Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4858 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 4018 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : GEMLİK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 03/12/2009NUMARASI : 2009/320-2009/665Taraflar arasında görülen davada;Davacı, dava konusu 6664 parsel sayılı taşınmazının, hileli bir şekilde oğlu H. Ay.’den alacaklı olan davalı Y.B.’a intikalinin sağlandığını öğrendiğini, görme kaybı bulunduğunu, bu durumda olan birinin bilerek ve isteyerek tasarrufta bulunmasının hayatın olağan akışına uygun bulunmadığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, bir yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, taraf vekillerince süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . . raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacı vekili tarafından, davacının işlem tarihinde 75 yaşının üzerinde olduğu ve sağlık sorunlarının bulunduğu belirtilerek hile yanında ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayanılarak eldeki davanın açılmış olduğu, ne var ki mahkemece ehliyetsizlik iddiasına dayalı araştırma ve değerlendirme yapılmadan hile yönünden davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun " fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir" biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit) olmayı kabul ederek" ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. " hükmünü getirmiştir. "Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde" yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21) Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.'nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutaalası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Oysa, HUMK 275. maddesi hükmü uyarınca teknik konuları içerir hususlarda bilirkişi tetkikatı yaptırılması zorunlu olduğu halde ve davada ileri sürülen iddianın niteliği ve içeriğine göre yaptırılması gerekli bilirkişi incelemesi yönünden 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16 maddeleri hükmü uyarınca Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinin yetkili olduğu konusunda kuşku bulunmamasına karşın bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılmadan sonuca gidildiği görülmektedir. Hal böyle olunca, öncelikle kamu düzeniyle ilgili olması sabebiyle ve yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle fiil ehliyetinden yoksun olduğu iddia edilen davacının, temlik tarihinde hukuki ehliyete haiz olup olmadığının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde saptanması, ondan sonra hile iddiasına da dayanıldığı gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, H .M.K. 'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre de sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.