MAHKEMESİ : Van 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 22/03/2011NUMARASI : 2010/110-2011/163Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davalı SSK aleyhine açılan davanın husumetten reddine, diğer davalılar aleyhine açılan davanın kabulüne dair verilen 05.02.2009 gün ve 2000/204 E., 2009/33 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar Sağlık Bakanlığı, B.Y.S., S.A. vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.10.2009 gün ve 2009/4077 E. 2009/11600 K. sayılı ilamı ile;(...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılar B. Y. (S.) ile S. A.'ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları ile reddedilmelidir.2- Diğer temyiz itirazına gelince; dava, sakatlığa yol açan tedavi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kabul edilmiş; karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.Davacılar, küçük çocukları U. B.'ı muayene eden davalı doktor ile iğne yapan davalı hemşirenin, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, küçükte kalıcı sakatlığa yol açtıklarını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararın ödetilmesini istemişlerdir.Davalılar ise, haksız yere açılan davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.Yerel mahkemece, küçüğe miktarı fazla iğnenin yanlış yerden yapılmış olması nedeniyle davalı doktor ile hemşirenin kusurlu olduğu benimsenerek istem kabul edilmiştir.Davacılar, 24.10.2003 günlü ıslah dilekçesi ile dava açarken saklı tuttukları fazlaya ilişkin hakları kapsamındaki iş göremezlik tazminatı isteklerini artırmışlar ancak, ıslah ettikleri tazminata faiz yürütülmesini istememişlerdir.Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 74. maddesi gereğince yargıç, tarafların iddia ve savunmaları ile bağlı olup ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Islah dilekçesiyle artırılan tazminat başlı başına ayrı bir dava niteliğinde olduğuna ve davacılar da artırılan tazminata faiz yürütülmesini istemediklerine göre ıslah dilekçesinde istenilen tazminata da olay gününden itibaren faiz yürütülmüş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.3- Davalılardan Sağlık Bakanlığı'nın temyiz itirazına gelince; davacılar, sonradan Sağlık Bakanlığı'na devredilen SSK hastanesindeki tedavi nedeniyle küçüğün zarar gördüğünü belirterek tazminat istemişlerdir. Davacıların çocuğunun sağlık hizmetinin işleyişi sırasında sakat kaldığı anlaşılmaktadır.Sağlık hizmetlerinin nasıl, hangi koşullarda ve kimler tarafından yapılacağını, tedavi uygulayacak personelin alımı, eğitimi ve çalışma usullerini belirlemek, sağlık hizmetlerinin işleyişini denetlemek Sağlık Bakanlığı’nın yasayla belirlenen görevleri arasındadır. Bu görevin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle hizmet kusuru niteliğindeki idari işlemi ya da eylemden doğan zararlardan dolayı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince idare’ye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir.Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalılardan Sağlık Bakanlığı yönünden yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması doğru olmadığından karar bu nedenle de bozulmalıdır...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davalılardan Sağlık Bakanlığı ve S. A. Vekilleri HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, sakatlığa yol açan yanlış tedavi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.Davacı taraf, davasını Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü yanında tedaviyi gerçekleştiren doktor ve hemşireye yöneltmiştir.Davacılar vekili, küçük çocuklarını muayene eden davalı doktor ile iğne yapan davalı hemşirenin, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, küçükte kalıcı sakatlığa yol açtıklarını belirterek uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesini istemiştir.Davacılar vekili, 24.10.2003 günlü ıslah dilekçesi ile, dava açarken saklı tutulan fazlaya ilişkin hakları kapsamındaki iş göremezlik tazminatına yönelik istemi arttırmış; ıslah edilen tazminata faiz yürütülmesi yönünde bir isteme ıslah dilekçesinde yer vermemiştir.Davalılar vekilleri, haksız yere açılan davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, davalılar vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; davalılar B.Y. (S.) ile S.A.'ın bozma nedeni dışında kalan diğer temyiz itirazları reddedilmiştir.Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davalılar Sağlık Bakanlığı ve S.A.vekilleri temyize getirmiştir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık:a) Davalı Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan davanın, adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi görülüp sonuçlandırılması gerektiği;b) Diğer davalılar yönünden ise, dava dilekçesinde faiz talep eden ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutan davacıların, davayı ıslah ile tazminat miktarını artırırken bu kısma ayrıca faiz talep etmemiş olması karşısında, dava dilekçesi ile talep edilen faizin ıslah ile artırılan kısma sirayet edip etmeyeceği; varılacak sonuca göre ıslah ile artırılan kısma, dava dilekçesinde belirtilen tarihten itibaren faize hükmedilip hükmedilemeyeceği,noktalarında toplanmaktadır.I- Yargı yolu bakımından yapılan incelemede;Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, kesinleşen görevsizlik kararı bulunmadığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun göreve ilişkin hükümlerinin uygulanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça 6100 sayılı HMK.nun Geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında, “Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz.” şeklindeki açık düzenleme karşısında 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun (HUMK) yürürlükte olduğu dönemde açılan davalar hakkında, 6100 sayılı HMK’nun göreve ilişkin hükümlerinin uygulanmayacağı; bu nedenle 1086 sayılı Kanun döneminde açılan eldeki davada da daha önce verilip, kesinleşmiş bir görevsizlik kararı olsun olmasın 6100 sayılı HMK’nun göreve ilişkin hükümlerinin uygulanması olanağı bulunmadığı görüşü oyçokluğu ile kabul edilerek; 1086 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde kanun yoluna ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.Hemen belirtmelidir ki, davacıların küçük çocuklarını, SSK Van Hastanesinde muayene eden davalı doktor ile iğne yapan diğer davalı hemşirenin, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, küçükte kalıcı sakatlığa yol açtıkları ileri sürülerek, zararın tazmini istemiyle Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı aleyhine açılan ve daha sonra kanun gereği husumet değiştirilerek Sağlık Bakanlığına yöneltilen eldeki davada, salt hizmet kusuruna dayanıldığı ve davanın bu hukuki neden üzerine kurulu olduğu kuşkusuzdur.T.C. Anayasası’nın 125/son fıkrasında “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmüne yer verilmiş; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde de “idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” idari dava türleri arasında gösterilmiştir.Kamu hizmeti yürüttüğü kuşkusuz olan ve olay tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı bulunan SSK Van Hastanesinin bu hizmeti yürüttüğü sırada kişilere verdiği zararların giderilmesinin, ancak idari yargıda açılacak tam yargı davası yoluyla ve idarenin tazmin sorumluluğuna ilişkin esaslar çerçevesinde mümkün olacağı her türlü duraksamadan uzaktır.Diğer taraftan; 19.01.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5283 sayılı “Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun”un; 1. maddesinde: “Bu Kanunun amacı, kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesiyle ilgili usul ve esasları belirlemektir.” 4.maddesinde “Sağlık Birimlerinin Bakanlığa devri” başlığı altında:(a) fıkrasında; “Kamu kurum ve kuruluşlarına ait tüm sağlık birimleri; bunlara ilişkin her türlü görev, hak ve yükümlülükler, taşınırlar, taşınmazlar ve taşıtlarla birlikte, Sosyal Sigortalar Kurumuna ait olanlar rayiç bedeli karşılığında, diğerleri bedelsiz olarak aşağıdaki usul ve esaslar çerçevesinde Bakanlığa devredilmiştir…”, (c) fıkrasında “Devredilen sağlık birimleri ile ilgili olarak; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmeti satın almasına ilişkin sözleşmeleri hariç, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılmış sözleşmeler, kredi anlaşmaları, yatırım projeleri ile kamu kurum ve kuruluşları leh ve aleyhine adlî ve idarî yargıda sağlık hizmeti sunumundan, iyileştirici tıbbî malzeme alımından dolayı ve sağlık hizmeti sunan personelle ilgili açılmış ve açılacak davalar ile icra takipleri, Bakanlık husumetiyle yürütülür, bütün hak, yetki, yükümlülük, alacak ve borçlarıyla birlikte Bakanlığa geçer.”düzenlemesi yapılmıştır.Aynı Kanunun 10. maddesi uyarınca, yayımını takip eden günden bir ay sonra yürürlüğe giren 4/a ve 4/c maddelerinin açık hükmü karşısında; Sağlık Birimlerinin sağlık hizmeti sunumundan kaynaklanan davaların “Sağlık Bakanlığı” husumeti ile yürütüleceği kuşkusuzdur.Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 25.12.2006 gün ve E: 2006/251, K: 2006/271 sayılı kararında; sağlık hizmetinin yürütüldüğü sırada doğduğu öne sürülen zararın giderilmesi istemiyle açılan davanın, davalı Bakanlık yönünden, ilgili hastane 5283 sayılı Yasa gereği Sağlık Bakanlığı’na devredildiğinden, idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği ilkesi benimsenmiş; hatta 5283 sayılı Kanunun dava tarihinden önce yürürlüğe girmesine dair bir koşul aranmaksızın; somut olayda olduğu gibi, ilgili hastane dava ve olay tarihlerinde SSK.na bağlıyken yargılama aşamasında 5283 sayılı Kanun uyarınca Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş olması dahi idari yargı yerinin görevli kabul edilmesi için yeterli bulunmuştur. (HGK.nun 15.10.2008 gün ve 2008/4-637-631 esas, karar sayılı ilamı).Bu saptamalardan anlaşıldığı üzere; görülmekte olan davada zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğması nedeniyle idarenin hizmet kusuruna dayanılmış olması karşısında, olayda kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının saptanması gerekmekte olup, bu hususların saptanmasının ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceği; yargılama aşamasında yürürlüğe giren 5283 sayılı Kanunun 4/a ve 4/c maddeleri uyarınca dava konusu tedaviyi yapan hastane Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş olup, bu birimlerin sağlık hizmeti sunumundan kaynaklanan davaların Sağlık Bakanlığı husumetiyle yürütülmesinin gerekmesi hususları nazara alındığında; devredilen SSK. hastanesinin hizmet kusuru iddiasına dayalı tazminat davasının idari yargı yerinde görülmesi gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, davalı Sağlık Bakanlığı hakkındaki davanın idari yargı yerinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği göz önüne alınmadan, hatalı teşhis ve değerlendirme sonucu adli yargı yerinin görevli olduğu benimsenmek suretiyle işin esasının incelenmesi ve bu yönde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.II- Diğer davalı S.A. vekilinin temyizine konu ıslah dilekçesi ile talep edilmediği halde, ıslah ile arttırılan kısma faiz yürütülmesinin gerekip gerekmediğine gelince;04.11.2000 tarihli ve 24220 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 gün ve 1999/1 E., 1999/33 K. sayılı kararı ile 1086 sayılı HUMK.nun 87. maddesinin son cümlesindeki “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü iptal edilmiştir.Hal böyle olunca, davacı, kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi, müddeabihin arttırılmasını önleyen yasal düzenlemenin yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesinin kararı ile ortadan kalkmasından yararlanarak, aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle müddeabihi arttırarak da talep edebilir.1086 sayılı HUMK.nun 83. maddesinde ıslah; “taraflardan birisinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen ya da kısmen düzeltmesi” olarak tanımlanmıştır. O halde ıslah kısmen ya da tamamen yapılabilir.Davanın tamamen ıslahı durumunda, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektirir (1086 sayılı HUMK m. 87). Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda, davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, tamamen ıslah edilen dava ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğundan bunun doğal sonucu olarak, zamanaşımı, hak düşürücü süre ilk davanın açıldığı tarihteki duruma göre dikkate alınacaktır. Onun için davanın tamamen ıslahında ıslah olunan dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı C: IV, s. 3998 vd.; Sabri Şakir Ansay, Yargılama Usulleri, yıl: 1960, s. 194 vd.; İlhan Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri, yıl: 1975, s. 460 vd.; Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku Esasları, yıl: 1973, s. 335 vd.)Davanın kısmen ıslahında ise, o zamana kadar yapılmış bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasına imkan yoktur. Davanın kısmen ıslahını düzenleyen 1086 sayılı HUMK.nun 87 c.1.de “bunu (ıslahı) yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren” dediğine göre, davacının davasını kısmen ıslah etmesi halinde, hangi usul işlemlerinin yapılmamış sayılması gerekeceği davacının iradesine