Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce
verilen 04.09.2008 gün ve 7-407 sayılı hükmün sanıklar müdafileri tarafından
temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi'nce
12.10.2009 gün ve 5127-13231 sayı ile;sanıkların, yağma suçunu çalıştıkları
işyerinde işlediklerinin anlaşılması karşısında; haklarında 5237 sayılı TCK'nın
149/1. maddesinin (d) bendinin uygulanmaması sonuca etkili olmadığından ve
sanık B. hakkında, Malatya Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2005/381 E. ve
2006/171 sayılı kararıyla kasten yaralama suçundan verilen ve 10.03.2006
tarihinde kesinleşen tekerrüre esas eski hükümlülüğü bulunduğu ve koşulları
oluştuğu halde 5237 sayılı TCK'nın 58. maddesinin uygulanmaması, karşı temyiz
olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Dosya ve duruşma
tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan elverişli
kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu'nun takdirine göre sanıklar B. ve S.
savunmanlarının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle,
eleştiri dışında, usul ve yasaya uygun bulunan hükmün tebliğnameye aykırı
olarak onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay
C.Başsavcılığı ise 06.10.2010 gün ve 176530 sayı ile; Yargıtay Altıncı Ceza
Dairesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında, kişiyi hürriyetinden yoksun
kılma suçundan dolayı kurulan mahkumiyet hükmünde 5237 sayılı TCK'nın 110.
maddesindeki etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı konusunda
uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü
için 765 sayılı TCK'nın 180/2. maddesine paralel hükümler içermekle birlikte
oldukça farklı hükümlere de yer veren 5237 sayılı TCK'nın 110. maddesindeki
koşulların irdelenerek; ceza kanununun amacı, kanunilik prensibi, hakkaniyet ve
kanun önünde eşitlik gibi hukukun evrensel ilkeleri ile ilişkilendirilmesi,
buna göre de koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin yasal düzenleme, yargı
kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK'nın
110. maddesindeki etkin pişmanlık hükmünden failin yararlanabilmesi için
aşağıdaki koşulların gerçekleşmesi gerekir:
1- İşlenen fiil, 5237
sayılı TCK'nın 109. madde kapsamında olan bir suç olmalıdır.
2- Suç tamamlanmış
olmalıdır. Eylem suç tamamlanmadan önce gerçekleştirilmiş ise gönüllü vazgeçme
söz konusu olabilir.
3- Fail,
hürriyetinden mahrum ettiği kimseyi kendiliğinden serbest bırakmalıdır. Bunun
anlamı, serbest bırakmanın gerçek bir pişmanlık sonucu, hür irade ile
gerçekleştirilmesidir. Eğer fail, amacına ulaşamayacağını anladığı için mağduru
serbest bırakacak olursa söz konusu hafifletici nedenden yaralanamayacaktır.
4- Fail, hakkında
henüz soruşturmaya başlanmadan önce mağduru serbest bırakmış olmalıdır. Soruşturma
makamlarının fiil ile ilgili olarak işe el koymasından sonra serbest bırakmada,
bu koşul gerçekleşmiş sayılmaz. Suç yetkili makamlarca öğrenilmeden önce,
pişmanlık gerçekleşmelidir. Bu nedenle örneğin yetkili makama ihbar yapıldıktan
sonra, etkin pişmanlık mümkün değildir.
5- Fail,
hürriyetinden mahrum ettiği kimsenin şahsına bir zarar vermemiş olmalıdır.
6- Son olarak
mağdurun güvenli bir yerde serbest bırakılmış olması gerekir. Bunun için
mağdur, fiziksel ya da manevi olarak zarar görmeyeceği bir yere bırakılmalıdır.
Örneğin, kaçırılan mağdurun gece yarısı tenha bir yerde bırakılması durumunda
cezanın azaltılmasını gerektiren şahsi sebepten istifade edilemez.
İtiraza konu
uyuşmazlığın temelini teşkil eden eylemde; sanıklar tarafından manevi cebir
kullanılarak iradesi dışında bir büroya götürülen mağdurun üzerindeki bir
miktar paranın alınmasından sonra herhangi bir soruşturma başlatılmadan önce
güvenli bir ortamda serbest bırakıldığı konusunda herhangi bir kuşkunun mevcut
olmaması nedeniyle, yukarıda 1-2-3-4 ve 6 numarada sıralanan koşulların
gerçekleştiği tartışmaya gerek duyulmayacak kadar açıktır. Zira bu koşulları
tartışmalı kılacak herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir.
Bu durumda sadece 5.
numarada belirtilen mağdurun şahsına bir zarar verilmemesi koşulunun
gerçekleşip gerçekleşmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekir. İtiraza konu
uyuşmazlıkta özet olarak mağdurun üzerinden 20 YTL paranın alınması ve 2.000
YTL paranın taksitler halinde ödenmesi talebinin TCK'nın 110. maddesinde belirtilen
kişinin şahsına zarar kavramına girip girmeyeceğinin belirlenebilmesi için
çözümlenmesi gereken başlıca sorunları, etkilendikleri hukukun evrensel
ilkelerine göre şu şekilde sıralamak mümkündür.
1- Kişinin şahsına
zarar kavramından ne anlaşılması gerekeceği?
2- Kişiyi
hürriyetinden yoksun kıldıktan sonra bu kişiye karşı işlenen her suçun kanun
koyucunun kastetmek istediği anlamda kişinin şahsına karşı zarar kavramına
dahil edilip edilemeyeceği,
1. Sorun: Bu sorunun
çözümü için kişinin şahsına zarar kavramının çeşitli kanunlardaki tanımından ve
kapsamından yola çıkılarak itiraza konu TCK'nın 110. maddesinde hangi anlama
geldiğinin belirlenmesi gerekir.
