DAVA : Bedelsiz
senedi kullanma suçundan sanığın 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 156/1, 62,
50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 4500 Lira hapisten çevrilen ve 1500 Lira
doğrudan hükmolunan adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Turhal
Sulh Ceza Mahkemesince verilen 11.02.2010 gün ve 406-14 sayılı hükmün, sanık
müdafii, o yer Cumhuriyet savcıları ve üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz
edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 06.04.2011 gün
ve 16960-1881 sayı ile;
“ ... Ayrıntıları
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.03.1989 gün ve 1/2
sayılı kararında açıklandığı üzere, sanığa yüklenen eylemin 1086 sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat
olunamayacağı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve
derecede bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi...",
İsabetsizliğinden
bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise
20.09.2011 gün ve 342-634 sayı ile;
“... Mahkememizce
daha önce verilen kararda da vurgulandığı üzere söz konusu Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Genel Kurulu kararının bağlayıcı mahiyette olduğu bilinmesine
rağmen söz konusu karar ile yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
217. maddesindeki düzenleme arasında çatışma bulunduğu dolayısı ile Ceza
Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenlemeye göre değerlendirme yapılması
gerektiği kanaatini taşımaktayız. Çünkü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı
ile kanun aksine işlem yapılması mümkün değildir. Aksine Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Kararları bağlayıcılıklarını kanundan almaktadırlar. Aynı
bağlayıcılıkta olduklarını düşünsek dahi önceki norm, sonraki norm
değerlendirmesi yaptığımızda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunundaki düzenleme
sonraki tarihli olduğundan yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 217.
maddesi uyarınca değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğunu düşünmekteyiz.
Kaldı ki, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda öngörülen ispat şartının ceza muhakemesinde
uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Doktorinde de vurgulandığı üzere amaçlarının
farklılığı nedeni ile ceza muhakemesinde aranan deliller ile Hukuku Usulü
Muhakemesindeki aranan deliller birbirlerinden farklı olmalıdır. Ceza
muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir, hukuk usulünde ise istisnalar
dışında biçimsel delil ilkesi geçerlidir. Hukuk usulündeki uyuşmazlıkların
ispatında kullanılacak delillerin genellikle önceden hazırlanması olanağının
bulunması bu anlamda biçimsel delil ilkesinin kabulünü doğurmuştur. Yine
yukarıda da vurguladığımız üzere iki muhakeme alanında izlenen amaçlar
birbirinden farklı olduğundan hukuk usulünde biçimsel gerçek yeterli görülse de
ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve gerçek suçlunun cezalandırılması
toplum yararı nedeni ile zorunludur. ( Prof. Dr. Nur Centel, Yrd. Doç. Dr.
Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi hukuku Beta yayınları 1. basım, Ocak 2003
İstanbul, s.9 ).
İşte yukarıda
açıklanan gerekçeler ışığında iki muhakeme dalı arasındaki farklılıklar da
dikkate alınarak, Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunundaki söz konusu biçimsel delil
ilkesinin ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Kaldı ki, Ceza
Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenleme açıktır. Hakimin delilleri
takdir yetkisini düzenleyen söz konusu maddenin 2. fıkrasında 'yüklenen suç,
hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü bir delille tespit edilebilir'
denmek sureti ile Ceza Muhakemesinde suçun sübutunu değerlendirirken hakimin
hukuka uygun her türlü delili kararına dayanak yapabileceğini açıkça ortaya
koymuştur.
... Dosya
kapsamındaki müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarından
anlaşılacağı üzere müştekinin sanığa borcu olup bu borç karşılığında sanığa
senet vermiştir. Ancak olay tarihinde tanıkların da beyanları ile kesin olarak
belirlendiği üzere müşteki borcunu ödemesine rağmen sanık müştekiyi tanıkların
da baskısıyla ikna ederek senedi müştekiye iade etmemiş, bedelini almış olduğu
senedi daha sonra icraya koymuştur. Sanığın üzerine atılı suç TCK 156. maddede
düzenlenen bedelsiz senedi kullanma suçudur. Madde tanımından da anlaşılacağı
üzere suçun unsurlarından biri sanığın kullandığı senedin bedelsiz kalmış
olmasıdır. Olayda tartışılması gereken en temel hukuki sorun bu bedelsiz kalma
hususunun neye göre belirleneceğidir. Bilindiği üzere hukuk usulü muhakemesi
kanununda belli miktarın üzerindeki borç ve alacakların ödendiği konusunda
ispat ancak senet ile yapılabilmektedir. Tanık ile yapılması mümkün değildir.
