MAHKEMESİ : BALIKESİR 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 22/07/2009NUMARASI : 2008/528-2009/368Taraflar arasında görülen davada;Davacı, maliki olduğu 143 parsel sayılı taşınmazdaki 7 nolu bağımsız bölümünü davalı M. satış suretiyle temlik ettiğini, ancak davalının hileye düşürmek suretiyle satış bedelini ödemediğini, sonra da diğer davalıya muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, taşınmazın satış bedelinin davacı tarafından alındığı resmi senette beyan edildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının maliki olduğu 143 parsel sayılı taşınmazdaki 7 nolu bağımsız bölümünü davalı m.satış suretiyle temlik ettiği, onun'da 19.9.2008 tarihli akitle keza satış yoluyla diğer davalı d.m.'nın satış tarihinden önce 7.8.2008 tarihinde çekişmeli taşınmazın satış bedeli olarak davacıya 95.000 TL. bedelli teminat senedi verdiği anlaşılmaktadır.Davacı, çekişmeli bağımsız bölümü davalı m. temlik ettği gün, davalının batış bedelini ödemeden kaçtığını,Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğu şikayet üzerine anılan davalı hakkında ceza davası açıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Gerçekten de, noksanın tamamlatılması yoluyla getirtilen bilgi ve belgelerden davacının da müşteki olduğu Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/286 esas sayılı dosyasında davalı ve dava dışı kişiler hakkında suç işlemek için örgüt kurmak ve yönetmek , örgütün faaliyetleri kapsamında dolandırıcılık vs. suçlarından dava açıldığı ve davanın da halen derdest olduğu görülmektedir.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun 53. maddesi hükmü gereğince ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususundaki belirleme hukuk hakimini bağlamaz ise de orada belirlenen ve benimsenen olguların eldeki dava bakımından önem ifade edeceği ve davayı etkileyebileceği kuşkusuzdur.Öte yandan; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, yukarıda değinilen Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/286 esas sayılı dava dosyasının sonucunun beklenilmesi, o davada saptanacak vakıaların bağlayıcılığının gözetilmesi; eldeki davada toplanan ve toplacak tüm dellilerle birlikte değerlendirilmesi; davacının hileye düşürüldüğü iddiasının subuta ermesi durumunda, ikinci el konumunda bulunan davalı Dilber'in Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanma imkanı bulunup bulunmadığının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde araştırılıp, soruşturulması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken , yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.