Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 558 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 330 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : Uşak 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 06/12/2011NUMARASI : 2011/271-2011/29 Taraflar arasındaki “tapu iptal ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Uşak 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın reddine dair verilen 14.09.2010 gün ve 2007/373 E. 2010/295 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 09.05.2011 gün ve 4882 E.–5537 K. sayılı ilamı ile;(...Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden toplanan delillerden; çekişme konusu 344 ada 15 parsel sayılı taşınmazdaki 29 nolu bağımsız bölümün davacı tarafından 30.12.2005 tarihli akitle davalıya satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı anılan temlikin davalının bankadan kredi çekebilmesi amacıyla yapıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere ; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın;inanç sözleşmelerinin ,yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.Bilindiği üzere; uygulamada mesele,5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler”dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamıyacağı ,zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamıyacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta,nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna,hükmolunmuştur.İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı,sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır.Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur.Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa ,özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan,mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir.Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir.Bunun dışındaki bir kabul,hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.Somut olaya gelince; davacının eski mülkiyet hakkına dayanarak her zaman dava açabileceği tarafların tapu sicil müdürlüğünde işlem yapmaya zorlanamayacağı gözetildiğinde uyuşmazlığın adli yargı yerinde açılan eldeki dava ile çözüme bağlanması gerekeceğinde kuşku yoktur. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapılması bu arada davalıdan sadır olan belge ve kabul beyanının da gözetilmesi ve işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. ...) gerekçesiyle davacı yararına bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davacı Z.. G.. vekili. HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı vekili, tarafların gayri resmi birlikte yaşadıklarını, müvekkiline ait U.. Merkez Ü... Mahallesi .. ada .. parseldeki .../..arsa paylı mesken vasfındaki .. nolu bağımsız bölümün bankadan kredi çekmesi için davalıya verildiğini, bu konuda 30.12.2005 tarihli bir belgenin düzenlenerek davalı tarafından imzalandığını, bu belge ile istenildiği anda taşınmazın tapusunun davacıya verilmesinin davalı tarafından kabul edildiğini, bu nedenle sözü edilen 29 nolu bağımsız bölümün davalı adına olan tapu kaydının iptali ile bu taşınmazın evvelce olduğu gibi davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı ve vekili, cevap dilekçesi ve duruşmadaki beyanları ile açılan davayı kabul etmişlerdir.Müdahiller vekili; Davalı A.. R..’den alacaklı olduklarını, alacaklarını Uşak 2. İcra Müdürlüğünün 2008/230 esas sayılı takip dosyası ile borçlu A.. R..’den istediklerini, dava konusu taşınmaza haciz uygulandığını, müvekkillerinin alacaklarını sonuçsuz bırakmak amacı ile bu davanın danışıklı olarak açıldığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Yerel Mahkemece; davalı ve vekili davayı kabul ettikleri, tarafların tapuda işlem yapmalarının her zaman mümkün bulunduğu, bu davayı sürdürmesinde davacının herhangi bir hukuki menfaati bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece; davacı vekilinin temyizi üzerine yukarıda başlık bölümünde belirtilen gerekçele ile yerel mahkeme kararı davacı yararına bozulmuştur.