Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi, yıkım ve ecremisil isteğine ilişkindir.Mahkemece, taşkın yapıdan davacının satın aldığı takdirde haberdar olduğu, bu nedenle taşkın yapıya katlanma yükümlülüğünün bulunduğu ve davadan feragat edildiği gerekçesiyle davanın REDDİNE karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişmeye konu 130 ada 21 nolu parselin V2payının davalı Yaşar, V2payının ise diğer davalıların miras bırakanı olan İ. adına 29.04.1995 tarihinde kadastroya istinaden kayıtlı olduğu, her iki taşınmazın beyanlar kısmında; A ile gösterilen binanın İbrahim'e, B ile gösterilen binanın Y'ye ait olup, A ile gösterilen evden 21 nolu parsele 39, 25 m2, B ile gösterilen evden ise 21 nolu parsele 11, 16 m2 tecavüzün bulunduğuna dair şerh mevcut olduğu, yargılama sırasında davalı Y.'nin 22 nolu parseldeki payını dahili davalı İ... Tic. San. ve Gıda Limited şirketine satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı, 21 parsel sayılı taşınmazına, komşu 22 nolu parseldeki davalıların binalarının taşkın olduğunu ileri sürerek, elatmanın önlenmesine, taşkın bölümlerin yıkımına, 1.000-TL ecrimisilin davalı Y'den, 3.000-TL ecrimisilin ise diğer davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında davalı Y'nin payını satın alan dahili davalı ile anlaştıklarını belirterek, bu konuda aralarında düzenledikleri anlaşma tutanağını evrak arasına sunarak tutanakta belirtildiği şekilde davanın bir kısmından feragat ettiğini bildirmiş, davalı olan İ. mirasçıları ise; yıkım istenen binanın murisleri İ.'nin intikal ettiğini ve 42 yıl önce yapılmış olduğunu, taşınmazların evveliyatta aynı kişilere ait olup tevhit ve ifrazlar sonucu tecavüzün oluştuğunu belirterek davanın reddini istemişler, savunma yoluyla da temliken tescile, mümkün olmaz ise irtifak hakkı kurulmasına karar verilmesini talep etmişlerdir.Hemen belirtmek gerekir ki; “mülkiyet hakkı”, Anayasanın 35. maddesi ile güvenceye bağlanmış mutlak bir anayasal hak olup, malik sıfatını taşıyan kişiler güvenceden yararlanır ve onu dermeyan edebilirler. Bu teminat, hukuk devletinin bir gereğidir.Yine Anayasanın 90/5. Maddesi uyarınca iç hukukun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye) Ek 1 nolu Protokolün 1. Maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslar arası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı, garanti altına alınmıştır.Öte yandan; mülkiyet hakkı Türk Medeni Kanunu'nun 683 ila 778. Maddeleri arasında düzenlenmiş, ancak açık bir tanımı yapılmamıştır. Mülkiyetin unsurları ise TMK'nın 683. Maddesinde açıklanmış ve aynen: “bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir,” denilmiştir.Bu madde hükmü dikkate alındığında; mülkiyetin sağladığı aktif yetkiler, sahibine “o şeyde hukuk düzeninin sınırları içkide dilediği gibi tasarruf etme hakkı”nı sağlamaktadır. Bu tasarruf, malın fiilen kullanılması, semerelerin toplanması, malda değişiklik yapılması, malın tahrip ve tağyir edilmesi gibi fiili tasarrufları içine aldığı kadar, malı başkasına devretme, üzerinde hak tesis etme gibi hukuki tasarrufları da içine alır. Mülkiyeti koruyucu yetkiler ise, malike, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açma ve her türlü haksız elatma-nın önlenmesini dava edebilme hakkını vermektedir.Somut olaya gelince; dava, Türk Medeni Kanunu’nun 683. ve devamı maddelerine göre diğer bir deyişle mülkiyet hakkına dayanılarak açılmış olup, davalılara ait yapıların davacının parseline taşkın olduğu her iki taşınmazın tapu sicil kaydında yer alan şerh ve mahallinde yapılan uygulama neticesinde teknik bilirkişiler tarafından düzenlenen raporlar ile sabittir.O halde; yanılgı değerlendirme ve dosya kapsamına uygun olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Hal böyle olunca; bir kısım davalıların savunma yolu ile temliken tescil, mümkün olmadığı takdirde irtifak hakkı kurulması yönünde talepte bulundukları gözetilerek, öncelikle davalıların bu taleplerinin değerlendirilmesi, yerinde görülmemesi halinde davacının mülkiyet hakkında üstünlük tanınması, öte yandan; davacı tarafından evrak adına sunulan davacı ile dahili davalının imzasının yer aldığı 24.05.2012 tarihli “Anlaşma Tutanağı” bağlıklı belge ile bu tutanak doğrultusunda davasından kısmen feragat ettiği yönündeki davacının beyanı ve bağlama feragat edilen talep sonucunun kapsamının da açıklattırılıp değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yanılgı değerlendirme ile ilgili yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davacı vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hüküm açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi gereğinceBOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,13.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.