5237 sayılı TCK'nın
110. maddesindeki Kişinin Şahsına Karşı Zarar kavramı Türk Medeni Kanunu'nda Bedensel
(Cismani Zarar) olarak adlandırılmıştır.
Bedensel (Cismani)
Zarar ve Kapsamı: Vücut bütünlüğü, kişilik hakkının içinde yer alan kişisel
değerlerden biri olup, yaşam hakkı kadar önemlidir. Kişinin sahip olduğu bu hak
hem uluslararası hukukta (belgelerde), hem de ulusal hukukta koruma altına
alınmıştır. Gerçekten uluslararası hukuka baktığımızda bunu görmek mümkün,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 5'te Hiç kimseye işkence ya da
zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı davranış ve ceza uygulanmaz. Bu
belgeye paralel bir düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de yer
almaktadır. Sözleşmenin 3. maddesinde Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da
onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz. Görüldüğü gibi vücut bütünlüğü
(insan vücudunun dokunulmazlığı) uluslararası düzeyde öneme sahip olup, koruma
altına alınmıştır. Vücut bütünlüğü, ulusal hukukta en başta Anayasa'nın
koruması altındadır. Anayasa'nın Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi
varlığı başlıklı 17. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasında bu koruma açıkça
hükme bağlanmış ve maddi kişisel değerlerin korunmasındaki anayasal çerçeve
çizilmiştir. Şöyle ki: Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında,
kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere
tabi tutulamaz.
Kimseye işkence ve
eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya
muameleye tabi tutulamaz. Vücut bütünlüğü, ulusal hukukta Anayasa'nın dışında
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 86 vd. ile 89 vd. maddelerinde güvenceye
bağlanmış ve kişiliğe yapılacak saldırıların suç teşkil edeceğini açıkça hükme
bağlamıştır. Bunlar dışında kişilik hakkının koruması açısından TMK'nın m.
24-25 ve BK'nın m. 41 vd. önemlidir.
Bedensel zarar kanuni
dayanağını BK 46. maddeden almaktadır. BK 46. Maddesinde Cismani bir zarara duçar olan kimse külliyen
veya kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride iktisaden maruz
kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflarını
isteyebilir denilmektedir.
Çeşitli kanunlardaki
tanımların ışığında, kişinin şahsına zarar verilmesi kavramının, vücut
bütünlüğüne zarar verilmesi kavramı ile örtüştüğü sonucuna ulaşılması
mümkündür. İncelemeye konu eylemde mağdurun vücut bütünlüğüne zarar verilmediği
gibi bu hususta herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir.
2. Sorun: Bu sorunun
çözümü için 5237 sayılı TCK'nın 110. maddesinin benzer hükümlere yer veren 765
sayılı TCK'nın 180/2. maddesi ile kıyaslanarak aradaki farkın tespitinden sonra
bu farklı hükümlerin ceza kanununun amacı ve kanunilik ilkesi ile
irtibat/andırılarak, öğretide benimsenen ana ilkeler ve benzer olaylardaki
yerleşik yargısal kararlar doğrultusunda somut olayımıza bakılması
gerekmektedir.
765 sayılı TCK'nın
180/2. maddesinde Eğer suç işleyen hakkında kovuşturma yapılmazdan önce
tasarladığı amaca erişmeksizin ve özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiye
herhangi bir zararı dokunmaksızın onu kendiliğinden serbest bırakırsa göreceği
ceza altıda birden yarısına kadar indirilir hükmüne yer verilmiştir.
5237 sayılı TCK'nın
110. maddesinde ise Yukarıdaki maddede tanımlanan suçu işleyen kişi, bu suç
nedeniyle soruşturmaya başlanmadan önce mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın,
onu kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakacak olursa cezanın üçte
ikisine kadarı indirilir hükmüne yer verilmiştir.
765 sayılı TCK'nın
180/2. maddesindeki indirim hükümlerinin yararlanabilmek için tasarlanan amaca
erişilmemesi ve özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiye herhangi bir zararın
dokunulmaması hükümlerinden söz edilmesine karşın, itiraza konu uyuşmazlığın
temelini teşkil eden 5237 sayılı TCK'nın 110. maddesinde sadece kişinin şahsına
zarar verilmemesi hükmüne yer verilmiştir. Bu nedenle yukarıda özet olarak
açıklanan ve iki farklı noktada düğümlenen sorunun Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz
kuralının sınırları içerisinde kalmak kaydıyla Ceza Hukukunun izin verdiği
ölçüde yorum kuralları ile bağdaştırmak suretiyle çözümü gerekmektedir.
Daha önceden
yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 1. maddesi ile sonradan yürürlüğe giren
5237 sayılı TCK'nın 2. maddesinde: Özet olarak Kanunun açıkça suç saymadığı bir
fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile
de kimse cezalandırılamaz denilerek kanunilik ilkesi özelikle vurgulanmak
istenmiştir.
Kanunsuz suç ve ceza
olmaz kuralı Türk Ceza Hukukunda, Devlet ve Yargıç karşısında bireylerin Kamu
Haklarının güvencesidir.
Öğretide değerini
koruyan bu kural, Anayasamızın (mad. 38) ilkeleri arasına girmiş ve 5237 sayılı
TCK'nın 2. maddesinde de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hükmün 2.
maddede yer alması bile, kurala verilen önemi gösterir.
Kanunun 2.
maddesindeki açıkça kelimesi Türk Ceza Hukukunda kıyaslamanın yasaklandığını
gösterir.
Kanunsuz ceza
olamayacağından, suçun cezasının belirlenmiş olması suçluların
cezalandırılmasında şarttır.