Ancak ifadeden de anlaşılacağı üzere bu hukuk usulü muhakemesi kanununda
getirilmiş bir düzenlemedir. Hukuk Usulü Muhakemesi Kanununda bu şekilde bir
şart koşulmasının nedeni bu tip olaylarda şahitle ispat edilmesi halinde
toplumda alacak verecek ilişkileri yönünden bir kaos oluşmasını engellemektir.
Dolayısıyla amaç kamu düzeninin korunmasıdır. Ancak hepimizin bildiği üzere
hukuk usülü muhakemesinin yargılama mantığıyla ceza usül hukukunda yargılama
mantığı birbirinden farklıdır. CMK'nun 217. maddede belirttiği üzere duruşmaya
getirilen deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
Dolayısıyla ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir. Yani suçun
unsurları veyahut da diğer hususlar her türlü delil ile ispat edilebilir.
Mahkeme hukuka aykırı olmadığı müddetçe bu delillerden herhangi birine
dayanabilir. Yine ilgili madde ve ilkeden yola çıkarak teoride de belirtildiği
üzere ceza muhakemesinde amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu maddi
gerçeğe ulaşırken hukuka aykırı deliller dışında hakim vicdani kanaatine her
türlü delili dayanak olarak gösterebilir. Olayımızda da müşteki anlatımı ve
bunu destekleyen tanık anlatımlarıyla suçta kullanıldığı anlaşılan senedin
bedelsiz olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Dolayısıyla bedelsiz kalma
hususunun illa ki yazılı delille ispat edilmesinin zorunlu koşulmasının hem
ceza yargılamasının temel ilkeleri ile hem de CMK'nun 217. maddesinin amir
hükmüyle bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki böyle düşünüldüğü takdirde
kanunda bir engel bulunmadığı halde maddenin kapsamı daraltılmış olur, şöyle ki
bedelinin ödendiği yazılı delil ile ispatlanacak bir senedin sanık tarafından
işleme konması hayatın olağan akışına aykırı olur. Çünkü bu durumda talebinin
reddedileceği açıkça bellidir. Menfaatine aykırı şekilde böyle bir işlemde bulunulması
düşünülemez. Kanaatimizce burada kanunun amaçladığı husus kötü niyetli bir
şekilde bedelsiz kalan bir senedi tekrar tahsil amacıyla işleme konarak iki
defa haksız olarak bedel alınmasının engellenmesidir. Tüm bu hususlar
değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçun unsurları itibariyle oluştuğu,
müşteki ve bunu destekleyen tanık anlatımları ile ispatlanmış olmakla sanığın
savunmalarına itibar edilmeyerek cezalandırılmasına karar vermek
gerekmiştir...”,
Gerekçesiyle önceki
hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık
müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
“bozma” istekli 04.06.20012 gün ve 32981 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay
Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve
açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
KARAR : Sanığın
bedelsiz senedi kullanma suçundan mahkûmiyetine karar verilen olayda, Özel
Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi
gereken uyuşmazlık, 60.000 EURO değerindeki senedin bedelsiz olduğunun tanık
beyanı ile ispatlanmasının mümkün olup olmadığının ve buna bağlı olarak atılı
suçun sübuta erip ermediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya
içeriğine göre;
Katılan vekilinin
03.11.2008 günlü şikâyet dilekçesinde, katılanın 60.000 EURO bedelli senetten
kaynaklanan borcunu dayısı olan sanığa tanıklar huzurunda elden ödemesine
rağmen, sanığın bedelsiz kalan senet için ihtiyati haciz kararı aldırarak
Turhal İcra Müdürlüğünde icra takibi işlemleri başlattığını belirttiği,
Sanık vekilinin
27.10.2008 günlü ihtiyati haciz talebi üzerine, Turhal Asliye Hukuk
Mahkemesinin 28.10.2008 gün ve 137 Değişik İş sayılı kararı ile borçlu İ. T.'ın
menkul ve gayrımenkul mallarının İİK'nun 257. maddesi uyarınca ihtiyaten
haczine karar verildiği,
Turhal İcra
Müdürlüğünün 2008/2630 esas sayılı dosyasında alacaklı vekilinin talebi üzerine
borçlu İbrahim Tıkaç aleyhine 04.01.2008 tarihinde 128.442 Lira asıl alacak ve
ferileri için kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatıldığı, alacağın
30.08.2008 ödeme tarihli, 60.000 EURO bedelli, alacaklısı B. E. ve borçlusu İ.
