Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4873 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 43452 - Esas Yıl 2008





Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, yıllık izin, ulusal bayram, genel tatil, fazla çalışma alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.Hüküm süresi içinde davalılar avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:YARGITAY KARARI1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamını dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2- Taraflar arasında işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu"eksik bir borç”haline dönüştürür ve“alacağın dava edebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünden, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir.Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ve inkar olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölüme ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamında gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesin için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımda zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada ön görülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğum ile ilgili olmayıp istenmesinin, önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.İşte bundan dolayı, yasalarda ön görülen zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayabilmesi için öncelikle talep konusu hakkın istenebilir bir konuma, duruma gelmesi gerekmektedir. Yaslarda hakkın istenebilir konumuna, diğer bir anlatımla yerine getirilmesi gerektiği güne, ödeme günü denmektedir. Bir hak, var olsa bile, o hakkın istenmesi için gerekli koşullar gerçekleşmedikçe istenemez.Bilindiği gibi zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması, yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu“eksik bir borç”halinde dönüştürür ve“alacağın dava edilebilme özelliği”niortadan kaldırır.Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir.Genel olarak savunma nedenlerinin ve bu arada zamanaşımın savunmasının esası cevap süresi içinde bildirilmesi gereklidir. Ancak,20.12.1974 gün ve 6155/17127 sayılı Daire kararında da belirtildiği veçhile (bu karar için de yukarıda anılan dergi, sayfa 637 ve devamına bakınız); savunma nedenlerinin ve savunma nedenlerinden olan zamanaşımının yasanın öngördüğü cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi, diğer bir ifade ile (savunmanın genişletilmesi), bazı kayıt ve şartlarla mümkündür (HUMK 202/11). Bu tek şart, savunmanın genişletilmesine karşı, karşı tarafın (hasmın) muvafakatidir. Eğer karşı taraf savunmasının genişletilmesine muvafakat etmez ve dolayısıyla (savunmanın genişletildiği) yollu bir itirazda bulunursa, o takdirde ancak mahkemenin ileri sürülen savunma nedenlerinin (bu arada zamanaşımı savunmasını) incelemesi olanağı yoktur; Bu durumda ise mahkeme hemen savunma nedenlerini reddetmelidir. Usulün 202. 187. ve 188. maddelerini birlikte incelenmesinden çıkan sonuç budur. Özetle belirtmek gerekirse, savunmanın genişletildiği itirazı ile, karşılaşılmadığı sürece zamanaşımı savunmasının geç ileri sürülmesi, incelenmesine engel değildir.Hemen belirtilmelidir ki, gerek İş Kanunu’nda, gerekse Borçlar Kanunu’nda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi ön görülmemiştir.Uygulama ve öğretide, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. Keza tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötü niyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesindeki eşit işlem borcuna ayrılık nedeni ile tazminat, 26/2. maddesindeki tarafların maddi ve manevi tazminat, 28. maddede belgelenen zamanında verilmemesinden kaynaklana tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile ön görülen tazminat istekleri 10 yıllık zamanaşımına tabidir.Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet akdinin feshedildiği tarihtir.Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulanamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımm başlatılması hakkın istenmesine ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararı tazmini amacı ile açacağı dava Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımına tabidir.