Bir fiili suç saymak
ve cezalandırmak yetkisinin yalnız kanuna tanınması bireylere özgürlüklerinin
sınırı hakkında bilgi verir. Bireyin, nelerin ne kadar yasak olduğunu bilmeye
hakkı vardır. Bu hakkını kullanan birey yasak olanı yapmaktan çekinmek, yasak
olmayanı yaparken de korkusuz hareket etmek imkanını kazanır. Kanun kuralına
gerçek anlamını kanun koyucunun iradesi verir. Kanunun iradesi kanun koyucunun
sübjektif iradesi değildir. Yazılı formül içinde ifade edilmiş objektif irade,
kanunun iradesini oluşturur. Kanunun iradesini gösteren formül zorunlu olarak
genel ve soyut olacağından, kuralın önce içeriğini ve anlamını belirtmeden,
iradenin somut olaylara uygulanmasına imkan yoktur. Pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin
sınırını oluşturur.
765 sayılı TCK'nın
180/2. maddesindeki indirim hükümlerinin uygulanabilmesi için tasarlanan amaca
erişilmemesi ve özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiye herhangi bir zarar
verilmemesi koşullarından her ikisinin birden gerçekleşmesi aranırken, 5237
sayılı TCK'nın 110. maddesindeki etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama alanı
sadece kişinin şahsına zarar verilmemesi koşuluna bağlanarak oldukça
genişletilmiştir. Zira bir taraftan 765 sayılı TCK'nın 180/2. maddesindeki
tasarlanan amaca ulaşılmaması koşul olarak aranmazken, diğer taraftan da
herhangi bir zarar kavramı, kişinin şahsına karşı zarar kavramı ile oldukça
sınırlandırılmıştır.
5237 sayılı TCK'nın
110. maddesinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için sadece kişinin
şahsına zarar verilmemesi açıkça aranırken bu suçtan bağımsız olarak işlenen
herhangi bir suçu şahısa karşı zarar kavramına dahil etmek, Türk Ceza Hukukunun
kabul etmediği kıyas yöntemini hem de sanık aleyhine hüküm doğuracak şekilde
Ceza Hukukuna dahil etmek olur ki, bunun kanun koyucunun iradesine aykırı
olacağı açıktır. Zira kanun koyucu, genel gerekçede iradesini açıkça ortaya
koymuştur. Özellikle sanık aleyhine getirilen hükümlerin hiçbir tereddüde yer
vermeyecek şekilde kanunda açıkça belirtilmesi gerekir. Bu kural Türk Ceza
Kanunu'nun 2. maddesi ile hüküm altına alınan ve Anayasa hükümleri arasında da
yer bulan suçların kanuniliği prensibinin doğal bir sonucudur.
Kaldı ki maddenin
konuluş amaçlarından biri de toplumu oluşturan ve barış esasına dayalı bir
hukuk toplumunda yaşama hakkına sahip olan mağdurun olabildiğince az zarar
görmesinin sağlanmasıdır. Zira suçun maddi unsurlarından birini mağdur
oluşturmaktadır.
İtiraza konu
uyuşmazlığın daha iyi anlaşılabilmesi için Ceza Kanunumuzun amacı bakımından da
somut olayın irdelenmesi gerekmektedir.
Çağdaş ceza hukukunun
ve bunun ifadesini oluşturan ceza kanununun amacı; hukuk devleti, kusur ve
hümanizm gibi evrensel ilkelere dayalı olarak, insan onurunu, bireyin hak ve
özgürlüklerini korumak, suçluyu sosyalleştirip tekrar topluma kazandırmak ve
aynı zamanda bireyi ve toplumu suça karşı korumaktır.
5237 sayılı TCK'nın
1. maddesinde Ceza Kanunu'nun amacı; Kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve
güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını
korumak, suç işlenmesini önlemektir şeklinde açıklanmıştır. Görüldüğü gibi suç
işlenmesini önlemek Ceza Kanunu'nun en önemli amaçlarından biridir. Toplumsal
barışın sağlanabilmesi için suçun işlenmesini önlemeyi en temel amaç olarak benimseyen
kanun koyucunun, bütün çabalara rağmen suçun önlenememesi halinde bu suça maruz
kalan mağdurun uğradığı zararın olabildiğince hafifletilmesine kayıtsız kalması
düşünülemez. Kişinin hürriyetinden yoksun bırakıldıktan sonra, şahsına bir
zarar verilmeksizin kendiliğinden güvenli bir ortamda serbest bırakılması
TCK'nın 110. maddesinde bir indirim nedeni olarak düzenlenirken, özellikle
çaresizlik içerisinde beklemekte olan mağdurun kötü muamelelere maruz kalması
engellenmek istenmiştir.
TCK'nın 110. maddesindeki
kişinin şahsına zarar verilmemesi sözcüğüne genişletici yorumla çok geniş anlam
yüklenmesi halinde adalete aykırı sonuçlara varılacağı gibi ceza hukukunun en
önemli süjelerinden olan mağdurun yaşam hakkı kadar önemli olan vücut
bütünlüğüne karşı işlenen ve kanunda tanımlanan ağırlığa ulaşmayan suçlar
açısından korunmasız bırakılacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza
çıkacaktır. 765 sayılı TCK'nın 179/2 ve 180/2. maddeleri ile 5237 sayılı
TCK'nın 109 ve 110. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde aşağıda ayrıntılı
bir şekilde açıklanacağı üzere aynı sonuca ulaşılacağı görülecektir.
1- Mağdura karşı
işlenen kötü muamelenin 765 sayılı TCK'nın 179/2. maddesinde ağırlatıcı bir
neden olarak öngörülmüş olmasına karşın, 5237 sayılı TCK'nın 109. maddesinde
böyle bir ağırlatıcı nedene yer verilmemiştir.
2- Buna paralel
olarak 765 sayılı TCK'nın 180/2. maddesinde tasarlanan amaca ulaşan ya da
mağdura zarar veren fail anılan maddedeki indirim hükümlerinden
yararlanamazken, 5237 sayılı TCK'nın 110. maddesinde bir taraftan tasarlanan
amaca ulaşılmaması ön koşulundan ayrılarak diğer taraftan da genel zarar
kavramı da kişinin şahsına zarar kavramı ile sınırlandırılmak suretiyle sonuç
itibariyle her iki kanunda varılmak istenen sonuç bir anlamda dengelenmek
istenmiştir.