T. olan bonoya dayandığı,
Davacı tarafından
davalı aleyhine 19.11.2008 tarihinde açılan menfi tespit davası sonucunda
Turhal Asliye Hukuk Mahkemesince 22.05.2009 gün ve 685-358 sayı ile davanın
reddine karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 13. Hukuk
Dairesince bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu davasının sonucunun
beklenmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verildiği,
Katılanın, senet
karşılığı olan borcunu dayısı olan sanığa tanıklar huzurunda ödediğini ancak
senedi almadığını, sanığın senedi yırttığını belirtmesine karşın icraya
koyduğunu öğrendiğini, ispatlamak için başka çaresi olmadığından parayı
ödediğine dair delil olmak üzere gizlice ses kaydı yaptığını belirttiği,
Tanık ...'ın,
katılanın tanıklar huzurunda borcunu ödediği gün sanığın senedi iade etmeyerek
yırttığını söylemesine rağmen icra takip işlemleri başlattığı, diğer tanıklarla
birlikte evine gittiklerinde sanığın "ben sizi kandırdım, İbrahim'den
intikam almak için böyle bir şey yaptım" dediğini ve o sırada cep
telefonuna konuşmaları kaydettiklerini beyan ettiği,
Tanık ...'nin
katılana borcunu ödemesi için 22.000 Lira verdiğini, ayrıca katılanın 90.000
Liraya evini, 32.000 Liraya da arabasını sattığını, 60.000 EURO parayı
tamamlayarak Ş. A.'ın dükkanında borcu ödediğini, sanıkla karşılaştığında
parayı aldın mı diye sorduğunda parayı aldığını kabul ettiğini ifade ettiği,
Tanık ...'ın Temmuz
ayı içinde Ü... Kırtasiye'ye alışveriş için gittiğinde D. Y., Ş. A., B. E., Y.
ve İ. T.'ı gördüğünü, sanığın elinde siyah bir poşet olduğunu, içinde para
olduğunu söylediklerini, katılanın sanığa "senedimi ver" dediğini,
sanığın da senedi yırttığını söylediğini belirttiği,
Tanık ...'ın,
dükkanına önce B., Y., D. ve İ.'in geldiklerini, katılanın sanığa "sana
olan borcumu ödemek istiyorum, senedi geri ver" dediğini, sanığın da
"senet yanımda değil, senedi yırttım" şeklinde konuştuğunu, Y.'un da
kardeşine "dayıma güvenmiyor musun, ver parayı" dediğini, faizi ile
birlikte 60.000 EURO'nun B.’ye verildiğini, sanığın "paramı aldım ve
senedi yırttım" dediğini, daha sonra icra takibi başlattığını duyunca Y.
D. ve H. U.'la birlikte sanığın evine gittiklerini, sanığın "ben onlardan
intikam alacağım, onları süründüreceğim, onlardan alacağım yok, paramı aldım
ama onlardan intikam alacağım" şeklinde konuştuğunu söylediği, tanıklar H.
U. ve D. Y.'in de benzer şekilde anlatımda bulundukları,
Tanık ...'ın sanığın
evine giderken ödemeyi ispat edebilmek için oradaki konuşmaları cep telefonuna
kaydettiğini, katılanın borcunu elden ödemesine rağmen sanığın senedi icraya
koyduğunu beyan ettiği,
Sanığın aşamalardaki
savunmalarında, suçlamaları kabul etmediğini, katılanın kendisine borçlarının olduğunu,
alacağını tahsil edemediği için borca karşılık verilen senedi icraya koyduğunu
belirttiği,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun "Bedelsiz Senedi Kullanma" başlıklı 156. maddesi;
"Bedelsiz kalmış bir senedi kullanan kimseye, şikâyet üzerine, altı aydan
iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir" hükmünü içermektedir.