göre yorumlanacaktır. Davanın ıslah edilmeyen kesimine ilişkin usul işlemleri ise, geçerli olmakla, devam edecektir (Baki Kuru, a.g.e., s. 4018).Ek dava konusuna gelince, kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Yine, kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı halinde, birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.Bu haliyle kısmi ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla, kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmi ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir.Kısmi ıslah yoluyla müddeabihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan; kısmi davadaki ıslah ile, bu yola gidilmeyip ek dava açılması halleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir ve beklenir.Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 14.4.2004 gün ve 2004/4-200-227 sayılı ilamında da vurgulanmıştır.Bu anlatılanların ışığında somut olay değerlendirildiğinde:Davacılar küçük çocuklarını muayene eden davalı doktor ile iğne yapan davalı hemşirenin, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, küçükte kalıcı sakatlığa yol açtıklarını belirterek fazlaya dair haklarını saklı tutarak 5.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir. Yargılama sırasında da dava açarken saklı tuttukları fazlaya ilişkin hakları kapsamındaki iş göremezlik tazminatı isteklerini 24.10.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile artırmışlar; ancak, dilekçede ıslah ettikleri miktar yönünden faiz talebine yer vermemişlerdir.Genel Kurulda yapılan görüşmeler sırasında yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde yapılan değerlendirmede; çoğunlukça, harcı yatırılarak ıslah ile arttırılan kısmın ayrı bir dava, diğer bir deyişle ek dava olarak kabulü gerektiği, ek davadaki ilkelerin burada da söz konusu olacağı, ıslah suretiyle istenen miktara faiz yürütülmesi talep edilmediğinden, dava açılırken talep edilen faizin bu talebe yansıtılamayacağı, kendisi faiz talep etmeyen davacı lehine faiz yürütülmesi olanağı bulunmadığı benimsenmiş ve sonuçta ıslah ile arttırılan kısım için faiz talep edilmediğinden bu bölüm için faize hükmedilemeyeceği oyçokluğu ile kabul edilmiştir.Buna göre, müddeabihin ıslah yoluyla arttırılması ayrı bir dava (ek dava) niteliğinde kabul edilmekle, ıslah sırasında, bu miktar için faiz talep edilmemiş ise, davacının faiz talep etmeme yönündeki bu açık tavrına karşın, dava açılırken talep edilen faizin bu isteğe de sirayet edeceği gerekçesiyle, ıslah olunan miktara faiz yürütülmesi olanaksızdır.O halde, Yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma ilamına uyulması gerekirken, aksine gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle; direnme kararı bozulmalıdır.S O N U Ç :1) Davalı Sağlık Bakanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yargı yoluna ilişkin bölümünün Özel Daire bozma kararında ve yukarıda (I) numaralı bentte ve gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 05.10.2011 tarihinde yapılan ilk görüşmede,2) Davalı Semra Aslay vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının ıslah ile arttırılan müddeabihe yürütülen faiz yönünden Özel Daire bozma kararında ve yukarıda (II) numaralı bentte gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 12.10.2011 gününde yapılan ikinci görüşmede, oyçokluğu ile karar verildi.
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
Avukatın yapamayacağı işler- ortak çalışan avukatlar da işi yasal olarak reddetmek zorundadır.
1136 Sayılı Avukatlık Kanunu'nun 38.maddesinde avukatın işi ret mecbureyetinde olduğu haller gösterilmiş, aynı maddenin (c) bendi; “Avukatın evvelce hakim, hakem, Cumhuriyet savcısı, bilirkişi veya memur olarak görev yapmış olmasını” işi reddetme sebebi olarak kabul etmiş, aynı maddenin son fıkrasın
Bilinen adres ticaret sicil adresi ise bu adrese normal tebligat çıkartılmadan 35.maddeye göre tebligat çıkartılamaz
Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 8.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.07.2011 gün ve 2010/244 E-2011/262 K. Sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 26.11.2012
Doğacak alacaklar için İİK 89 md gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesi İİK 88.maddesi anlamında haciz yazısı olarak değerlendirilir
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup ince
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?