Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4491 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 3376 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : PAZARCIK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 08/12/2009NUMARASI : 2009/143-2009/1089Taraflar arasında görülen davada;Davacı, maliki olduğu 688 ada 2 ve 3 parsel sayılı taşınmazları davalıya ait iki arsa ile değiştirmek için tapuya götürüldüğünü, ancak davalının hastalığı, yaşlılığı ve tecrübesizliğinden yararlanarak 9 parsel sayılı arsayı ve arsa vasfında olmayan 1 parsel sayılı taşınmazdaki payını devrettiğini, davalıya verdiği taşınmazlar ile kendisine verilen taşınmazlar arasında büyük değer farkı bulunduğunu ileri sürerek, taşınmazların satışına ilişkin sözleşmenin feshedilerek 688 ada 2 ve 3 parsellerin adına, 695 ada 1 ve 692 ada 9 parselin davalı adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı, taşınmazların değerleri arasında fark bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, Borçlar Kanununun 21. maddesi uyarınca gabin hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davada, objektif ve subjektif unsurların gerçekleştiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi . . raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, ehliyetsizlik ve gabin hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, temlikin gabin ile illetli olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının maliki olduğu 688 ada 2 ve 3 parsel sayılı taşınmazları 11.02.2009 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiği, davalının da maliki olduğu 692 ada 9 parsel sayılı taşınmazı ve 695 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki payını aynı tarihte davacıya yine satış suretiyle devrettiği, davacı hakkında Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nce düzenlenen 23.07.2009 tarihli sağlık kurulu raporunda, davacının ikincil demansiyel bulgular nedeniyle satış yapmaya ehil olmadığı kanaatinin bildirildiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki; Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Ayrıca; 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri hükmü uyarınca bir kişinin ehliyetsizliğinin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınacak raporla saptanması gerekeceği ve ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle öncelikle inceleneceği açıktır.Hal böyle olunca, öncelikle davacının temlik tarihinde hukuki işlem ehliyetine haiz olup olmadığı yönünde Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınması, hukuki ehliyete haiz olmadığının saptanması durumunda, davacıya vasi tayin edilmesi ve husumete izin kararı aldırılıp, usuli eksiklikler giderildikten sonra işin esasının incelenmesi, davacının hukuki ehliyete haiz olduğunun anlaşılması halinde gabin hukuksal nedeni üzerinde durulması gerekirken, değinilen hususlar gözardı edilmek suretiyle yazılı olduğu şekilde karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi, kabule göre de; 695 ada 1 parsel sayılı taşınmazda davalı tarafından davacıya pay temlik edildiği halde, temlike konu pay üzerinden hüküm kurulması gerekirken, dava dışı paydaşların payını kapsar biçimde 695 ada 1 parselin davacı adına tesciline karar verilmesi ve öte yandan, davada vekille temsil edilen davacı yararına dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden vekalet ücretinin hüküm altına alınması gerekirken, yargılama sırasında harcı ikmal edilmeyen değer üzerinden fazla vekalet ücretinin hüküm altına alınmış olması da doğru değildir.Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.