Buna göre,
borçlusunca ödenmiş ve bir şekilde elde kalmış senedi, kısmen veya tamamen
ödenmemiş gibi kullanan, örneğin ödenmesi için icraya başvuran veya başkasına
devreden kimse cezalandırılmakta olup, senedin borçlusu tarafından ödenmiş
olması suçun unsurlarındandır.
Uyuşmazlık konusunun
çözümüne yönelik olarak, bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu
davasının yargılaması sırasında borcun ödenmesi nedeniyle senedin bedelsiz
olduğunun ispatı açısından tanık dinlenip dinlenemeyeceği konusunda hangi usul
hükümlerinin uygulanması gerektiği değerlendirilmelidir.
Suç ve hüküm
tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun
288. maddesinde; "Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi,
yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin,
yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüz milyon lirayı geçtiği
takdirde senetle ispat olunması gerekir.
Bu hukuki işlemlerin
miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma ( ibra ) gibi herhangi bir
sebeple dörtyüz milyon liradan aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz",
290. maddesinde ise,
"Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve
senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan
hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla
ispat olunamaz" hükümleri yer almaktadır.
Hüküm tarihinden
sonra 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun
200. maddesi ile; " ( 1 ) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri,
değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan
hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk
Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin
miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz
Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
( 2 ) Bu madde
uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme
hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir",
201. maddesi ile de;
" ( 1 ) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin
hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki
işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla
ispat olunamaz" şeklinde düzenlemeler getirilmiştir.
Yerleşmiş yargısal
kararlar ve öğretideki baskın görüşlerde de, senede müstenit olan her nevi
iddiaya karşı ileri sürülecek savunmaların tanıkla ispatının mümkün olmadığı,
ancak senetle ispat zorunluluğunun yalnız hukuki işlemler için olup hukuki
fiillerin senetle ispat zorunluluğunun bulunmadığı, borcun ödenmesi, bir borcu
sona erdirme amacına yönelik olduğu için bir hukuki fiil değil, hukuki işlem
olduğundan, senede bağlı borçların ödendiğinin de tanıkla ispat olunamaması
gerektiği belirtilmiştir.
Senede karşı ileri
sürülen hukuki işlemlerin değeri ne olursa olsun tanıkla ispat olunamayacağı
kuralı suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 290.
maddesinde hükme bağlanmakla birlikte, aynı kanunda senetle ispatın
istisnalarına da yer verilmiştir.
1086 sayılı HUMK'nun
293. maddesinde, "1 - Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve
kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler,
2- Cürümden
mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller,
3- Yangın veya kazayı
bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade
müşkül hallerde yapılan muameleler.
4- Halin icabına ve
iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler,
5- Akitlerde hata,
hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu" hallerinde tanıkla ispat yapılabileceği
hüküm altına alınmış,
294. maddede de;
"Nagehani bir hadise veya mücbir bir sebep ile senedin sahibi yedinde
veyahut her ne suretle olursa olsun alelüsul tevdi olunan resmi memur nezdinde
zayi olduğu hakkında kanaatbahş delil ve emareler mevcut olduğu takdirde"
tanıkla ispat olunabileceği belirtilmiştir.
Bu istisnalar
dışında, hukuk muhakemesinde senede bağlı bir borcun ödendiği hususunun senetle
ispatı gerekmekte olup, bu nitelikte bir borcu elden ödeyen bir kimse muhtemel
tehlikelere ve onun hukuki sonuçlarına katlanmalı ve senede karşı savunmasını
yazılı delillerle ispat etmelidir.
Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu yönünden açıklanmış bulunan "istisnalar dışında
tanıkla ispatın mümkün olmadığı"na ilişkin bu kuralın 5237 sayılı TCK'nun
156. maddesi yönünden ceza mahkemesinde de geçerli olup olmadığının
değerlendirilmesi gerekmektedir.
1412 sayılı Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 254. maddesi, "Mahkeme irat ve ikame edilen
delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder.
Soruşturma ve kovuşturma
organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas
alınamaz",
255. maddesi ise;
"Bir fiilin suç olup olmaması, adi hukuka müteallik bir meselenin halline
bağlı ise ceza mahkemesi bu meseleye dahi ceza işlerindeki usul ve deliller için
mer'i kaidelere göre karar verir.
Bununla beraber
mahkeme, muhakemeyi talik ve hukuk davası açılması için alakadarlara bir mehil
verebilir.
