Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4974 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 3830 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : TOKAT 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 14/01/2010NUMARASI : 2009/11-2010/5Taraflar arasında görülen davada;Davacı, maliki olduğu 14 parseldeki 5 ve 10 nolu bağımsız bölümleri davalı A,'nin vekalet görevini kötüye kullanarak davalı F.e devrettiğini, ondanda 5 nolu dairenin davalı A.e 10 nolu daireyi ise davalı D,'a satıldığını, davalıların danışıklı olarak hareket ettiklerini ileri sürerek tapu iptal ve tescile, olmazsa 360.000,00.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalı F.A.'dan tahsiline karar verilmesini istemiştir.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hakimi . . raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil , yargılama sırasında davalıların iyiniyetli olduklarının anlaşılması halinde ara malik davalı F.'ten bedel isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 5 ve 10 nolu bağımsız bölümlerin davacıya ait iken vekil kıldığı davalı A.arafından 8.1.2009 tarihinde davalı F.e satıldığı ve F. tarafından da 14.1.2009 tarihinde 5 nolu bağımsız bölüm davalı A.e, 10 nolu bağımsız bölüm davalı D.'a temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, vekalet görevinin kötüye kulanıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; çekişmeli bağımsız bölümlerin bulunduğu 14 parsel sayılı taşınmazın davalılardan F.e ait olduğu ve F.'in aynı zamanda müteahhit olarak faaliyette bulunduğu, maliki olduğu taşınmaz üzerine bina inşaa ederek meydana gelen kat mülkiyetli bağımsız bölümlerden 5 ve 10 nolu olanları dava dışı A. İ.'a 19.6.2008 tarihinde temlik ettiği ve A. İ.'dan da 24.11.2008 tarihinde davacıya satış suretiyle devredildiği kayden sabittir.Davacı, son kayıt maliklerinin iyiniyetli olması halinde taşınmazların bedelinin F.'en tahsili konusunda davasını yargılama sırasında ıslah ederek harcını da yatırmak suretiyle talepte bulunmuştur.Gerçekten de, mahkemece yapılan araştırma ve inceleme sonunda son kayıt malikleri olan davalı A. ve D.'un iyiniyetli oldukları ve TMK nun 1023. maddesinin koruyuculuğunda oldukları dosya kapsamı ile sabit olup, tapu iptal ve tescil isteğinin reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Ancak, davacının ıslah talebi gözetilerek ilkel F.'in iyiniyetli olup olmadığının değerlendirilmesi, istenilen taşınmazlar bedeli bakımından önem ifade etmektedir.Bilindiği gibi, 4.2.1948 tarih 10/3 sayılı İBK da açıklandığı üzere, dava açıldıktan sonra sebebinde, konusunda, delillerde ve diğer hususlarda usule ilişkin hükümlerin ıslah yolu ile düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslah mümkündür. Kaldıki, HUMK nun 185. maddesinin 2. bendinde, davacının karşı tarafın rızası olmaksızın ıslah yolu ile davasının mahiyetini tebdil edebileceği kabul edilmiştir.Bu durumda, davacının tapu iptal ve tescil yerine taşınmazların bedelinden kaynaklanan tazminat şeklinde davasını ıslah etmesi mümkündür. Buna göre, yukarıda değinilen hadisenin oluşum ve gelişme tarzı değerlendirildiğinde resmi senette gösterilen satış değerleri ile keşfen belirlenen gerçek değerler arasında aşırı fark bulunduğu da saptanmıştır.Esasen, çekişme konusu taşınmazların ilk maliki F. olup taşınmazın değerinin ne olduğunu bilen kişi konumundadır. Ayrıca, F.bu taşınmazlara malik iken dava dışı A. İ.'a satıldığı sırada da davacının vekil kıldığı davalı A.nin A. İ.ın da vekili olduğu sabittir. Diğer taraftan, vekil A.'nin babası ile davalı F.'in aynı taşınmazda paydaş oldukları ve birbirlerini tanıdıkları anlaşılmaktadır.O halde, belirlenen bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde ilk el olan davalı F.'in iyiniyetli olduğu kabul edilemez. Diğer taraftan, vekalet görevinin kötüye kullanılması haksız fiil niteliğinde olup vekil A.ile el ve işbirliği içinde hareket eden davalı F.'in taşınmaz bedelinden kaynaklanan tazminattan sorumlu olacağı da kuşkusuzdur. Aralarında bedel ile ilgili borç sebebi ile müteselsil sorumluluk söz konusudur. Bu sebeple davacının vekil A.den bir bedel istememesi F.'ten istemeye yasal bir engel oluşturmaz. Tabii ki böylesi bir durumda F.'in el ve işbirliği içinde olduğu A.'ye rücu hakkının olacağında da kuşku yoktur.Hal böyle olunca; satış bedelinden kaynaklanan davacının alacağının belirlenmek suretiyle davalı F.'ten tahsili konusunda bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçe ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.