MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİLTaraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkindir.Davacılar, hile ile alınan vekâletname kullanılarak 167, 175, 185, 323, 528, 539, 578, 589, 671, 684, 685 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarının vekilleri davalı ... tarafından satış suretiyle kardeşleri davalı ...'e temlik edildiğini, muris ...'ten 17 parça taşınmaz intikal ettiğini, kardeşleri davalı ...'in baskıları sonucu notere satış vaadi sözleşmesi tanzim etmek üzere gittikleri sırada hile ile satış yetkisi içerir vekâletnameler alındığını, satıştan haberleri olmadığı gibi satış bedelinin de ödenmediğini, satışların kötü niyetle ve muvazaalı olarak yapıldığını, satış vaadi sözleşmelerinin de davalı ... lehine aşırı yararlanma olacak şekilde tanzim edildiğini, satış iradelerinin olmadığını, vekâlet görevinin kullanıldığını ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, anneleri ...'nın da satıştan sonra ölümü ile onun payına isabet eden kısmın da adlarına tesciline, olmadığı taktirde taşınmazların rayiç bedelinden şimdilik 11.000,00 TL bedelin yasal faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.Davalılar, davanın hak düşürücü ve zaman aşımı süreleri geçtikten sonra açıldığını, davacıların bilgisi dahilinde verdikleri vekaletnameler ile dava konusu taşınmazların rayiç bedelden satış işleminin yapıldığını, davacıların payına isabet eden satış bedelinin ödendiğini, iddiaların doğru olmadığını, satış vaadi sözleşmesinden itibaren taşınmazları murisleri ...'in kullandığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların satışına konu vekaletnamenin hile ile alındığı iddiasının kabule değer olmadığı, vekilin yetkisine istinaden satış işlemini yaptığı, davacılar aleyhine kasten hareket etmediği, vekilin davalılar murisi ...'e gerçek bedelleri üzerinden temliki yaptığı, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının sabit olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; muris ...'ün 28.06.1989 tarihinde ölümü ile eşi ... ile çocukları davacılar ve dava dışı mirasçı ... ile davalılar murisi oğlu ...'in mirasçı olarak kaldıkları, davacıların 23.08.1995 tarihinde murislerinden intikal eden 14 parça taşınmazdaki paylarını kardeşleri ...'e satmayı vaad ettikleri, aynı gün bir sonraki yevmiye ile aynı taşınmazların satış yetkisini de içerir biçimde tanıdıkları olan davalı ...'i vekil tayin ettikleri, vekil davalı ...'in ise dava konusu 167, 175, 185, 323, 528, 539, 578, 589, 671, 684 ve 685 parsel sayılı taşınmazlardaki davacılar payını 14.08.2008 tarihli akitle satış suretiyle davalıların murisi ...'e satış suretiyle temlik ettiği, murisin eşi ...'nın 20.10.2008 tarihinde, davalıların murisi ...'in ise 10.06.2011 tarihinde öldükleri anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda somut olaya bakıldığında, mahkemece, hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Şöyle ki, mahallinde keşif yapılmamış, taşınmazların satış tarihindeki gerçek değerleri belirlenmemiş, başka bir deyişle zararlandırma olgusu araştırılmamış, resmi belgenin aksinin aynı kuvvette belge ile ispat edilmediği, iddianın sabit olmadığı gerekçesiyle ve davalı tanıklarının beyanlarına itibar edilerek sonuca gidilmiştir.Hemen belirtmek gerekir ki, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı davaların yukarıda açıklandığı şekilde her türlü delille ispatı mümkün olup, davacıların yazılı delille ispat zorunluluğu bulunmamaktadır.Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, mahallinde uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılarak dava konusu taşınmazlarda temlike konu edilen payların satış tarihindeki gerçek değerlerinin tespit edilmesi, gerçek değer üzerinden davacılara bedel ödenip ödenmediğinin belirlenmesi, tanıklar yeniden dinlenerek vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiası ve yukarıdaki ilkeler doğrultusunda beyanlarının alınması, ondan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.Davacıların bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.01.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.