765 sayılı Kanun
sisteminde tasarlanan amaca ulaşan fail, anılan Kanun'un 180/2. maddesindeki
indirim hükümlerinin yararlanmazken, mağdura kötü muamelede bulunduğunda
ağırlatıcı nedenden sorumlu tutulacak, kötü muamelede bulunmadığı takdirde
ağırlatıcı nedenden sorumlu tutulmayacaktır. 5237 sayılı TCK'nın 109.
maddesinde kötü muamele ağırlatıcı neden olarak öngörülmezken aynı Kanun'un
110. maddesindeki etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına kişinin şahsına
zarar verilmemesi koşuluna bağlayarak bir anlamda mağdura karşı yapılması
muhtemel kötü muamelelerin önlenmesi cihetine gidilmiştir. Bir an için mağdura
karşı işlenen yağma suçunun da kişinin şahsına zarar kavramına dahil edilmesi
halinde; bütün önlemlere rağmen yağma suçuna maruz kalan mağdura karşı
yapılacak kötü muamelenin 5237 sayılı Kanun'da hiçbir karşılığının
bulunmayacağı gibi etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması da neredeyse
tamamen olanaksız hale gelecektir.
Zira kişiyi
hürriyetinden yoksun bırakma suçlarında büyük bir çoğunlukla başka suçların
amaçlandığı bilinen bir gerçektir. Mağdurun uğradığı zararlı sonuçları
olabildiğince hafifletmek amacıyla tasarlanan sonuca erişilmemesini ön koşul
olarak benimseyen 765 sayılı TCK'nın 180/2. maddesindeki genel zarar kavramını,
5237 sayılı TCK'nın 110. maddesi ile sadece kişinin şahsına zarar verilmemesi
kavramı ile sınırlandıran kanun koyucu, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama
alanını oldukça genişletme iradesini açıkça ortaya koyduğu halde, kişinin
şahsına zarar verilmemesi kavramına farklı bir anlam yükleyerek genel zarar
kavramı ile bir tutmak suretiyle anılan maddenin uygulama alanının oldukça
daraltılmasının kanun koyucunun iradesine aykırı olacağı gibi ceza hukukunun en
temel değerlerden birisi olarak benimsenen hakkaniyet ilkesine de aykırı
olacağı açıktır.
Kanun koyucu adaletin
gerçekleştirilmesi için hakkaniyet ilkesini kabul etmiştir (5237 sayılı TCK'nın
3, MK'nın 4, BK'nın 44).
Adalet de hakkaniyet
de ahlaka yöneliktir, ancak ikisi arasındaki düşünce farklıdır.
Adalet hukuk
kurallarına egemen en yüksek ahlaki düşünceyi ifade ederken, hakkaniyet somut
olayın özelliklerini göz önünde tutarak adalete ulaşmak için başvurulan
yollardan biridir (somut olay adaleti).
Hakkaniyet adil
olmayan kuralın değil, adil olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet
eder.
Örneğin hedeflediği
yağma suçunu işlemek için kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlerken her
iki suçun unsurunu teşkil eden zorunlu hareketlerin dışına çıkmaksızın mağdura
karşı hiçbir kötü muamelede bulunmadan güvenli bir ortamda bırakan faili, aynı
durumda olmasına karşın mağdura karşı kötü muamelede bulunan fail ile bir
tutarak etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandırılmamasının hakkaniyet ilkesi
ile bağdaşması mümkün değildir.
Somut olayımızda mağduru
manevi cebirle kendi hakimiyet alanlarına götürerek para alan sanıkların
eylemlerinin yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarını oluşturduğu
hususunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak aynı olayda işlenen yağma
suçunu, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu açısından etkin pişmanlık
hükümlerinin uygulanmasına engel görmek, yukarıda ayrıntılı bir şekilde
açıklanan ve 5237 sayılı TCK'nın 1. ve 2. maddelerinde düzenlenen ceza
kanununun amacı ve suçların kanuniliği ilkesine aykırı olacağı gibi aşağıda
açıklanacak olan benzer olaydaki yerleşik içtihatlara ve bunun sonucu olarak da
hakkaniyet ve kanun önünde eşitlik prensiplerine aykırı olacağı kuşkusuzdur.
Yukarıdaki
açıklamalar ve öğreti ile uygulamada benimsenen görüşler doğrultusunda somut
olayımıza baktığımızda;
Mağduru kendi
hakimiyet sahalarına götürdükten sonra manevi cebirle para alarak şahsına karşı
herhangi bir şekilde zarar vermeksizin güvenli bir ortamda serbest bırakan
sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK'nın 110. maddesinin uygulanması
gerekmektedir, gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurarak Özel Daire onama
kararının kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin olarak
kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde
bulunmuştur.
Yargıtay Birinci
Başkanlığı'na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve
açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
İtirazın kapsamına
göre inceleme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuyla sınırlı olarak
yapılmıştır.
Sanıklar B. ve S.'un
kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 5237 sayılı TCY'nin 37/1, 109/2,
109/3-a, b, 62 ve 53. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 5'er yıl hapis cezası ile
cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda Yargıtay C.Başsavcılığı ile
Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlık; sanıklar hakkında TCY'nin 110. maddesinde düzenlenen etkin
pişmanlık hükümlerinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının
belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya
içeriğine göre;
Mağdurun 20.10.2007
tarihinde gece 01.00 sıralarında İ... Caddesi üzerinde devriye gezen ekip
otosunu durdurarak kendisini tehdit eden kişilerin olduğunu söylemesi ve
gittikleri yönü göstermesi üzerine, ekip otosuna alınarak sanıkların peşinden
gidilmiş ve mağdurun göstermesi üzerine sanıklar cadde üzerinde yaya olarak
gitmekte iken yakalanmış, saat 01.20 sıralarında yapılan üst aramalarında,
sanık B.'ın üzerinde 22 lira ele geçmiştir.