Özel Daire bozması sonrasında yapılan yargılamanın 06.12.2011 günlü oturumunda; davacı vekili ile davalı vekili bozmaya uyulmasını, müdahiller vekili ise, bozmaya karşı direnilmesini istemişlerdir. Aynı oturumda mahkemece, önceki kararda direnilmiş; kararı, davacı vekili temyize getirmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, davacı ile davalı tarafın bozma ilamına uyulmasını, müdahilin ise direnilmesini istemesi karşısında, yerel mahkemece direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu önsorun olarak öncelikle incelenip değerlendirilmiştir.Durum bu olunca konuya ilişkin genel açıklamaların yapılmasında yarar vardır: Bilindiği üzere, hukukumuzda davaya müdahale (katılma) iki türlü olup; bunlar fer’i müdahale ve asli müdahale olarak adlandırılmaktadır. Fer’i müdahale kanun tarafından düzenlendiği halde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m. 53–58) asli müdahale doktrin ve Yargıtay tarafından geliştirilmiş ve kabul edilmiştir. Her iki halin de davadaki konumu ve sonuçları farklıdır.Asli müdahalede; kısaca, iki taraf arasında devam etmekte olan bir davada, üçüncü bir kişinin o davanın konusunu oluşturan hak veya şey üzerinde kısmen veya tamamen kendisinin hak sahibi olduğunu ileri sürmesi ve bu hakkını, harcını da ödeyerek bağımsız bir davanın konusu yapmasıdır. Başka bir ifadeyle, asli müdahale talebi, bir davanın konusunu oluşturan şey veya hakkın, tamamen veya kısmen o davanın taraflarına değil, tersine müdahale talebinde bulunana ait olduğu iddiasını içerir ve bağımsız bir dava niteliğinde olması nedeniyle de harca tabidir.Fer’i müdahalede; üçüncü kişi hukuki yararı olduğu gerekçesiyle görülmekte olan davaya ancak, taraflardan birinin yanında ve onun yardımcısı olarak katılır. Bu nedenle, fer’i müdahale, bir davanın davalılar aleyhine sonuçlanması halinde, kendi hukuksal durumu dolaylı şekilde etkilenecek olan üçüncü kişinin başvuracağı bir yoldur ve genellikle amaç, açılmış davanın davalı yararına sonuçlanmasını (reddedilmesini) sağlamaktır. Mahkeme, fer’i müdahale dilekçesi üzerine müdahale talebinin kabulüne veya reddine karar verir. Fer’i müdahil, müdahale talebinin reddine ilişkin kararı, asıl hüküm verildikten sonra lehine müdahale etmek istediği taraf aleyhine verilmiş olan hükme karşı temyiz yoluna başvurarak, temyiz edebilir ve hükmün, müdahale talebinin haksız olarak reddedilmiş olması nedeniyle bozulmasını isteyebilir. Müdahale talebinin kabulü halinde ise fer’i müdahil, lehine katıldığı tarafla birlikte hareket ederek davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip eder. Hüküm, lehine müdahale edilen taraf hakkında verilir. Müdahil hakkında karar verilemez. Müdahil hükmü ancak, lehine katıldığı tarafla birlikte temyiz edilebilir.Karar düzeltme yolunda da, tıpkı temyiz yoluna başvurmada olduğu gibi, lehine müdahale edilen taraf karar düzeltme yoluna başvurmazsa, HUMK’nun 57.maddesi uyarınca, iltihak ettiği tarafla birlikte hareket etmek zorunda olan fer’i müdahil, yalnız başına karar düzeltme isteyemez. Müdahile husumet tevcih edilmediği gibi, müdahil aleyhine bir karar da verilmemiş bulunan hallerde müdahilin tek başına karar düzeltme isteğinde bulunmaya hakkı yoktur.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.02.2010 gün ve E:2010/13–114, K:2010/81 sayılı ilamı) Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3.maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesine göre Yargıtay’ın bozma kararı üzerine hakim tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir. Görülüyor ki, hakim bozma ilamına uymak zorunda olmayıp eski kararda direnebilir. Eş anlatımla hakim kural olarak Yargıtay bozma kararına uymak ya da bu karara karşı direnme kararı vermek konusunda tarafların istekleri ile bağlı olmayıp, serbest takdir yetkisine sahiptir. Ancak bozma nedenlerinin kamu düzenine ilişkin ve dolayısıyla hakimin kendiliğinden göz önünde bulundurması gereken sebeplerden olmaması halinde taraflar veya vekilleri bozma kararına uyulmasını istemişlerse artık mahkemece önceki kararda direnilemez. Bozma kararına uymak gereklidir. Yargıtay’ın yerleşmiş ve kurallaşmış uygulaması da bu doğrultudadır (Hukuk Genel Kurulu'nun 02.02.1983 gün ve E:7, K:70; 25.5.1983 gün E:377, K:580; 27.6.1990 gün ve E:1990/293, K:400; 04.07.2012 gün ve E:2012/5–180, K:2012/434 sayılı ilamları).Somut uyuşmazlıkta ise, harcını yatırmak suretiyle müdahale talep eden kişilerin, hukuki konumları öncelikle ele alınmıştır. Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşmede bu kişilerin, taraflardan ayrı ve bağımsız olarak bir hak iddiasında bulunmayıp açılan davanın reddini talep ettikleri, isteklerinin nitelikleri nazara alındığında taleplerinin davalı tarafın yanında fer'i müdahil (katılan) olarak kabulü gerektiği ve davada yanında katıldıkları tarafla birlikte hareket edebilecekleri sonucuna varılmıştır.Uyuşmazlık konusu eldeki davada, bozma ilamı sonrasında davanın tarafları (davacı ve davalı vekilleri) duruşmaya katılmış ve bozma ilamına uyulmasını istediklerini ifade etmişlerdir. Tarafların bu beyanları karşısında, ortada kamu düzenini ilgilendiren bir durum da bulunmadığına göre, mahkemenin müdahilleri de gerçek taraf olarak kabul edip direnmeye yönelik beyanları esas alınarak, önceki kararında direnmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür.Bu nedenle direnme kararı yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı işin esasına girilmeksizin usul yönünden bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, aynı kanunun 440/III-(1-2-3-4) maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.09.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi. MUHALEFET ŞERHİDavaya müdahale talep edenler; davalı borçludan alacaklı olan kişilerdir. Açılan davanın ve davalının davayı kabul beyanının muvazaya dayandığını, amacın kendilerinden mal kaçırma olduğunu açıklamışlardır. Bilindiği gibi İİK'nın 277 v.d maddeleri icra takibinde alacaklı bulunanların borçlunun mal kaçırma amaçlı tasarruflarının iptalini sağlamak için dava açma imkânı tanımıştır. Borçlunun davayı kabul beyanı da iptale tâbi tasarruflardandır. Alacaklıların müstakil bir dava açma yerine bu davanın reddini sağlamak için müdahale talep etmeleri yerinde olup aslî müdahil sayılmaları gerekir. Öyle olunca; davanın taraflarının Yargıtay bozma ilamına uyulmasını istemeleri kendilerini bağlamayacağından mahkeme direnme kararı verebilir. Müdahale taleplerinin harçlandırılarak, esasının incelenerek dava sonuçlandırılmalıdır. Ayrıca yüksek kurulda karara karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı, miktarın karar düzeltme sınırının altında olduğu sonucuna varılmıştır. Oysa müdahale talebine konu icra takibindeki alacağın miktarı ve taşınmazın değeri dikkate alındığında karar düzeltme sınırının üzerinde bulunduğu ve karar düzeltme talep olunabileceği ortadadır. Bu nedenlerle aksine oluşan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar ZAMANAŞIMINI KESEN SEBEPLER • İCRA TAKİBİ (.Dava eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.Yanlar arasındaki uyuşmazlık eser sözleşmesinden kaynaklandığından yüklenici tarafından açılacak alacak davası Borçlar Kanunu’nun 12 PMF TABLOSU • TAZMİNAT HESAPLAMA Davacılar vekili, müvekkillerinin murisi Pakize'nin içinde yolcu olarak bulunduğu ve davalı N Sigorta ZMSS poliçesi ile sigortalı araç nedeniyle meydana gelen kazada murisin vefat ettiğini belirterek, anne baba, eş ve çocuk için 5.000'er TL destekten yoksun kalma tazminatının müracaat tarihinden iti Tarafların görevsiz mahkemede yaptığı usuli işlemlerin geçerliliği - görevsiz idari yargıda açılan dava Taraflar arasındaki “menfi tesbit- ödeme emrinin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tokat (1.) İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.08.2006 gün ve 1135-629 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 26.06.2007 g Yargıtay Yargıtay Karar Arama Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ? Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Kanunu Yargıtay İş Bölümü Yargıtay Haberleri Karar Arama Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Yargıtay Ceza Dairesi Kararları BAM Kararları Danıştay Kararları Anayasa Mahkemesi Kararları Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları Karar Arama Nasıl Yapılır? Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir? Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır? BAM Karar Arama Nasıl Yapılır? Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır? Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?