Hukuk mahkemesinden
bu babda bir hüküm çıkmasını da bekliyebilir.
Ceza mahkemelerinde
son tahkikat esnasında suçtan zarar görenlerle maznunların yaşlarında ceza
hükümleri bakımından lüzum görülecek tashihlerin Nüfus Kanunundaki usule göre
icrası ceza mahkemesine aiddir. Bu babda verilecek karar esas hükümle birlikte
temyiz olunabilir" şeklinde düzenlenmişken,
01.06.2005 tarihinde
yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 217. maddesinde;
" ( 1 ) Hâkim,
kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere
dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
( 2 ) Yüklenen suç,
hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir",
218. maddesinde ise,
" ( 1 ) Yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin
görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla
ilgili olarak da bu Kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak, bu sorunla
ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması
ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir.
( 2 ) Kovuşturma evresinde
mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir
sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre
bu sorunu çözerek hükmünü verir" hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, bir
eylemin suç olup olmaması başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun
çözümüne bağlı ise, ceza mahkemesi bu sorunu kendi çözümleyebileceği gibi,
yargılamaya ara vererek hukuk davası açılması için ilgililere uygun bir süre
verebilecek ve hukuk mahkemesinden bu konuda bir karar verilmesini de
bekleyebilecektir. İlgililere süre verilerek hukuk mahkemesinden bir kararın
çıkması beklendiği takdirde, örneğin senetten kaynaklanan bir borcun ödenip
ödenmediği ile ilgili değerlendirme yapan hukuk mahkemesi, ceza usulünde benimsenen
serbest delil ilkesi hükümlerine göre değil, hukuk usulünde uygulanan
"istisnalar dışında senede karşı iddiaların ancak senetle ispat
edilebileceği" ilkesi uyarınca bir karar tesis edecek ve senet hakkında
hukuk mahkemesince verilen karar ceza mahkemesini de bağlayacaktır. Görüldüğü
üzere, ceza mahkemesi yüklenen suçun ispatı açısından ceza usulü kuralları
içinde karara bağlamadığı bir sorunun hukuk mahkemesinde çözümüne imkan
tanımışsa, artık hukuk mahkemesinden verilen kararla bağlı olacaktır. Başka bir
mahkemenin görev alanına giren bir sorunu kendisi karara bağlamak istediği
takdirde ise, yine aynı kuralları, yani hukuk usulünde benimsenen kuralları
uygulaması gerekecektir. Aksi halin kabulünde çelişkili kararların tesisi
ihtimali nedeniyle adalete olan güven sarsılacaktır. Bu durumda ceza mahkemesi,
bir fiilin suç olup olmamasını değil, bir hukuki işlemin, yani senede bağlı bir
borcun ödenip ödenmediğini belirleyerek sonuca gideceğinden, senede bağlı bir
borcun ödenip ödenmediğine bağlı olarak da bedelsiz senedin kullanılması
suçunun sübutunu hukuk usulünde öngörülen kuralları uygulamak suretiyle
çözümlemek zorundadır. Bu zorunluluk yalnızca ödeme iddiasına ilişkin olup,
sanığın kastı, senedi kullanıp kullanmadığı gibi diğer unsurları değerlendirirken
ceza muhakemesindeki serbest delil ilkesine uygun şekilde takdirini
kullanabilecektir.
Ceza ve hukuk
mahkemelerinde, sübuta ilişkin bir sorunun çözümünde farklı usul kurallarının
uygulanması farklı hukuki sonuçları ortaya çıkarabilecektir. Senede bağlı bir
borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde serbest delil usulü, hukuk
mahkemesinde ise, istisnalar dışında sınırlı delil usulüne göre çözümünün ve
bundan dolayı farklı sonuçların ortaya çıkmasının kabulü, adalet ve hakkaniyete
aykırı düşecektir. Bu nedenle, senede bağlı borcun ödenip ödenmediğine ilişkin
sorunun çözümünde, ceza ve hukuk mahkemelerinden verilen farklı kararların
uygulamada doğuracağı sakıncalarının önlenmesi bakımından, tanıkla ispat
konusunda ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin bağlı olduğu usul kurallarını
uygulaması gerekmektedir.
