15. Hukuk Dairesi 2013/3885 E. , 2014/4268 KBORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 43BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 105BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 103
"İçtihat Metni"Dava,
munzam zarar alacağının tahsili istemiyle açılmış, mahkemece ıslah da
gözetilerek davanın kabulüne karar verilmiş, karar taraf vekillerince
temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı
delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin
takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm
temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.2-Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;Ankara
4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 2009/29 Esas ve 2009/402 Karar
sayılı kesinleşen karar ile gecikme cezası nedeniyle hakedişlerden
kesilen 103.822,81 TL'nin davalıdan tahsiline, diğer hususlarda bozma
bulunmadığından yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş
olup, bozma öncesinde ise temyiz edilmeksizin kesinleşen acrilic sealer
imalatına ilişkin davanın kısmen kabulü ile 101.454,83 TL'nin tahsiline
ve yine hangar kapısına ilişkin davanın kısmen kabulü ile, 111.032,98
TL'nin 31.10.2001 dava tarihinden tahsil tarihine kadar değişen
oranlarda yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya
verilmesine, fazla istemin reddine karar verildiği ve bu mahkeme kararı
dayanak alınarak hüküm altına alınan miktarın Ankara 31. İcra
Müdürlüğü'nün 2010/14019 esas sayılı takip dosyası üzerinden başlatılan
icra takibi sonucu tahsil edildiği anlaşılmaktadır. Davacı
yüklenici açtığı bu davada, ihale konusu teknolojik özellikli hangar
kapısını yurtdışı firmadan döviz ile temin ettiğini, Ankara 4. Asliye
Hukuk Mahkemesi'nin 17.12.2009 tarih ve 2009/29 Esas ve 2009/402 Karar
sayılı kararında kapı bedelinin 593.785,06 TL olduğunun belirlendiğini,
bu bedelin 111.032,98 TL'lik kısmının dava yoluyla ancak 06.12.2010
tarihinde yasal faiziyle tahsil edebildiğini, idarenin geç ödemesi
nedeniyle hangar kapısını döviz ile ithal etmekten kaynaklanan gerçek
ithalat bedelini alamamaktan dolayı faizi aşan zararı bulunduğunu
belirterek, munzam zararından şimdilik 10.000,00 TL'sinin tahsilini
istemiş, daha sonra ise 31.10.2012 tarihinde harçlandırdığı ıslah
dilekçesi ile dava değerini 129.528,65 TL artırarak, 139.528,65 TL'ye
çıkarmıştır. Davalı işsahibi idare ise, hangar kapı bedelinin
kesinleşen ilâm ile faiziyle ödendiğini, davacı taleplerinin önceki
davada hükme bağlandığından kesin hüküm nedeniyle davanın reddi
gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, davacının ıslah talebi de dikkate
alınarak davanın kabulü ile munzam zarar karşılığı 139.528,65 TL'nin
yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,
faizin 10.000,00 TL için dava tarihi, bakiyesi için ıslah tarihi olan
31.10.2012 tarihinden itibaren yürütülmesine karar verilmiştir. Davacı
şirket tarafından, davalı hakkında açılan davanın hukuksal dayanağı,
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi hükmüdür. 818 sayılı
Borçlar Kanunu’nun 105. maddesi hükmü gereğince, alacaklının uğradığı
zarar, geçmiş günler yani temerrüt faizinden fazla ise borçlu, kendisine
hiçbir kusur yüklenemeyeceğini yasal delillerle kanıtlamadıkça,
sorumluluğu gerektiren genel hükümlerde öngörülen koşulların da
gerçekleşmesiyle bu zararı dahi tazminle yükümlüdür. Bu ek zarar, hemen
taktir olunabilir ise hakim, esasa ilişkin kararın içinde bu zararın
tutarını da belirleyebilir. Denilebilir ki, munzam zarar, borçlu,
temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının malvarlığının
kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum
arasındaki farktır. Başka bir anlatımla, munzam zarar, borçlu temerrüdü
ile oluşmaya başlayan, asıl borcun ifasına kadar ki zaman içinde artarak
devam eden, asıl borçtan bağımsız yeni bir maddi tazminat borcu olarak
tanımlanabilir.Munzam zararın gerçekleştiğinin davacı tarafından
yasal delillerle ve somut olarak kanıtlanmasının gerekip gerekmediği,
hukuksal öğretide ve yargısal uygulamalarda tartışmalıdır. Yüksek
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Özel Dairelerinin farklı uygulamaları,
iki ayrı görüş doğrultusunda sürdürülmektedir.Bir görüş
doğrultusunda Yargıtay’ca verilen kararlara göre: Borçlar Kanunu'nun
105. maddesi gereğince para borcunun geç ödenmesi sebebiyle alacaklı,
temerrüt faiziyle karşılanmayan munzam zararının ödetilmesini
istediğinde; temerrüde uğrayan alacağın varlığını, bu alacağın
ödenmemesi sebebiyle temerrüt faizini aşan zararı bulunduğunu somut
olarak ve yasal delilerle kanıtlamalıdır.Yüksek enflasyon, döviz
kurundaki artış, piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu, davacı
alacaklıyı, munzam zararının gerçekleştiğini ispat yükünden kurtarmaz.
