MAHKEMESİ : BALIKESİR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/11/2009NUMARASI : 2007/428-2009/405Taraflar arasında görülen davada;Davacı, 944 sayılı parsele taşkın olan binasını iyiniyetle inşa ettirdiğini ileri sürerek, bedel karşılığı temliken tescil isteğinde bulunmuştur.Davalılar, karşı davalarıyla elatmanın önlenmesini ve ecrimisilin tahsilini istemişlerdir.Mahkemece, koşulları gerçekleştiğinden bahisle asıl davanın kabulüne; karşı davanın ise temliken tescile konu kısım dışında kalan bahçe yönünden kısmen kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı-karşı davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü Dava, temliken tescil; karşı dava, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.Mahkemece, her iki davanın da kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, birbirine komşu 944 ve 1305 sayılı parsellerin maliki R.B.'ın 1305 sayılı parselini gelini (oğlu İ.eşi) E.ye 12.9.2002'de “hibe” ettiği; 13.9.2002'de ölünce, geride mirasçıları olarak oğulları İ. ve Y.ile kızları K., Ü.ve M.'in kaldığı, İ.dışındaki çocuklarının İsmail aleyhine 23.10.2002'de açtıkları 2002/1208 esas sayılı davada 944 sayılı parsel hakkında ortaklığın giderilmesini istedikleri, 10.12.2002 tarihli kararla ortaklığın satış yoluyla giderilmesine hükmedildiği ve 6.1.2003'te kesinleştiği, 23.6.2003 tarihindeki ihalede de taşınmazı ortaklığın giderilmesi davasının davacı mirasçılarının satın aldıkları ve 14.7.2003'te H. S.ve E. S.'e yarı yarıya sattıkları; aynı mirasçıların, E.ye hibe edilen 1305 sayılı parsel hakkında 24.10.2002'de açtıkları tenkis davasının da bedel yönünden kabul edilip 14.9.2004'te kesinleştiği görülmektedir.Miras bırakan R.B.ın gelini olan E., kayınpederinin aslında hem 1305 sayılı parseli hem de 944 sayılı parseli kendisine vermek istediğini, ancak sadece 1305 sayılı olanı temlik edip diğerini unuttuğunu, kendisinin de her iki taşınmaz bir bütün halinde kendisine aitmiş gibi düşünerek en uygun yerine ev inşa ettiğini, sonradan evin büyük bir kısmının 944 sayılı parselde kaldığının ortaya çıktığını, H.ve E.S.in bu durumu bilerek 944 sayılı parseli kötü niyetle satın aldıklarını ileri sürmek suretiyle temliken tescil istekli eldeki davayı açmıştır.Davalılar H.ve E. S.de karşı davalarında, 944 sayılı parseli üzerindeki evle birlikte satın aldıklarını belirterek el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğinde bulunmuşlardır. Gerçekten, temlik davacısı E. tarafından yaptırılan 105 m2. alanlı tek katlı evin 92 m² sinin ve bahçe olarak kullanılan 63 m2.lik kısmın tamamının 944 sayılı parsel içerisinde kaldığı keşfen saptanmıştır. Bilindiği üzere, taşkın yapılarda sosyal ve ekonomik bir değeri yok etmemek ve yapının bütünlüğünü korumak amacıyla yasa koyucu Medeni Kanunun 722, 723, 724' üncü maddelerinde öngörülenlerden daha değişik ilkelere ihtiyaç duymuş, bu nedenle 725. madde hükmünü getirmek zorunda kalmıştır. Söz konusu maddeye göre, “Bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur. Böyle bir irtifak hakkı yoksa, zarar gören malik taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak onbeş gün içinde itiraz etmediği, aynı zamanda durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, taşkın yapıyı iyi niyetle yapan kimse uygun bir bedel karşılığında taşan kısım için bir irtifak hakkı kurulmasını veya bu kısmın bulunduğu arazi parçasının mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteyebilir.” Görüldüğü gibi, taşkın yapının korunmasındaki bireysel ve kamusal yarar nedeniyle Medeni Kanunun 684, 718, 722. maddelerinde kabul edilen “üst toprağa bağlıdır” kuralına ayrıcalık getirilmiş, taşkın yapı malikinin komşu taşınmazda inşaat veya irtifak hakkı gibi ayni bir hakkının bulunması halinde taşan kısım, taşılan taşınmazın değil ana yapının bulunduğu taşınmazın tamamlayıcı parçası ( mütemmim cüz’ü ) sayılmış, tecavüz edilen kısım üzerinde yapı maliki yararına irtifak hakkı tanınmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, taşkın yapıdan ve inşaat ve imalattan kasıt, taşınmaza sıkı ve devamlı surette bağlı olan esaslı yapılardır. Diğer bir söyleyişle, taşan yapının tamamlayıcı parça ( mütemmim cüz ) niteliğinde olması gerekir. Onun, taşınmazın altında veya üstünde yapılması zeminde veya üstten sınırı aşması, arasında madde hükmünü uygulaması açısından hiçbir fark yoktur.Medeni Kanunun 725. maddesinin uygulanabilmesini haklı