Sanıkların saat 01.15
ve 01.20'de alınan adli raporlarında darp ve cebir izinin bulunmadığı ve
alkolsüz oldukları belirtilmektedir.
Mağdurun ise
istemediği için adli raporu alınmamıştır.
Mağdur V. B.
20.10.2006 tarihinde kollukta; 20.10.2006 günü saat 01.00 sıralarında S...'de
gezerken daha önceden arkadaşlarım vasıtasıyla tanıdığım isimlerini tam olarak
bilmediğim daha sonradan polis merkezinde öğrendiğim B. ve S. isimli şahıslarla
karşılaştık ve benim koluma girerek beni zorla K... Caddesinde bulunan bir
büroya götürdüler, bu esnada elleri bel/erindeydi ve bana bize zorluk çıkartma dediler,
daha sonradan büroya gittik ve B. eline almış olduğu yargıç tokmağı ile biz
sana ceza keseceğiz bizim aleyhimizde konuşmuşsun cezaya razı mısın yoksa başka
şeyler yapalım mı dedi. Ben cezanın ne olduğunu sorunca bana 2.000 YTL dediler,
daha sonradan ben parayı veremeyeceğimi söyleyince, bana aydan aya 1.000 YTL
verirsin aksi halde buradan sağ çıkamazsın, kaçmayla bizden kurtulamazsın
dediler ve benden adresimi yazmamı istediler, ben de yazdım ve nüfus cüzdanımı
istediler ve 20 YTL paramı aldılar. Bu esnada S.'un elinde av bıçağı vardı.
Daha sonra bize yanlış yapma veremezsen taksitleri azaltalım vadeye yayalım
ancak faiz işler dediler, ben de bunun üzerine bana zarar vermemeleri için
kabul ettim. Beni aşağı indirdiler ve beni postanenin karşısına kadar
götürdükten sonra da Y... K... Bankası'nın yanında bana biz seninle arkadaş
olduk bu parayı verirsen dostluk görürsün zarar görmezsin dediler ve üç gün
sonra ilk taksiti vereceksin dedikten sonra oradan ayrılıp bana sen karşı yola
gir dediler ve gittiler. Benim bu şahıslarla aramda her hangi bir borç meselesi
yoktur ve borcum da yoktur. Olaydan dolayı her iki şahıstan da davacı ve
şikayetçiyim, ayrıca Dr. raporu almak istemiyorum, kovuşturma aşamasında
16.07.2007 tarihinde talimatla alınan ifadesinde; olay tarihi olan 20.10.2006
tarih saat 01.00 sıralarında S... Mahallesinde gezerken şahsen tanıdığım
bilahare olay nedeniyle sonradan isimlerini öğrendiğim B. ve S. ile
karşılaştım. Ancak ben takma isimle bu şahısları tanıyordum. Koluma girerek
K... Caddesinde M... Spor Kulübü'nün taraftar derneği başkanı olan M.'in
bürosuna götürdüler. Ve bu büro 5. katta olup elleri bellerinde olacak şekilde
ancak ellerinde de birer ekmek bıçağı olduğu halde bize zorluk çıkarma diyerek
şüphelilerden Bu rakibiz sana ceza keseceğiz, aleyhimizde konuşmuşsun, cezaya
razı mısın yoksa başka şeyler yapalım mı dedi. Cezanın ne olduğunu sordum, bana
2.000 YTL diye söylediler. Ben de veremeyeceğimi söyleyince o zaman aydan aya
1.000 YTL verirsin, aksi halde buradan sağ çıkamazsın ve bizden de
kurtulamazsın diyerek benden adresimi yazmamı istediler. Ben de adresimi yazdım
nüfus cüzdanımı istediler. Onu da zorla aldılar. Bilahare üstümde bulunan 20
YTL'yi de zorla aldılar. Şüphelilerden S. bize yanlış yapma veremezsen
taksitleri uzatalım, vardiya yapalım ancak faiz işler diyerek tehdit etmeleri
üzerine onların isteklerini kabul ettim. Bu şekilde ellerinden kurtuldum. Benim
onlarla herhangi bir ticari ilişkim olmadığı gibi bir borcum da yoktur
demiştir.
Mağdurun tutuklu
bulunduğu A... Cezaevi'nden gönderdiği 16.10.2007 tarihli dilekçesinde; zanlı
B. hakkındaki iddialarım doğru değildir. B. ve arkadaşlarının bize ağır söz ve
kavgaya varan sataşmalarına karşılık olarak şikayette bulunduğumu beyan ederim.
Zanlı B.'ın babasız oluşu, geliri olmayışı ve kardeşinin ağır bir kaza sonucu
1. derece yanık şeklinde yaralandığı göz önüne alınıp bu ailenin reisi olan
B.'ın serbest bırakılmasını talep ederim, 05.11.2007 tarihinde talimat yoluyla
alınan ifadesinde ise; sanıklardan şikayetçi değilim, cezalandırılmalarını
istemiyorum, ben sanıklar hakkında söz konusu olaylarla ilgili olarak yok demek
zorundayım, çünkü sanıkların içeride kalmasını istemiyorum, sanıkların
ailelerine bakacak kimseleri yoktur, çıkmaları gerekmektedir şeklinde beyanda
bulunmuştur.
