Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4408 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 17235 - Esas Yıl 2012





Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, maddi ve manevi tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen kararın davacı vekilince temyizi üzerine eksik temyiz harç ve posta giderinin tamamlanmadığı gerekçesiyle temyiz talebinin reddine dair karar davacı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi,Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma istemi duruşma günü tebliğ giderleri eklenmediğinden (pul yokluğundan) reddedildi, gereği görüşülüp düşünüldü;Davacı vekili, temyiz isteminin reddine ilişkin mahkemenin 19.11.2012 tarihli kararını temyiz etmiştir.Mahkemece,muhtıra ile belirlenen 7 günlük süre içinde davacı tarafından nispi tarifeye göre belirlenen 543,15.-TL eksik temyiz harcı ve 100,00.-TL posta masrafı yatırılmadığı için davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiş ise de,davacı red edilen kısım için temyiz isteğinde bulunduğundan,temyiz harcı maktu tarifeye tabidir ve 21,15.-TL'de zamanında yatırılmıştır. Bu nedenlerle mahkemenin 19.11.2012 tarihli kararının kaldırılmasına karar verilip davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.İşin esası yonünden yapılan incelemede ise;Dava; vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil ile manevi tazminat;iptal ve tescil mümkün olmadığı taktirde maddi tazminat isteklerine ilişkindir.Mahkemece, taşınmazı edinen davalılar C.. ve S.. aleyhine açılan davanın kötüniyetli olduklarının ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine;vekil olan davalı M.. aleyhine açılan davanın akitte yazılı olan bedelin davacıya ödenmediği ancak vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının ispatlanamadığı gerekçeleriyle maddi tazminat isteğinin kısmen kabulüne; manevi tazminat isteğinin reddine karar verilmiştir.Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden; çekişmeli 1064 ada 4 parsel sayılı taşınmazın 6 nolu bağımsız bölümü davacıya ait iken davacının 19.08.2004 tarihli vekalet ile babaannesi olan davalı M..'i satışa yetkili olmak üzere vekil tayin ettiği, vekil tarafından çekişmeli bağımsız bölümün davalı olan C..'e 05.04.2010 tarihinde 38.000,00.-TL bedelle, davalı C.. tarafından da davalı S..'e 16.04.2010 tarihinde aynı bedelle tapuda satış suretiyle temlik edildiği,çekişmeli bağımsız bölümün keşfen saptanan gerçek değerinin 58.000,00.-TL olduğu,davalı M.. ile C..'in uzun yıllar aynı apartmanda karşılıklı oturdukları ve birbirine gidip geldikleri anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 6098 sayılı TBK. nun 506. (818 sayılı BK. nun 390/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa, bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Somut olaya gelince; her ne kadar davalı M.., çekişmeli taşınmazın bedeli ödenmek suretiyle davacı torunu adına satın alındığnı, kendisine geri verilmesi amacıyla vekaletnamenin tanzim edildiğini, paraya ihtiyacı olması nedeniyle de satıldığını ve satış parasının bir kısmıyla da davacının borçlarının ödendiğini savunmuş ise de bu savunmanın yazılı delille kanıtlanabileceği ancak, savunmayı kanıtlar nitelikte yazılı delil bildirilmediği açıktır. Öte yandan, davalılar M.. ile C..'in el ve işbirliği içerisinde hareket ederek ve vekalet görevi kötüye kullanılarak temlikin yapıldığı tüm dosya kapsamıyla sabittir.Nitekim, mahkemece bedele hükmedilmesine rağmen bu karar vekil Meral tarafından temyiz edilmeyerek bu olgu kabul edilmiştir.Diğer davalı Serpil'in durumuna gelince;Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.Bu amaçla, Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nun 1023. maddesinde aynen " tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasına göre "bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötüniyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 karar sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.Somut olaya gelince; ikinci el durumunda bulunan kayıt maliki davalı S..'in iyiniyet savunmasının sübutu halinde adı geçenin taşınmazı edinimine değer verileceği ve Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı kuşkusuzdur.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle davalı kayıt maliki davalı S..'in iyiniyetli olup olmadığının araştırılması,sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.Davacı vekilinin, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.