gösterecek en önemli koşul yapı malikinin iyi niyetli olmasıdır. Bu maddede iyi niyetin tanımı yapılmamışsa da aynı kanunun 3. maddesinde hükme bağlanan subjektif iyiniyet olduğunda kuşku yoktur. Yapı malikinin kendinden beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşın sınırı aştığını bilmemesi veya bilecek durumda olmaması yahut sınırı aşmasında yasaca korunabilecek bir nedenin bulunması onun iyi niyetini gösterir. Yapı yapan kişinin iyi niyetli olmaması aşırı zarar bulunup bulunmadığına bakılmaksızın taşan kısmın yıkılması sonucunu doğuracağından iyi niyet üzerinde önemle durulmalı, olaylar, karineler, tüm taraf delilleri bir arada özenle değerlendirilmelidir. Kural olarak iyiniyetin isbatı 14.2.1951 tarih 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca taşkın yapı malikine ait ise de, iyiniyet sav ve savunması def'i olmayıp itiraz niteliği taşıdığından ve kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece kendiliğinden (re'sen) göz önünde tutulmalıdır.Ancak, komşu taşınmaz malikinin veya o taşınmazda mülkiyetten başka ayni hak sahibi olup ta zarar gören kimselerin taşınmaza el atıldığını öğrendikleri tarihten itibaren 15 gün içerisinde itiraz etmeleri, yapı malikinin iyiniyetli sayılması olanağını ortadan kaldırır. İtiraz hiçbir şekle bağlı değildir. Yapının ilerlemesini zararın büyümesini önlemek için konan bu sürenin başlangıcını objektif olarak saptamak, yapının görünebilir hale gelme tarihinden başlatmak, taşırılan taşınmaz malikinin öğrenmesine engel olan subjektif (öznel) nedenleri dikkate almamak gerekir. Aksine düşünce bu yöndeki yasa koyucunun amacını ortadan kaldırır. “Durum ve koşulların haklı göstermesi” şeklinde ifade edilen ikinci koşuldan ise imar durumuna göre ifrazın mümkün olması, ifraz halinde arsa malikinin uğrayacağı zarar ile taşkın yapı malikinin elde edeceği yarar arasında aşırı bir farkın bulunmaması gibi hususlar anlaşılmalıdır. Bu iki koşulun varlığı halinde taşkın yapı maliki uygun bir bedel ödeyeceğini bildirerek açacağı yenilik doğurucu nitelikteki temliken tescil davası ile taşkın kısımın mülkiyetini veya üzerine bir irtifak hakkı kurulmasını istiyebilir. Ayrıca, iyi niyet savunmasının niteliği dikkate alınıp, bu savunma içerisinde temliken tescil isteğinin de bulunduğu kabul edilerek, tescil talebi ayrı bir davaya gerek olmaksızın açılan davada savunma yoluyla da ileri sürülebilir. Esasen bu kuralın uyuşmazlıkların en kısa sürede sağlıklı biçimde çözümlenmesi ve dava ekonomisi yönünden büyük yarar sağlayacağıda kuşkusuzdur. Her davada hakim muhik tazminat (uygun bedel) olarak salt temlik edilecek arsanın bedelini değil,gerektiğinde taşınmazının bir kısmını terk etmek zorunda kalan malikin özverisini düşünerek uzman bilirkişiden dava tarihine göre devredilen arsa bedeli yanında, geride kalan kısmın uğradığı değer kaybı varsa taşınmaz malikinin öteki zararları gibi konularda da rapor alıp Medeni Kanunun 4, Borçlar Kanunun 42. maddeleri uyarınca ve aynı zamanda sebepsiz zenginleşmeyi de önleyecek biçimde en uygun bedeli tayin ve takdir etmeli, bu bedel karşılığında tecavüzün şekline, taşkın yapının ve taşınmazların niteliğine göre taşılan yerin mülkiyetinin devrine veya üzerinde irtifak hakkı kurulmasına karar vermelidir. Öte yandan, taşkın yapı ile iki komşu taşınmaz fiilen birleşmekte, iktisadi bir bütün oluşturmaktadır. Olayın bu özelliği itibariyle taşkın yapıya dayanan temliken tescil isteği uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa kabul edildiği üzere, ancak yapı yapıldığı sıradaki taşınmaz malikine ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilecek eşyaya bağlı bir kişisel hak niteliğindedir. Somut olayda, belirlenen olgular yukarıda açıklanan ilkeler ışığında değerlendirildiğinde, temlik davacısı E.'nin çaplı taşınmaza ev inşa ederken gerekli özeni gösterdiğinin söylenemeyeceği ve bu nedenle iyi niyetli sayılamayacağı; bunun yanında, evin inşaasından sonra taşınmaza malik olan ve taşınmazı danışıklı biçimde edindikleri de kanıtlanamayan davalılara karşı temlik iddiasında da bulunamayacağı sonucuna varılmaktadır.Hal böyle olunca, temliken tescil davasının reddedilmesi; el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğiyle açılan karşı davanın ise kendi ilkeleri çerçevesinde kabul edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davalı-karşı davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.