Alacağın, iştigal konusu ticarette kullanılmasının tabiî olduğu
varsayımı yeterli kabul edilip hüküm kurulamaz.Davacı alacaklının,
munzam zararını yasal delillerle kanıtlamış olması durumunda ise; davalı
borçlu, sorumluluktan kurtulmak istiyorsa; ya alacaklının bir zarara
uğramadığını ya da borcunu zamanında ifa etmiş olsa dahi; değeri
düşmeyecek bir yatırım yapmayacağını ispat ederek sorumluluktan
kurtulabilir. Bu görüş doğrultusundaki uygulamaları gösterir örnek
kararlar olarak; Y.H.G.K. 19.10.1996 gün, 96/5-144 Esas ve 1996/503
sayılı kararı; 17.12.1999 gün, 99/19-73 Esas ve 99/106 Karar sayılı
ilâmı, 08.11.2001 tarih, 2000/5-1611 Esas ve 2000/1636 Karar sayılı
ilâmı; Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 08.02.2000 gün, 1999/19708 Esas ve
2000/1451 sayılı Kararı, 15. Hukuk Dairesi'nin 26.11.1998 gün, 1998/4379
Esas ve 98/4426 sayılı ilâmı ve 27.01.1995 gün, 94/4985 Esas ve
1995/363 sayılı Kararı, 19. Hukuk Dairesi'nin 02.10.1997 gün, 97/4815
Esas ve 97/7979 sayılı kararı, gösterilebilir.İkinci bir görüş
doğrultusundaki Yargıtay uygulamalarına göre de; Munzam Zarar
alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu
alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faiziyle
karşılanmayan zarar miktarını; zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki
uygun illiyet bağını kanıtlamalıdır.Munzam zarardan kaynaklanan
tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde
düşmesindeki kusurudur. Zararın doğmasına yol açan bir kusur ilişkisi
aranmaz ve tartışılmaz. Munzam zarar alacaklısı davacı, normal
durumlar ve fiili karineler ile maruf ve meşhur olaylara dayanıyorsa
bunun ispatı istenmemelidir. Kaldı ki, munzam zarar davalarında
alacaklının ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalıdır.
Hükmedilecek zarar miktarı ve kapsamının tespitinde Borçlar Kanunu’nun
43. maddesinden yararlanılmalıdır. Enflasyonist ortamda, bireyin
parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve
girişimlerde bulunması; örneğin, en azından vadeli mevduat veya kurları
devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirilmesi, olayların
normal akışına, hayat tecrübelerine uygun düşen bir karine olarak kabul
edilmelidir. Bu karinenin aksini, kusursuzluğunu ve sorumsuzluğunu
kanıtlamakla borçlunun ödevli olduğunun kabulü gereklidir. Örneğin:
Y.H.G.K’nin 10.11.1999 gün, 98/13-353 Esas, 05.07.2000 tarih,
2000/2-1072 Esas ve 2000/1124 sayılı ilâmları; Yargıtay 2. Hukuk
Dairesinin 17.05.1999 gün, 99/327 Esas ve 99/5315 sayılı, 13. Hukuk
Dairesinin 25.02.1997 tarih, 96/111 Esas ve 97/53 sayılı ve 13.02.1997
gün, 96/9985 Esas ve 97/810 Sayılı kararları bu görüş doğrultusundadır. Bilindiği
üzere, Borçlar Kanunu'nun 105. maddesinde, FAİZ’DEN değil, ZARARDAN
bahsedilmiş bulunmaktadır. Zarar iddiasıyla açılan tazminat davalarında
davacı taraf zarara uğradığını ispatla yükümlü bulunmaktadır. Esasen,
Yüksek Yargıtay’ın çok eskiden bu yana ağırlıklı uygulaması, az yukarda
belirtilen ve birinci görüşü benimseyen kararları doğrultusundadır.