Sanık B. 20.10.2006
tarihinde kollukta; 20.10.2006 günü akşam saatlerinde İ... Caddesi üzerinde
daha önceden kendisinin bir alacağına aracı olarak aldım ve bana bundan dolayı
bir miktar para vereceğini söyleyen ancak daha sonradan vermeyen şahısla yanımda
bulunan arkadaşım S. ile gezerken karşılaştık ve şahısla beraber yürüyerek geze
geze K... Caddesine geldik ve çalışmış olduğum işyerine ait olan cadde
üzerindeki büroya gittik. Kendisi ile borç yüzünden konuşurken paramı ne zaman
vereceğini sordum ve şahıs bana güvenmiyor musunuz borcumu ödeyeceğim
inanmıyorsan adresimi size yazıp bırakayım dedi, ben de kendisinin sözüne
inanmadığımı söyleyince cebinden çıkartmış olduğu nüfus cüzdanını bana vererek
bana inanmıyorsan sende kalsın dedi ve ben istemedim ancak kendisi nüfus
cüzdanı kendi isteği ile bana verdi. Daha sonradan beraber aşağı indik ve
paranın bir miktarını yakın zamanda ödeyeceğini söyledi ve şahısla beraber
aşağı inerek postane civarına doğru yürüdük. Postane önünden şahısla ayrılıp
gittik ve bir süre sonra polis gelerek bizleri aldı, olayda kesinlikle şahsa
karşı bir zorlama olmadı ve neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum,
06.12.2006 tarihinde C.Savcılığı'nda; Ben müşteki V. B.'i tanıyorum. Kendisi
ile arkadaşım aracılığı ile tanıştım. Suç tarihi olan 20.10.2006 günü
Öğretmenevi civarında karşılaştık. Zannedersem gece saat 01.00 sıraları idi.
Yanımda S. vardı. Kendisini daha önceden tanıdığım için geceleyin bizim K...
Caddesinde bulunan büroya gitmemizi istedik. Biz yürüyerek gittik. Biz büroya giderken
de devriye görevi yapan birçok polis memuru bizi gördü. Kendisi dizüstü
bilgisayar almış, almış olduğu bilgisayar arızalı çıktığı için 3.000 YTL zarar
ettiğini söyledi. Bizim alışveriş yaptığı eski Tedaş'ın yanında bulunan
bilgisayarcıyı tanıdığımızı bildiği için bizim aracı olmamızı istedi. Biz de
ertesi gün gidip bilgisayarcı ile konuştuk. Aralarında anlaştılar. Olay günü
iddia edildiği gibi kendisinden kesinlikle para almadık. Kendisini zorla
götürmedik. Kendisinin nüfus cüzdanını zorla almadık, kendisi verdi. Bana
güvenmiyorsanız nüfus cüzdanımı alın diyerek kendisi verdi. Kendisi bana,
bilgisayar işini hallederseniz size 1.500 YTL vereceğim. Eğer inanmazsanız
nüfus cüzdanımı alın dedi. Olaydan sonra biz bilgisayar işini hallettik.
Kendisi ile Öğretmenevi civarında tekrar karşılaştık. Yürüyerek tekrar K...
Caddesi üzerindeki büroya çıktık. İkinci gittiğimiz sırada nüfus cüzdanını
verdi. Büroda yargıç tokmağı vardır, ancak, kesinlikle iddia edilen olaylar
olmadı. Biz kendisinden para almadık. Nüfus cüzdanını kendisi verdi. Biz
kendisine nüfus cüzdanını aynı gün geri verdik, 06.12.2006 tarihinde sorguda;
müşteki V.B.'i, tuvaletçilik yapan A. isimli şahıs aracılığı ile tanıdım.
Müştekinin ne iş yaptığını bilmem. O derece samimiyetim yoktur. Bana 3.500 YTL
karşılığı bir bilgisayar aldığını, arızalı çıktığını, yardımcı olmamı söyledi.
Eski Tedaş binası yanındaki bilgisayarcının ortaklarından M. isimli şahsı
tanıyordum. Benim bu şahsı tanıdığımı A. müştekiye söylemiş. Ben M. ile
konuştum. Bilgisayarı geri getirmesini söyledim. Bilgisayarın garantisi olup
olmadığını bilmiyorum. Müşteki bana bu işi halledersen 1.500 YTL vereceğini
söylemişti. Bundan 2-3 ay sonrasına kadar müştekiyi görmedim. Olay günü S. ile
gece 01.00 sıralarında gezerken müşteki ile karşılaştık. Bana verdiği sözü
hatırlattım, kabul etti. Hatta fazlası ile 2.000 YTL vereceğini söyledi.
Bunları beraber gittiğimiz M... Spor Şirketinin bürosunda konuştuk. Bunları
konuştuktan sonra beraber çıktık. Kendisine inanmadığımı söyleyince, bana
kimliğini verdi. Ertesi gün parayı getirince verecektim. Ben müştekiyi tehdit
etmedim, gasp etmedim. Aynı gün kimliğini geri verdim, 14.02.2007 tarihinde
duruşmada: ben müştekiyi A. isimli bir arkadaşım aracılığıyla tanıdım. Kendisi
ile bir samimiyetim yoktur, bana kendisi eski Tedaş binası civarlarında ki M.
isimli bir bilgisayarcıdan bir kamera ve 1.000 YTL vermek suretiyle laptop
bilgisayar aldığını ancak bu bilgisayarın arızalı olduğunu söyleyince oradaki
arkadaşı tanıdığımı ve birlikte gidip konuşacağımızı söyledim. Birlikte bu
işyerine gittik. Bu işyerindeki şahıs bilgisayarlarını geri getirdiği takdirde
aldıkları kamerayı ve parayı iade edeceklerini söyledi. Ancak B. daha sonra bu
bilgisayarı sattığını bu nedenle getiremeyeceğini söyleyince ben arada mahcup durumda
kaldım. Daha sonra olay gecesi saat 01.00 sıralarında diğer sanıkla gezerken
kendisi ile karşılaştık ve bu konuyu konuşmak üzere birlikte yürümeye devam
ettik. Hava da soğuktu, üzerine de ceket almamıştı, bu yüzden benim çalıştığım
işyerinin bürosuna gittik. Orada da konuşmamız devam etti. Kendisine yaptığının
yanlış olduğunu söyledim. Ve kendisine inanmadığımı söyleyince de kimliğini
çıkarıp bana verdi. İş adresini de yazdı. Gelince görürsün, dedi. Kimliğini
daha sonra kendisine iade ettim. Daha sonra oradan çıkıp öpüşerek ayrıldık.