Diğer bir anlatımla,
farklı usul hükümlerinin uygulanması nedeniyle senetten kaynaklanan borcun
ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde sabit görülerek mahkûmiyet kararı
verilmesi, buna karşılık hukuk mahkemesinde ödeme iddiasının yerinde
olmadığının kabulü ile alacağın geçerli görülmesi durumunda, ceza mahkemesi
kararı sonucu bedelsiz senedi kullanma suçundan hakkında mahkûmiyet hükmü
kurulan alacaklı, hukuk mahkemesi kararına göre alacağını icrada tahsil
edebilecektir. Bu tür sakıncalara ve böylesine çelişkili bir durumun ortaya
çıkmasına hukuk mantığının cevaz vermeyeceği açıktır. Aksinin kabulü halinde
senet borçlusu hiç bir zaman ilgili hukuk mahkemesine başvurma yoluna
gitmeyecek, tanık temin ederek Cumhuriyet Savcılığına başvurmak suretiyle kamu
davası açılmasını ve açılan kamu davasına katılmak suretiyle şahsi hakkının
hüküm altına alınmasını sağlayabilecektir. Hal böyle olunca Hukuk Muhakemeleri
Kanunu hükümleriyle getirilen sınırlamaların uygulanma imkanı da eylemli olarak
ortadan kalkacaktır.
Üstelik bu kabul,
elinde gerçeğe ve hukuka uygun olarak düzenlenmiş senet bulunan alacaklının
senede konu alacağını tahsil edememe tehlikesinin yanında, TCK'nun 156.
maddesinde düzenlenen ceza tehdidi altında bulundurulmasına neden olacak, hatta
Hukuk Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu ve Ticaret Kanunu hükümlerine
güvenerek alacağını hukuki yönden güvende gördüğü için, işlemlerin yapılması
sırasında tanık temini yoluna gitmeyen alacaklının kolayca mahkûm edilmesi
sonucunu ortaya çıkaracak ve ekonomik hayatta güvensizliğe neden olacaktır.
Nitekim, 1412 sayılı
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun yürürlükte olduğu dönemde benzer uyuşmazlık
konularının değerlendirildiği 12.04.1933 gün ve 31-7 sayılı, 02.04.1941 gün ve
19-12 sayılı, 24.03.1989 gün ve 1-2 sayılı İçtihat Birleştirme Kararlarında ve
Ceza Genel Kurulunun 17.03.1986 gün ve 464-126 sayılı kararında da aynı sonuca
ulaşılmış olup, 1412 sayılı CMUK'nun 254 ve 255. maddeleri ile 5271 sayılı Ceza
Muhakemeleri Kanununun 217 ve 218. maddelerinin uyuşmazlık konusunu
ilgilendiren bölümleri itibariyle paralel hükümler içermeleri nedeniyle değişen
ceza mevzuatı karşısında dahi sözkonusu İçtihadı Birleştirme Kararları halen
geçerliliklerini korumaktadır.
Bu açıklamalar
ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Katılan İ. ile sanık
B. arasında 60.000 EURO bedelindeki bono ile ortaya konan bir borç ilişkisinin
bulunduğu ve katılanın senetten kaynaklanan borcu ödediğine ilişkin hukuka
uygun olarak yalnızca tanık deliline dayandığı olayda; ceza muhakemesinde
hakimin delilleri serbestçe takdir edeceği açıklanmış ve ispat vasıtaları
yönünden bir sınırlama getirilmemiş ise de, hukuki bir ilişkinin sonucu olup,
aynı zamanda cezai sorumluluğu da gerektiren işlemlerde hukuk mahkemelerinde
aranılan ispat şeklinin ceza mahkemelerinde de aranması gerektiği, ceza
mahkemelerinden verilen mahkûmiyet hükümlerinin hukuk mahkemelerini de
bağlayacağı, bedelsiz senedi kullanma suçunun işlendiğinin tanıkla ispatı kabul
olunduğu takdirde katılanın ceza ilamına dayanarak 60.000 EURO bedelindeki
borcu ödediğini herhangi bir yazılı delile ihtiyaç olmadan ispat edebileceği,
bunun da miktar itibarıyla tanıkla ispat edilemeyecek bir iddianın HUMK'na
aykırı olarak tanıkla ispatı sonucunu doğuracağı açık olup, katılanın senedin
ödenmesine rağmen kullanıldığı yönündeki iddiasının tanık anlatımlarına göre
sabit kabul edilmesi ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizdir.
