MAHKEMESİ : ORDU 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 23/12/2009NUMARASI : 2006/450-2009/368Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, miras bırakanın maliki olduğu 312 ve 313 parsel sayılı taşınmazlarını satış suretiyle davalı torununa temlik ettiğini, yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir.Davalı, murisin isteği ve ısrarı üzerine onun belirlediği bedel üzerinden satın aldığını, satış bedelini ödediğini, iddiaların yerinde olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, miras bırakanın sağlığında mirasçıları arasında paylaştırma yaptığı, muvazaa kastının bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacılar vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hakimi . . raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Duruşma isteği değerden reddedildi. Gereği görüşülüp, düşünüldüDava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakanın maliki olduğu 312 ve 313 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını 19.10.1990 tarihinde satış suretiyle davalı torununa temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacılar, miras bırakanın yaptığı temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26.maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur. Somut olaya gelince; davacılar ve davalının murisin kendisinden önce ölen oğlundan olma torunları olduğu, davalıya yapılan temlikten başka murisin dava dışı oğlu B.’ye tapuda devrettiği bir taşınmaz olduğu, davacılara yapılmış kazandırmanın bulunmadığı görülmektedir.Öte yandan, murisin kızı olan N. tanık olarak alınan beyanında, taşınmazın davalıya gerçekte bağışlandığını, kendisine ve kız kardeşine muris tarafından yapılmış bir kazandırmanın olmadığını, kendilerine verildiği iddia edilen bileziklerin annelerinin taşınmazlarının paylaşılması ile ilgili olduğunu, murisle bir ilgisinin bulunmadığını açıklamıştır. O halde, yukarıda açıklanan ilkeler ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden bir kazandırma olmadığı, paylaştırma kastının bulunmadığı ve davalıya yapılan temlikin de mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.