Yaklaşık 50 metre kadar gittikten sonra bizi polislere şikayet etmiş. Yakında
bulunan polisler bizi asayiş şubeye götürdüler,
Sanık S. 20.10.2006
tarihinde kollukta; 20.10.2006 günü akşam saatlerinde İ... Caddesi üzerinde
daha önceden kendisini sima olarak tanıdığım ismini bilmediğim bir şahısla
yanımda bulunan arkadaşım B. ile gezerken ykm karşısında karşılaştık ve şahısla
B. konuştu ve beraber yürüyerek, K... Caddesinde bir büroya gittik, orada B.
ile şahıs konuştular ve şahıs borcunu iki taksitte vereceğini söyledi, bu
esnada bir kağıda işyerinin adresini yazdı ve isterse nüfus cüzdanını
bırakabileceğini söyleyerek verdi, bayram sonrası da borcunu vereceğini ve
kimliğini alacağını söyledi, şahısla beraber aşağı inerek postane civarına
doğru yürüdük, daha sonradan postane önünden şahısla ayrılıp gittik ve bir süre
sonra polis gelerek bizleri aldı, olayda kesinlikle şahsa karşı bir zorlama
olmadı ve neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum, 11.01.2007 günü
C.Savcılığı'nda; Olay günü akşam saat 21-22.00 sıralarıydı B. isimli
arkadaşımla geziyordum. K... Caddesi üzerinde müşteki ile karşılaştık. B. ile
birbirlerine hal hatır sordular. Aralarında bir para ilişkisi olduğu
konuşmalardan anlaşılıyordu. Müştekinin B.'a borcu varmış. B. da bu şahsa bir
iki kez haber göndermiş. Bu şahıs da B.'ın arkasından laf söylemiş. B. hava
soğuk bir yerlere gidelim konuşalım dedi, birlikte K... Caddesinde B.'a ait
reklam bürosuna gidip oturduk. Herhangi bir şekilde zor kullanma olmadı, ben
diğer odada çay yapıyordum. B. ile bu şahıs konuştular. Ancak ben ne üzerine
borç olduğunu bilmiyorum. Müşteki ben N... M... Camisi altında güneş enerjisi
işyerinde çalıştığını söyledi. Reklam ve pazarlama üzerine iş yapıyorum,
borcunu aydan aya ödeyebileceğini söyledi. B. da bana ..ödeyemeyeceğini söyleme
ödememezlik yapma dedi. Müşteki de bayramdan 4-5 gün kadar sonra bu parayı
verebilirim dedi. Miktarı ben duymadım. Hatırlamıyorum. Ben tokmak görmedim.
Benim elimde herhangi bir bıçak da yoktu. Bir müddet sonra bürodan çıktık.
Çalıştığı yerin adresini ve patronunun ismini yazdı B.'a verdi, nüfus cüzdanını
verdiğini görmedim. Sana ceza keseceğiz. Cezaya razı mısın yoksa başka şeyler
yapalım mı şeklinde sözlerine ben ne de B. söylemedi. Alacak verecek konusunu bilmiyorum.
Duyduğum kadarıyla B. isimli müşteki Elbistan'da imiş. Bu birkaç kişiyi
dolandırmış ayağını kırmışlar. B.'ın tanıdığı arkadaşlar müştekinin babasının
yanına gitmiş şikayetini geri almasını istemişler. Babası da benim böyle bir
evladım yok diye söylemiş. Bu şahıs birkaç kişiyi bu şekilde şikayet etmiş,
14.02.2007 tarihinde duruşmada; olay tarihinde arkadaşım B. ile ykm karşısında
gezerken müşteki ile karşılaştık ve B. ile konuşmaya başladılar. Aralarında bir
borç ilişkisi olduğunu tahmin ettim, beraber yürüyerek K... Caddesinde B.'ın
reklam bürosu olarak kullandığı yere gittik. Ben çay demlemeye geçtim. Orada
kendi aralarında konuşuyorlardı. Müşteki sanık B.'a borcunu iki taksitte
ödeyeceğini söylüyordu. Bu sırada bir kağıda işyerinin adresini de yazdı.
İstersen nüfus cüzdanını da bırakabileceğini söyledi. Bunları duydum. Ayrıca
borcunu bayram sonrası ödeyeceğini ve bayram sonrası borcunu ödediğinde de
kimliğini geri alacağını belirtti. Ancak kimliğini verip vermediğini
hatırlamıyorum. Çayımızı içtik. Daha sonra oradan ayrıldık ve postane önüne
kadar yürüdük. Müşteki ayrıldı gitti. Biz de ayrıldık. Peşinden polisler
gelerek bizi aldılar. Olay bu şekilde meydana gelmiştir. Kendisine yönelik
herhangi bir zorlama yoktur biçiminde savunmada bulunmuşlardır.
5237 sayılı TCY'nin
Etkin Pişmanlık başlıklı 110. maddesinde; Yukarıdaki maddede tanımlanan suçu
işleyen kişi, bu suç nedeniyle soruşturmaya başlanmadan önce mağdurun şahsına
zararı dokunmaksızın, onu kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakacak
olursa cezanın üçte ikisine kadarı indirilir şeklinde düzenleme yer almaktadır.
Bu düzenlemeye göre
kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda etkin pişmanlık hükmünün
uygulanabilmesi için:
1- Kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçunun tamamlanmış olması,
2- Failin mağduru
soruşturmaya başlanılmadan serbest bırakması,
3- Failin, mağdurun
şahsına bir zarar vermemiş olması,
4- Failin, mağduru
kendiliğinden serbest bırakması,
5- Failin mağduru
güvenli bir yerde serbest bırakmış olması koşullarının tamamının birlikte
gerçekleşmiş olması gerekmektedir.