Bu itibarla, senetten
kaynaklanan borcun ödendiği hususu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri
uyarınca ispatlanamadığı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter
nitelik ve derecede bulunmadığı anlaşıldığından, bedelsiz senedi kullanma
suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin direnme hükmünün bozulmasına karar
verilmelidir.
Yerel mahkeme direnme
hükmünün bozulması gerektiği yönünde oy kullanan Genel Kurul Üyesi G. Yalvaç;
" ... Bedelsiz
kalmış senedi kullanmak suçundan sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Özel
Dairece, 24.03.1989 tarih ve 1/2 sayılı İ.B.K. uyarınca sanığa yüklenen eylemin
1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında
tanıkla ispat olunamayacağı, gerekçesiyle bozulmuş, yerel mahkemece de, anılan
İ.B.K.'nın ceza hukukundaki serbest delil ilkesine aykırı olduğu, dayandığı
yasanın yürürlükten kalktığı hukuk usulündeki biçimsel gerçeğin ceza hukukunda
kabul edilemeyeceği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Yüksek Dairece, 765
sayılı TCK'nın 509. maddesinin uygulanması ile ilgili İ.B.K.'nın yeni yasa
döneminde de bağlayıcılığını sürdürdüğü kabul edilerek bozma yapılmıştır. Bu
nedenle öncelikle bu sorun çözümlenmeli ve bilahare varılan sonuca göre
dosyadaki deliller değerlendirilmeliydi, bu konu çözümlenmeden, dosyadaki diğer
delillerin değerlendirilmesi kanaatimizce mümkün değildir. Verilen kararın
somut olaya özgü olduğu ileri sürülebilir ise de, öncelikle ilkelerin
belirlenmesi ve daha sonra somut olayın değerlendirilmesi gerekmektedir.
İçtihadı Birleştirme
Kararı halen varlığını sürdürmekte midir?
Yüksek Kurul;
Özel Dairece bu suç
açısından kabul edilen bağlı delil ilkesini benimsemiş midir, yoksa CMK’daki
serbest delil sistemini mi kabul etmiştir?
Kurula katılan üyeler
tarafından, bu dosya açısından yukarıdaki her iki soruya da farklı cevaplar
verilmesini haklı kılan bir çok neden bulunmaktadır.
Şöyle ki; madem ki
Özel Daire bozması kabul edildi, o halde Ceza Genel Kurulu’nca da, yürürlükten
kalkmış yasa ile ilgili verilmiş olsa da, İ.B.K.'nın bağlayıcılığı kabul edildi
şeklinde düşünülebileceği gibi, dosyadaki tüm deliller sunulup, uyuşmazlıkla
ilgili oylama yapıldığına göre, Ceza Genel Kurulu’nca, bağlı delil ilkesinin
kabul edilmediği dolayısıyla yürürlükten kalkmış bulunan bir yasa hükmü ile
ilgili verilen İ.B.K.'nın bağlayıcılığını sürdürmediği de ileri sürülebilir.
Kişisel olarak 765
sayılı TCK'nın 509. maddesine dayalı olarak verilen İ.B.K., ilgili yasa hükmü
yürürlükten kalktığından artık bağlayıcılığını kaybetmiştir. Ne Ceza
Muhakemesinde ne de ilgili suç tanımında yasa koyucunun bu suçla ilgili olarak
ispat yöntemini belirleyen İ.B.K.’nın varlığını sürdürdüğü yönünde bir hüküm ve
yasa koyucunun iradesinin de bu yönde olduğuna ilişkin bir açıklama
bulunmamaktadır. Ceza muhakemesinde delil serbestisi bulunmakta olup, hukuka
uygun olmak kaydıyla her türlü delil hangi aşamada sunulmuş olursa olsun
değerlendirilebilir, dolayısıyla somut olayda da, dosyadaki mevcut delillerin
hükümlülüğe yetmediği kanaatiyle, direnme hükmünün isabetsiz olduğu, ancak,
yapılan oylamanın mevcut sorunu çözmeyip, aksine müphem bıraktığı..."
Şeklindeki değişik
gerekçe ile görüş bildirmiştir.
SONUÇ : Açıklanan
nedenlerle;
1- Turhal Sulh Ceza
Mahkemesinin 20.09.2011 gün ve 342-634 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline
gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 günü
yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.