Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 494 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 1015 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4.Tüketici Mahkemesi’nce davalı H.. U.. yönünden davanın kısmen kabulüne dair verilen, 05.10.2011 gün ve 2009/30 E.-2011/836 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı H.. U.. vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 16.04.2012 gün ve 2012/4793 E.-2012/5550 K. sayılı bozma ilamı ile;(...Dava, arsa sahipleri ile yüklenici arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciden temlik alınan bağımsız bölümün tescili isteğine ilişkindir.Davacı vekili, davacının davalı H.. U..’dan 27247 ada 3 parsel üzerine yapılan inşaattaki 3 numaralı bağımsız bölümü 07.03.2004 tarihli sözleşmeyle satın aldığını, bağımsız bölümün kendisine teslim edildiğini ve halen davacı tarafından kullanıldığını, satış bedeli ödendiği halde tapuda devir yapılmadığını belirterek tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini, mümkün olmadığı takdirde satış bedeli olarak ödenen 73.000.00 TL'nin ödeme gününden itibaren işleyecek yasal faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiştir.Davalı Hüseyin, dava konusu bağımsız bölümün satış bedelinin tamamının ödenmediğini, bakiye 36.000,00 TL bedelin sözleşme tarihinden itibaren işlemiş faizi ile birlikte ödenmesi halinde tapu devrinin yapılacağını, ayrıca taşınmazın şirket adına kayıtlı olması nedeniyle kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın reddine dair verilen 27.04.2005 günlü hüküm davacının temyizi üzerine Dairemizce; 07.03.2004 tarihli "Daire Satış Protokolü" başlıklı senetle yapılan temlikin . İnşaat Ticaret Ltd. Şti. ni temsilen H.. U.. tarafından yapıldığı, davalı H.. U..'un bağımsız bölümün mülkiyetini dava dışı arsa sahipleri ile yaptığı arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ile edinmiş ve satış şirket ve onu temsilen H.. U.. tarafından yapılmış ise şahsi hakkın temliki niteliğinde olduğu Borçlar Kanununun 162. maddesi uyarınca satış yapanı bağlayacağı ve satışın hüküm ve sonuç doğuracağı belirtilerek ticaret sicili memurluğundan dava dışı şirketin satış tarihindeki temsilcisinin kim olduğu araştırılarak satışın dava dışı şirketi temsilen yapılıp yapılmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiği belirtilerek bozulmuştur.Mahkemece; bozma ilamına uyulmuş ve dava konusu taşınmazın yüklenici şirkete ait olduğu, davalı H.. U..’un yüklenici şirket adına satış protokolü yaptığı tespit edilerek 4077 sayılı Yasanın 3.maddesi hükmü gereğince tüketici mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen karar uyarınca dava tüketici mahkemesinde görülerek sonuçlandırılmıştır.Yüklenici . İnş. Tic. Ltd. Şti. aleyhine açılan dava da bu dava ile birleştirilmiş, yargılama aşamasında yüklenici şirket vekili, sözleşmenin şirket adına imzalanmadığını ve bu nedenle şirketi bağlamayacağını savunarak davanın reddini talep etmiştir.Mahkemece yapılan yargılama sonucu; şirket aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine, davalı H.. U.. aleyhine açılan alacak davasının kısmen kabulü ile 37.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline dair hüküm kurulmuştur.Hüküm davacı ve davalı H.. U.. vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dosyada mevcut kayıt ve belgelere göre arsa malikleri ile yüklenici şirket arasında 20.06.1997 tarihinde düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ve 25.10.1999 tarihinde düzenlenen daire paylaşımını gösteren ek sözleşmeleri yüklenici şirket adına H.. U.. imzalamıştır. 10.01.1995 günlü ve 01068 yevmiye numaralı imza sirküleri ile Ankara Ticaret Sicil Memurluğunun 01.06.2006 günlü cevabi yazısına göre davalı H.. U..'un yüklenici şirketi münferiden temsile ve ilzama yetkili kılındığı anlaşılmaktadır. Dava konusu 3 numaralı bağımsız bölümün davacıya teslim edildiği de uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, 07.03.2004 tarihli protokol içeriğine göre dava konusu 3 numaralı bağımsız bölümün davalı H.. U.. tarafından kendi adına mı yoksa yüklenici şirket adına mı satışının yapıldığının tespiti ile buna bağlı olarak davacı tarafından yapılan ödemelerin miktarı konularında toplanmaktadır. Bu konuda, Ankara Asliye 9.Ticaret Mahkemesinin 2000/689 Esas sayılı dosyasında 05.09.2000 tarihinde açılan dava ve bu dava ile birleştirilen davaların yargılaması sonucu 14.05.2004 tarihinde kesinleşen karara göre 3, 6, ve 7 numaralı bağımsız bölümlerin yüklenici şirkete ait olduğu saptanarak tescil kararı verilmiş ve yüklenici şirket adına tescil edildiği görülmüştür. Sözü edilen davalar devam ederken 07.03.2004 tarihli daire satış protokolü düzenlenmiş olup protokolde açıkça “Tapu tescil davası Yargıtay aşamasında olup dava sonuçlanınca tapusu verilecektir” şeklinde açıklama yapılmıştır.Dosya kapsamına, dosya içerisinde mevcut imza sirküleri ile Ankara Ticaret Sicil Memurluğunun cevabi yazısına, söz konusu bağımsız bölümün davacıya teslim edilmiş olmasına göre dava konusu taşınmazın yüklenici şirket adına şirketi münferiden temsil ve ilzama yetkili H.. U.. tarafından satıldığı anlaşıldığından Borçlar Kanununun 162. ve devamı maddeleri uyarınca alacağın temliki suretiyle yapılan satış geçerlidir ve yüklenici şirketi de bağlar.