MAHKEMESİ : SARUHANLI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/12/2009NUMARASI : 2009/130-2009/326Taraflar arasında görülen davada;Davacı, mahcur E.'nin hukuki ehliyete haiz olmadığını bu nedenle 772 parsel sayılı taşınmazını davalılara bağış yoluyla temlikine ilişkin işlemin geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptali ve tescil istemiştir. Davalılar, derdestlik itirazında bulunmuşlar, esastan da davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, derdestlik ve kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .. raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı E.nin çekişme konusu 772 sayılı taşınmazını 7.4.2009 tarihinde davalı oğullarına bağış suretiyle temlik ettiği, davacı E. 'nin, bu temlikten sonra davalılar aleyhine hile hukuksal nedenine dayalı olarak 30.04.2009 tarihinde açmış olduğu Saruhanlı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/103 esasında kayıtlı bulunan davanın, davacı vekilinin 08.06.2009 tarihli feragat dilekçesi üzerine reddine karar verildiği ve davalılar tarafından temyiz edildiği ; eldeki davanının ise, davacı E.nin vesayet altında bulunması sebebiyle vasisi tarafından, davacı E.e'nin, çekişme konusu 772 parsel sayılı taşınmazını davalı oğullarına bağış suretiyle temlik ettiği tarihte ehliyetsiz olduğu ileri sürülerek tapu iptal ve tescil isteğiyle açıldığı anlaşılmaktadır.Mahkemece, 2009/ 103 esas sayılı hile hukuksal nedenine dayalı olarak açılan tapu iptal ve tescil davası sırasında davacı e.nin kısıtlı olmadığı ve davasından feragat etmekle davaya konu haktan vazgeçmiş sayılacağı vazgeçme nedeniyle ret kararının maddi anlamda kesin hüküm oluşturduğu, kesin hüküm ve derdestlik itirazının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanını reddine karar verildiği görülmektedir.Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır. Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar.Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edilmiştir.Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur.Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir.Bu itibarla, tarafları, mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237.maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar. Bu açıklamalara göre, 2009/103 esas sayılı davanın eldeki dava bakımından kesin hüküm oluşturduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.Şöyle ki; Mahkemenin 2009/103 esasında kayıtlı ilk dava hile hukuksal nedenine dayalı olarak; eldeki dava ise ehliyetsizlik hukuki sebebine dayalı olarak açılmıştır.Bu durumda, her iki davanın sebebinin aynı olduğu kabul edilemez. Aynı gerekçe ile ilk davanın elde ki dava bakımındanderdest olmadığıda açıktır.Ne varki, Mahkemece, işin esasına girilerek, ehliyetsizlik yönünden bir araştırma yapılmış değildir.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranmaeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.O halde; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde, kısıtlı davacı e.nin çekişme konusu taşınmazını davalılara temlik ettiği 7.4.2009 tarihinde hukuki ehliyete haiz olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacı tarafın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.04.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.