(Örneğin: Y.H.G.K’nın 17.12.1971 gün, 1966/4-1504 Esas ve 1971/85
sayılı, 16.05.1973 tarih, 971/T-285 Esas ve 432 sayılı ilâmları;
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 15.11.1965 tarih, 1965/6592 Esas ve
1965/5919 sayılı; T.D’nin 01.05.1954 tarih, 54/7751 Esas ve 54/953
sayılı, 4. Hukuk Dairesinin 04.05.1964 tarih, 64/3535 Esas ve 64/2431
sayılı Kararları). Hukuksal öğretide de anılan maddedeki munzam zararın
istenebilmesi, bunu ileri süren alacaklının zararını ispat etmesi
koşuluna bağlandığı baskın görüş olarak kabul edilmektedir, (Bakınız;
Prof. Dr. F.N. Feyzioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt;
II-Sh.251-252 İst. 1977; Prof. Dr. Ş.Sulhi Tekinay, Borçlar Hukuku
İst.1979 sh; 752-753; Prof. Dr. Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku,
C:2, sh; 922-926 İst. 1976; Andreas Von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi
Kısmı Yargıtay Yayını No; 15, Cilt:2, sh; 618-619)Günümüz ekonomik
koşullarıyla geçmişdeki ekonomik veriler değerlendirildiğinde; ekonomi
düzeni içinde yer alan yatırım araçlarının hiçbir zaman istikrarlı gelir
getirmediği ve dolayısıyla munzam zararın ispatında “karine”
oluşturmadıkları sonucuna varılmaktadır. Örneğin, belli bir zamanda
getirisi olan döviz, başka bir zamanda zarar oluşturmaktadır.
Borsalardaki yatırımlarda kâr sağlayabildiği gibi, zarara da sebebiyet
vermektedir. Enflasyon oranı düştükçe, banka mevzuat faizi de
düşmektedir. O halde, ikinci görüşü benimseyen Yargıtay kararları ve
hukuksal öğretideki görüşler, “karine” yönünden hukuksal dayanaktan
yoksun kalmaktadır. Esasen yargısal uygulamalarda da; hukuksal öğretide
de her iki uygulama ve görüşlere göre; Borçlunun temerrüdünün
gerçekleştiğini asıl alacağın varlığını, temerrüt faiziyle tüm zararın
karşılanmadığını ve munzam zararın oluştuğunu alacaklı tarafın
kanıtlaması gerektiği kabul edilmektedir. Yukarıda da özetle açıklandığı
üzere; iki farklı görüş alacaklının munzam zararı ispatlama
yükümlülüğünün sıkı ispat kurallarına bağlanıp, bağlanmaması; maruf ve
meşhur olayların “karine” olarak kabul edilip, edilemeyeceği ve maddi
zararın belirlenmesi yöntemlerinde yoğunlaşmaktadır.Yukarıda da izah
olunduğu üzere; Borçlar Kanunu’nun 105. maddesinde ifadesini bulan
zarar, olumlu zarar kapsamındaki maddi zarardır. Yargıtay’ın, hukuk
öğretisindeki baskın görüşü de yansıtan kararlarında; alacak, ödenmesi
gereken zamanda, borçlu tarafından alacaklıya ödenmiş olsaydı, GERÇEĞE
EN YAKIN VE DOĞRU VARSAYIMA göre, bu para onun mal varlığında ne kadar
fazlalık sağlayacak idiyse, ona hükmedilmesi gerektiği kabul
edilmektedir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, yukarıda gösterilen
1964/3335-2431 sayılı kararında da vurgulandığı gibi; Borçlar Kanunu’nun
105. maddesindeki munzam zarar, ancak özel bir zararın gerçekleşmesi ve
bu zararın faizle karşılanmaması durumunda meydana gelmiş olabilir.