Ödemeler konusuna gelince; dava konusu bağımsız bölümün 73.000,00 TL bedelle temlik edilmiş olup yükleniciye toplam 37.000,00 TL ödendiği tarafların kabulündedir. Uyuşmazlık bakiye 36.000,00 TL’nin ödenip ödenmediği noktasında toplanmaktadır. Davacı taraf Borçlar Kanununun 81. maddesi gereğince kendisine düşen mükellefiyeti yerine getirmedikçe karşı edimi isteme hakkına sahip değildir. Akit gereği tescile talip olduğuna göre, ödemeler konusunda tarafların tüm delilleri toplanarak bakiye borç için yöntemine uygun şekilde güncelleştirme yapılarak belirlenecek bedelin davalı yükleniciye ödenmek üzere davacıya depo ettirilerek, depo edildiği takdirde istemin hüküm altına alınması gerekir.Mahkemece yukarıda değinilen hususlar gözardı edilerek eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Davalar, harici satın alma nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa ödenen bedelin tazmini istemine ilişkindir.Mahkemece; davalı H.. U.. yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davacı ve davalı H.. U.. vekillerinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda açıklanan nedenlerle verilen karar bozulmuştur.Yerel Mahkemece, bozma ilamına kısmen uyulmak suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.İşin esasının incelenmesine geçilmeden önce, mahkemece, 28.12.2012 tarihli kısa kararda; “davacının davalılar aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddine” denildiği halde, gerekçeli direnme kararının hüküm fıkrasında ise “davacının tapu iptali ve tescil davasının husumet nedeniyle reddine” şeklinde yazıldığı, hüküm fıkrasındaki husumet ibaresinin kısa karardan farklı olarak maddi hataya dayalı olarak yazıldığı belirtilerek, karardan çıkarılması yönünde tavzih yapıldığı gözetildiğinde, direnmeye konu kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.Öncelikle belirtmek gerekir ki; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 388, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 298.maddesi uyarınca kararların gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunun HUMK'nun 389.yine HMK’nın 297/2.maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanunkoyucu 1086 sayılı HUMK’nun 381. ve 388. (HMK’u 294 ve 298) maddeleriyle varlık kazandırmıştır.Gerçekten de, 1086 sayılı HUMK’nun 381. ve 388. (HMK 294 ve 298) maddeleri kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasamızın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141.maddesinin 3.fıkrasında; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HUMK'nun 388.(HMK’nın 298) maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.Ne var ki, uygulamada 1086 sayılı HUMK'nun 381.maddesinin son fıkrasının, HMK’nun 294.maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141.maddesi ile HMK yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.Diğer taraftan; 1086 sayılı HUMK. 455(6100 sayılı HMK.305) maddesinde; hükümlerin tavzihi, hükmün müphem olması veya birbirine aykırı (çelişik) fıkralar ihtiva etmesi halinde, hükmün gerçek anlamının meydana çıkarılması için başvurulan bir yol olduğu belirtilmiş olup, hükmü değiştirecek nitelikte tavzih kararı verilmesi mümkün değildir.Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, mahkeme kısa kararında, “Davacının davalılar aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddine” denildiği halde, gerekçeli direnme kararının hüküm fıkrasında ise “davacının tapu iptali ve tescil davasının husumet nedeniyle reddine” şeklinde kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki hüküm kurulduğu sonucuna varılmıştır.Hal böyle olunca, mahkemece 1086 sayılı HUMK’nun 381,388.ve 389(6100 sayılı HMK’nın 294, 298 ve 297/2) maddelerinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme kararı sair temyiz itirazlarının incelenmeksizin bu nedenle usulden bozulmalıdır.S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 09.04.2014 gününde yapılan görüşmede oybirliğiyle karar verildi.