İşverenin, işçiye hataen ödediğini iddia ettiği, kıdem ve ihbar tazminatı ile diğer işçinin alacaklarını geri verilmesi yönündeki istemi, BorçlarKanunu’nun66. maddesi hükmü uyarınca, 1 yıllık zamanaşımına tabidir. Zamanaşımının başlangıcı işverenin geri alma hakkını öğrendiği tarihten itibaren başlar. Resmi kuruluşlarda bu zaman aşımı başlangıcı yetkili makamın öğrenme tarihidir.4857 Sayılı Kanun’dan daha önce, yürürlülükte bulunan 1475 Sayılı Kanun’da ücret alacakları ile ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi ön görülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8. maddesinde iş ücretinin 5 yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklarının, Borçlar Kanunu’nun 126/1. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımına tabi olacağı tartışmazsız öğreti ve uygulama tarafından kabul edilmiştir.TTK’nın 1259. madesinin 1. fıkrasında yazılı 1 yıllık zamanaşımı, aynı Kanunun 1235. maddesi uyarınca gemi adamlarının hizmet iş mukavelelerinden doğan alacaklarının bir rüçhan hakkı olarak gemi bedeli üzerindeki talebi ile ilgili olup genel anlamda, hizmet ve iş mukavelelerinden doğan ücret alacaklarının Borçlar Kanunu’nun 126. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımına tabidir.Kanundaki zamanaşımı süreleri, Borçlar Kanunu’nun 127. maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilmez.İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve İş Sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir(HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/10-1079 E, 2000/1103 K).Sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (BKm.128). Borçlar Kanunu’nun 101. maddesince, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez.Müteselsilen borçlu olan kişilerin birbirlerine rücuunu ve bunun zamanaşımı aralarındaki hukuki ilişkinin niteliğini düzenler. Zira müteselsilen borçluluk muhtelif hukuki ilişkiler sonucu doğabilir. Ancak rücu hangi hangi hukuki ilişki veya yasal nedenle doğmuş olursa olsun rücu zamanaşımına rücua neden olan ödemenin yapıldığı andan itibaren işlemeye başlar ve bu zamanaşımı süresi de, yukarıda açıklandığı üzere, ödemeyi yapan ve rücu eden ile edilen kişi arasındaki hukuki ilişkiye göre saptanır.Borçlar Kanunu’nun 128. maddesi ile zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu zamanda başlayacağı esasını kural olarak getirmiştir. Belirtmek gerekir ki, borç belirli bir vadeye bağlanmış ise bu vadenin bittiği tarihte muacceliyet kesbedeceğinden aynı yasanın 130. maddesi hükmü göz önünde tutularak zamanaşımı süresinin dolup dolmadığının hesap edilmesi gerekir. Kanun koyucu burada borçlunun temerrüde düşürülmesi esasından ayrılarak alacağın muaccel olmasını kafi görmüştür. Zaman-aşımın başlaması için ayrıca borçlunun sözü geçen yasanın101. maddesinde yazılı şekilde temerrüde düşürülmesine lüzum yoktur.Alacağın muacce l iyeti bir ihbar vukuuna tabi olan halleri 128. maddenin 2. fıkrası düzenlemiştir. Bu hükme göre zamanaşımı haberin verilebileceği günden itibaren işlemeye başlayacaktır. Kanun koyucu burada haberin verileceği değil, verilebileceği günün zamanaşımına başlangıç olarak kabul edilmesi gerekeceğini ön görmüştür. O halde, bu durumda zamanaşımının başlayabilmesi için fiilen haberin verilmesi şart olmayıp verilmesi mümkün olan zamanın tespitini yeterli görmüştür. Haber verebilme ihtiyari bir olaydır. Bu husus alacaklı tarafa bırakılmış ise alacaklı verdiği tarihten itibaren bu hakkını kullanma olanağına her zaman sahiptir. Yani verdiği tarihten her zaman borçluya verdiği şeyin ödenmesi için ihbar yapabilir. Bu itibarla borçlunun temerrüt haline düşürülüp düşürülmediği ve fiili ihbarın yapılıp yapılmadığı hususları araştırılmadan ödenmesi ihbar yapılması esasına bağlı borç ilişkilerinde zamanaşımının bu haberi verebileceği yani para ve diğer alacakların verildiği tarihin zamanaşımına başlangıç olarak alınması gerekir.Borçlar Kanunu’nun 131. maddesi gereğince asıl alacak zamanaşımına uğradığından faiz ve diğer ek haklarda zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur. Borçlar Kanunu’ n un 133/2. maddesince alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesinleşir. Ancak zamanaşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.Kısmi bir dava açılması halinde alacağın yalnız o kısım için zamanaşımı kesilir. Dava dışı kalan bölümü hakkında, zamanaşımı işlemeye devam eder.Borçlar Kanunu’nun 132/4. maddesinde“Hizmet mukavelesini devam ettiği müddetçe hizmetçilerin istihdam edenlere karşı olan alacakları hakkında ”zamanaşımının işleyemeyeceği ve duracağı belirtilmiş ve hizmetçi terimi kullanılmıştır. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı yoktur. Hizmetçiden kastedilen; kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir.Borçlar Kanunu’nun 133. maddesinde zamanaşımını kesen nedenler sınırlama getirmeksizin gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), bu nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade birimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem niteliğine ve mallar üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Bu bağlamda BK’nın 139. maddesinden de söz edilmesi zorunludur.Borçlar Kanunu’nun 139. maddesinde zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı deflini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle ya da bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapılmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.Zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya yöneltilen borç ikrarının, zamanaşımı definden zımni (örtülü) feragat anlamına geldiği, öğretideki baskın görüşlerle ve yargı inançlarıyla da doğrulanmaktadır.(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.11.1963 T. 5924-6419 sayılı kararı)Dahası, zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya karşı bir borç ikrarında bulunan borçlunun da bu borç ikrarına dayanılarak açılan davada zamanaşımı defini ileri sürmesi çelişkili davranış yasağını oluşturur ve MK m.2’ye aykırıdır. Hukuken korunamaz (HGK. 23.02.2000 gün ve 2000/15-71 E, 2000/116 K).Borçlar Kanunu’nun 133/2. maddesi hükmü uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Borçlar Kanunu’nun 135. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işletilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlenmediğinden ihtiyari tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliği’ne şikayette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin şikayeti üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğü’nde alacağı ikrar etmesi, zaman aşımını kesen bir neden olacaktır. Zamanaşımını dava ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler (BK m.135-136).Borçlar Kanunu’nun 133/2. maddesi gereğince takas defi zamanaşımını keser ve 136. maddesi gereğince de dava devam ettiği sürece hakimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar.Borçlar Kanunu’nun 134. madde hükmü"Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçludan birisin karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşıda katedilmiş olur”kuralını içermektedir. Bu maddeye göre müteselsil borçludan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. Bu hükmün haksız fiilerden doğan müteselsil sorumlukta sadece tam teselsülde yani Borçlar Kanunu madde 50’ye dayanan müteselsil sorumlu-lukta uygulama bulacağı; buna karşın eksik teselsülde yani Borçlar Kanunu m.51’e dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulmayacağı kabul edilmelidir. Yine halefiyette borçlu alacaklının yerine geçtiğinden, alacaklının alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır. Bunun sonucu olarak halefiyetten yararlanan rücu hakkı sahibinin, diğer borçlulara rücu hakkı alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır.Borçlar Kanunu’nun 137. maddesinde hangi hallerde zamanaşımına ilaveten 60 günlük munzam müddetten yararlanılacağı sınırlı bir biçimde sayılmış, ayrıca sayılan hususlardan dolayı daha önce davanın reddedilmiş olması koşulu ön görülmüştür. Bu düzenlemede davanın açılmamış sayılma ile sonuçlanması haline yer verilmemiştir.5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesinde İş Mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Bu nedenle zamanaşımı defi ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Dava konusun ıslah yoluyla arttırılması durumunda ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturumuna kadar ya da ilk oturumda yapılan zaman-aşımının defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder.Somut olayda davacının ıslah yoluyla kısmi dava konusu yaptığı miktarları bilirkişi raporu doğrultusunda arttırmasından sonra davalılar vekili zamanaşımı defin de bulunmuştur. Islah tarihi itibarıyla zamanaşımına uğrayan miktar söz konusu olup davacının davasını ıslah etmesiyle davanın bu yeni şekline göre davalı zamanaşımı definde bulunabilir. Bu sebeple yapılacak iş ıslah tarihinden itibaren geriye dönük 5 yıllık süre içinde zamanaşımına uğrayan alacak miktarı yönünden bilirkişiden ek rapor almaktan ibarettir. Islahtan sonra yapılan zamanaşımı savunması değerlendirilmeden sonuca gidilmesi hatalıdır.SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 25.02.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.