Yanlar arasındaki sözleşme konusu ile ilgisiz; ticari alandaki alım
satım tasarruflarına ve bu kapsamda gerçek ve tüzel kişilerin taşınmaz
ve taşınır mal alım ve satımına, kredi kullanmalarına yönelik
tasarrufları sonucu zarara uğramaları mutlak olarak munzam zararı
gerektirmez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.05.1973 gün ve
1971/T-285 Esas ve 1973/432 Karar sayılı ilâmında da açıklandığı gibi;
Borçlunun kusurlu temerrüdü halinde sonuç Borçlar Kanunu’nun 103 ve 105.
maddelerinde gösterilmiştir. Buna göre, borçlunun temerrüdü ile zarar
arasında uygun illiyet bağının bulunması zorunludur. Geç ifadan ileri
gelmişse, zarar müspet zarardır ve alacaklının bu kapsamdaki faizi aşan
masrafları istenebilir. Örneğin, borçlunun temerrüdü sebebiyle
alacaklının temerrüt faizinden daha yüksek faizli bir borcu ödeyememiş
olması veya daha yüksek faizle bankadan borç para almak zorunda kalması
veyahut üçüncü şahıslara karşı temerrüde düşmesi sonunda uğradığı
kayıpların olması sebepleriyle munzam zararlarının gerçekleştiği ve
borçlu temerrüdü ile bu zararlar arasında uygun illiyet bağının
bulunduğu yasal delillerle ve somut olarak alacaklı tarafından
kanıtlanmış olması durumunda borçlu, sorumlu tutulabilir.Somut olaya
dönüldüğünde ise; bilirkişi kurulu tarafından davacının, ilk dava
tarihi olan 31.10.2001 tarihinde davacıya ödenmeyen 111.032,98 TL'nin
07.12.2010 tarihinde ödenmesi nedeniyle davacının uğradığı munzam
zararın iki tarih arasında banka faizi, döviz ve altına bağlanması
halindeki getirisi ortalama 390.262,42 TL olarak hesaplanıp, 111.032,98
TL alacak için bu tarihler arasında tahsil edilen 250.733,77 TL yasal
faizin mahsubu ile bakiye 139.528,65 TL'nin davacının munzam zararı
olduğu belirlendiğinden, Mahkemece bu miktarın munzam zarar olarak
davalı idareden tahsiline karar verildiği anlaşılmaktadır. Oysa, dosya
kapsamı değerlendirildiğinde; davacının, bu zararının gerçekleşmiş
olduğunu yukarıda genişçe açıklanan hukuksal kurallara uygun olarak
kanıtlamadığı sonucuna varılmaktadır. Davacı delil olarak kredi
sözleşmelerine dayanmış ve bankalardan bu kredi sözleşmelerinin
örnekleri getirtilmiş olsa da, davacının asıl alacak kadar kredi
kullanmak zorunda olduğu bir karine olarak kabul edilemeyeceği, bir
ticari şirket olan davacının her zaman ticari işi sebebiyle kredi
kullanabileceği gibi, bilirkişi kurulunca da sunulan delillerin dava
konusu olayla illiyet bağının kurulamadığının belirtildiği
anlaşılmaktadır. Borçlu temerrüde düşürülüp, ödemesi gereken tutarda
bankadan kredi kullanıp, alacak tahsil edildiğinde de, tahsil olunacak
temerrüt faizi tutarını, bankaya ödenecek kredi faizi ve fer’ileri
tutarından mahsup ederek kalanını borçludan tahsil ederim düşüncesiyle
kullanılan krediler; ekonomik öngörüş veya ihtiyaç olmadığı ve yahut
ekonomik yeterliliği olduğu halde işletme yönetimindeki tercihi
sebebiyle alınan krediler nedeniyle yapılan masraflar, “munzam zarar”
olarak kabul edilemez. Bilirkişi kurulunca, davalı tarafından ödenmeyen
bakiye iş bedelinin iki tarih arasında banka faizi, döviz ve altına
bağlanması halindeki getirisi hesaplanarak davacının munzam zararının
tespiti yoluna gidilmiş ise de, munzam zarara hükmedilebilmesi için
davacının zararını somut olarak kanıtlaması gerekir. Davacı tarafından
munzam zararına ilişkin somut kanıt sunulmadığından davanın reddi
gerekirken; hukuksal olmayan gerekçelerle, yazılı şekilde mahkemece
davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve kararın bozulması
gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda 1. bentte belirtilen sebeplerle davacı
vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca davalı
vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına
BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 0,90 TL temyiz ilam harcının temyiz
eden davacıdan alınmasına, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15
gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 19.06.2014
gününde oybirliğiyle karar verildi.