Uyuşmazlığa konu
olayda, diğer koşulların gerçekleştiği konusunda bir duraksama bulunmaması
nedeniyle, sanıklar hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp
uygulanmayacağının belirlenmesi açısından, mağdurun şahsına bir zarar
verilmemiş olma koşulu üzerinde durulmalıdır.
Öğretide, 5237 sayılı
TCY'nin 110. maddesinde geçen mağdurun şahsına zarar ifadesinden, mağdurun
vücut bütünlüğüne ve cinsel dokunulmazlığına yönelik davranışların anlaşılması
gerektiği baskın görüş olarak ortaya konulmuştur. (M. Emin Artuk - Ahmet Gökçen
- Caner Yenidünya, TCK Şerhi, s. 2887; İlhan Üzülmez, GÜHF Dergisi, yıl: 2007,
sayı: 1-2, s: 1203-1204; Osman Yaşar - Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç,
TCK, C. III, s. 3681)
Nitekim Yargıtay Özel
Dairelerince de; mağdurlara karşı cinsel istismarda bulunulması (5. Ceza
Dairesi'nin 25.05.2010 gün ve 11020-3964, 14.12.2006 gün ve 11067-10223 sayılı
kararları), mağdurlara cebir ve şiddet uygulanması, mağdurun yaralanmış olması
(8. Ceza Dairesi'nin 24.03.2010 gün ve 3681-4612, 10.03.2010 gün ve 10347-3644,
25.09.2007 gün ve 6783-6187, 11.12.2006 gün ve 4789-9095 sayılı kararları)
hallerinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmayacağı kabul edilmekte ve bu
yönde kararlar verilmektedir.
Görüldüğü gibi gerek
öğretideki baskın görüşlerde gerekse Yargıtay Özel Dairelerinin kararlarında
TCY'nin 110. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması
açısından mağdurun uğradığı her türlü zarar, bu bağlamda manevi ve ekonomik zararlar
mağdurun şahsına verilmiş zarar olarak değerlendirilmemektedir.
Aksinin kabulü, yani
mağdurun uğradığı her türlü zararın da bu kavram içinde değerlendirilmesi
halinde, özgürlüğü kısıtlanan bir kişinin bundan etkilenmeyeceği ve üzüntü,
korku vb. şekilde bir zarar görmeyeceği düşünülemeyeceğinden maddenin
uygulanması fiilen olanaksız hale gelebilecektir. Kaldı ki, mağdurun şahsına
zarar kavramının sanık aleyhine genişletilmesi sonucunu doğuracak böyle bir
yorumun 5237 sayılı TCY'nin 2/3. maddesi karşısında yasal bir dayanağının
bulunmadığı da ortadadır.
TCY'nin 110.
maddesinde yer alan mağdurun şahsına zarar kavramının yasa koyucunun bilinçli
bir tercihi olduğu, zira mağdurun uğrayacağı her türlü zararın bu maddenin
uygulanmasına engel oluşturmasının istemesi halinde, mağdurun şahsına zarar
ifadesi yerine mağdura bir zarar kavramının tercih edilmesi gerektiği de
gözardı edilmemelidir.
Bu nedenle TCY'nin
110. maddesinde geçen mağdurun şahsına zarar kavramından mağdurun vücut
bütünlüğü ve cinsel dokunulmazlığına yönelik davranışların kastedildiğinin
kabulü zorunludur.
Bu açıklamalar
ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Adli raporu alınmayan
ve dosya içeriğinde de vücut bütünlüğü ile cinsel dokunulmazlığına yönelik bir
davranışta bulunulduğuna ilişkin bir kanıt olmayan mağduru, soruşturmaya
başlanılmadan, kendiliklerinden ve güvenli bir yerde serbest bırakan sanıklar
hakkında 5237 sayılı TCY'nin 110. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık
hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
Diğer taraftan, Özel Daire
kararında da belirtildiği üzere, sanık B.'ın 08.05.2005 tarihinde işlediği
kasten yaralama suçundan dolayı Malatya Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi'nce
03.03.2006 tarihinde verilen ve 10.03.2006 tarihinde kesinleşen 381-171 sayılı
karar nedeniyle hakkında 5237 sayılı TCK'nın 58. maddesi uyarınca tekerrür
hükümlerinin uygulanması gerekirken uygulanmamış olması isabetsiz ise de, bu
husus aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Bu itibarla, Yargıtay
C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire'nin onama kararının kişiyi
hürriyetinden yoksun bırakma suçuna ilişkin olarak kaldırılmasına ve yerel
mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Bununla birlikte,
sanık B.'ın yağma suçundan tutuklanmış olmasına karşın sanık S., 20.11.2007 tarihinde
hem yağma hem de incelemeye konu olan kişiyi hürriyetinden yoksun kılma
suçundan tutuklanmıştır. Bozma kararına göre sanık S.'un bu suçtan tahliye
edilmesine karar verilmesi gerekmektedir.
Sonuç: Açıklanan
nedenlerle;
1- Yargıtay
C.Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2- Yargıtay Altıncı
Ceza Dairesi'nin 12.10.2009 gün ve 5127-13231 sayılı onama kararının kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin olarak kaldırılmasına,
3- Malatya Birinci
Ağır Ceza Mahkemesi'nin 04.09.2008 gün ve 7-407 sayılı hükmünün kişiyi
hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin olarak bozulmasına,
4- Sanık S.'un
tutuklu bulunduğu kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan tahliyesine, başka
bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin
temini için Yargıtay C.Başsavcılığı'na yazı yazılmasına,
5- Dosyanın mahalline
gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı'na tevdiine, 26.04.2011 günü yapılan
müzakerede oybirliğiyle karar verildi.