MAHKEMESİ : HATAY 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 31/12/2009NUMARASI : 2006/155-2009/406Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kendisinden hile ile alınan ve kötüye kullanılan vekaletname ile 5 parsel sayılı taşınmazının davalı M.Ö.'a satıldığını, danışıklı hareket edildiğini ileri sürerek, tapu iptali-tescil istemiştir. Davalı A., davacının iradesi ve talimatına uygun olarak taşınmazı sattığını, davalı M.de taşınmazı iyiniyetle satın aldığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davalı M.'in iyiniyetinin aksinin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, vekaletnamenin hile ile alındığı ve kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Toplanan delillerden, hazırlık soruşturması evraklarından ve dosya arasındaki dava ve takip dosyalarından; 19899 m2. tarla vasıfındaki 5 parsel sayılı taşınmazın davacı A.A.oğlu adına kayıtlı iken, davacının 1991 yılında taşınmazını oğlu A.D.a sattığı, A.D.tarafından da 1998'de annesi S.'a satıldığı; davacının alacaklısı olan S.T.'ın, alacağını tahsil etmek için vekili Av. A. B. aracılığıyla davacı, davacının oğlu ve davacının eşi aleyhlerine muvazaa iddiasıyla 2001/196 esas sayılı davayı açtığı, yargılaması sonucunda tapunun iptaline karar verilip 5.5.2005 tarihinde kesinleştiği, alacaklı S. vekili Av. A.'ın kesinleşen karara dayanarak 16.6.2005 tarihinde tapu sicil müdürlüğüne başvurduğu ve 6190 yevmiye sayılı işlemle taşınmazın tekrar davacı A.ad. tescilini sağladığı, aynı gün ve 6191 yevmiye sayılı resmi akitte de, daha önce Av. A.B.'nın yanında çalışmış olup bu vesileyle davacıyı da tanıyan ve davacı tarafından 13.6.2005 tarihli vekaletnameyle vekil kılınan davalı A. Y.tarafından, müteahhitlik yaptığını söyleyen davalı M. Ö.a 80.000 YTL. bedelle satıldığı, bedelin davacıya verildiğine dair davacı ile vekilin imzalarını taşıyan bir ibraname de ibraz edildiği; öte yandan, taşınmazın satış tarihi itibariyle gerçek değerinin delil tespit dosyasında düzenlenen bilirkişi raporunda 338.283,00 YTL., keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda da 497.475,00 YTL. edeceğinin bidirildiği; diğer taraftan, davalı M.in savunmasında yer alan taşınmazı satın almadan bir süre önce tapu kayıtlarına ve imar durumuna baktığı yönündeki beyanından, taşınmazın satış gününden önce davacı adına kayıtlı bulunmadığını öğrendiği ve geçirdiği aşamalar hakkında bilgi edinebilecek imkana kavuştuğu; ayrıca, davalı M.ile Av. A.ın arkadaş oldukları ve işyerlerinin bitişik bulunduğu ileri sürülmüş fakat bu husus mahkemece açıklığa kavuşturulmamış ise de, dosyaya yansıyan bilgilerden davalı M.in işyeri adresinin “Atatürk Caddesi No:21”, Av. Ad.'ın işyeri adresinin de “Atatürk Caddesi No:23/A” şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.Davacı, dava dilekçesindeki ve aşamalarda verdiği dilekçelerdeki iddialarıyla, satışta kullanılan vekaletnamenin, alacaklısının avukatı A.Ba.ile davalı A. Y.'ın el ve işbirliği sonucunda kendisinden hile ile alındığını ve kötüye kullanılmak suretiyle onlarla işbirliği içerisindeki davalı M.Ö.a devredildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği bakımından açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bununla birlikte, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olayda, belirlenen olgular ve tanık anlatımları ile yukarıda değinilen ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, borç tehdidi altındaki davacıdan taşınmazının yok pahasına satılmasını önlemek vaadiyle alınan vekalet yetkisinin kötüye kullanıldığı, davacı ile vekil arasında imzalanan “Teslim ve İbra” başlıklı harici belgenin ilgilisine ancak kişisel hak sağlayıp vekaletnamenin kötüye kullanımını ortadan kaldırmayacağı, bu suretle çekişmeli 5 sayılı parseli edinen davalı M.Ö.ın da TMK.'nun 3. maddesi çerçevesinde durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermediği ve çıkar birliği içerisinde hareket ettiği böylece Türk Medeni Kanununun 1023.maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı kanaatine varılmaktadır.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.04.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.