Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahla katılma suçundan sanığın 2911
sayılı Kanunun 33/1, 5237 sayılı TCK'nun 32/2, 62/1, 50/1, 52/2 ve 52/4.
maddeleri uyarınca 2.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına
ilişkin, Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 14.02.2013 gün ve
130-26 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine
dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 01.07.2013 gün ve
7669-10139 sayı ile; "2911 sayılı Kanunun 33/1. maddesine uygun
olduğu kabul edilen eylemin mutat ve meşru bir 'düşünce ve kanaat
açıklama yöntemi' olduğu kabul edildiğinden, sanığa yüklenen suçun
tarihi ve işlenme yöntemi ile temel şekli itibariyle gerektirdiği
cezanın süresine göre, hüküm tarihinde yürürlükte olan 6352 sayılı
Kanunun Geçici 1. maddesi kapsamında düşünce ve kanaat açıklama
yöntemiyle işlendiği ve bu nedenle sanık hakkında açılan davaya ilişkin
kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi"
isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi ise 21.11.2013 gün ve 315-339 sayı ile;"01.06.2011
tarihinde düzenlenen yasadışı gösteriye katılma eyleminde, sanığın
elinde taşla gösteri alanında atmaya hazır olarak bulunduğu, düşünce ve
fikrini şiddeti anımsatacak ve başkasını yaralayıp bereleyecek şekilde
taş veya silahtan sayılan bir cisim olmaksızın ifade edebilecekken,
elinde taşla bulunmasının şiddet içermesi, şiddeti yüceltmesi,
özendirmesi ve övmesi niteliğinde olması nedeniyle, 6352 sayılı Yasanın
Geçici 1. maddesi kapsamında sair kanat ve düşünce açıklama yöntemi
olarak kabul edilmemiştir" şeklindeki gerekçeyle direnerek, ilk hükümde
olduğu gibi sanığın cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu hükmün de
sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının 14.02.2014 gün ve 18333 sayılı "onama" istekli
tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza
Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara
bağlanmıştır. Direnme hükmünün kapsamına göre inceleme, sanığın
01.06.2011 tarihinde işlemiş olduğu toplantı ve gösteri yürüyüşüne
silahla katılma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca
çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın toplantı ve gösteri yürüyüşüne
silahla katılma eylemlerinin 6352 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi
kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesine ilişkindir.İncelenen dosya muhtevasından;
Başbakan R.. T.. E..'ın Diyarbakır'ı ziyareti sırasında miting
düzenleyecek olması nedeniyle, silahlı terör örgütü amaçları
doğrultusunda faaliyet gösteren bir kısım internet sitelerinde
dükkanların kapatılması ve eylem yapılması çağrısında bulunulduğu, söz
konusu çağrı üzerine 01.06.2011 günü bir araya gelen ve içerisinde
sanığın da bulunduğu grubun, esnafı işyerlerinin kapatılması yönünde
zorladıkları, çöp konteynerlerini devirip lastik yakmak suretiyle yolu
yaya ve araç trafiğine kapadıkları, silahlı terör örgütü lehine slogan
attıkları, örgütü temsil eden afiş açtıkları, güvenlik görevlilerince
"eylemin kanunsuz olduğu belirtilerek dağılmaları, aksi halde müdahale
edileceği" şeklinde uyarı yapıldığı, ancak grubun dağılmadığı, sanığın
olay sırasında "Biji Serok Apo" şeklinde bağırarak, her iki eli ile
zafer işareti yaptığı ve güvenlik görevlilerine taş attığı,Anlaşılmaktadır.
Sanık aşamalarda; ağabeyinin evine giderken kendisini olayların
içerisinde bulduğunu ve gruptakilerin zorlaması ile taş attığını
savunmuştur. Türk Dil Kurumu Sözlüğünde toplantı; "birden çok
kimsenin belirli amaçlarla bir araya gelmesi, içtima," gösteri ise; "bir
istek veya karşı görüşün halkın ilgisini çekecek biçimde topluca ve
açıkça yapılması, nümayiş" şeklinde tanımlanmış, 2911 sayılı
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun "Tanımlar" başlıklı ikinci
maddesinde toplantının; "belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve
bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzel
kişiler tarafından bu kanun çerçevesinde düzenlenen açık ve kapalı yer
toplantılarını," gösteri yürüyüşünün de; "belirli konular üzerinde halkı
aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için
gerçek ve tüzel kişiler tarafından bu kanun çerçevesinde düzenlenen
yürüyüşü" ifade ettiği açıklanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" başlıklı 34.
maddesinde; "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir...", Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin "Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü"
başlıklı 11. maddesinde de; "Herkes, asayişi bozmayan toplantılar
yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla
birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir"
şeklinde düzenlemelere yer verilmiş,2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanununun 3. maddesinde ise; herkesin önceden izin
almaksızın, şiddet veya silah kullanmadan gösteri veya toplantı
düzenleyebileceği hüküm altına alınmıştır.Toplantı ve gösteri
yürüyüşleri, çoğulcu bir demokrasinin kurulması, farklı kültürel,
siyasi, dini, sanatsal ve benzeri fikirlerin oluşabilmesi ve bir arada
yaşayabilmelerinin içselleşmesi açısından önemlidir. Ancak, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 34. maddesine göre; "Toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı, ancak millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir", AİHS'nin
11. maddesinin ikinci fıkrasına göre de; "Bu hakların kullanılması,
demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal
güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç
işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir.
Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk
mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında
meşru sınırlamalar konmasına engel değildir" şeklinde sınırlama
öngörülmek suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırsız
olmadığı ortaya konulmuştur. Görüldüğü gibi gerek Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkının, ancak "demokratik bir toplumda gerekli
olma" kriteri gözetilmek şartıyla, kamu güvenliğinin korunması, kamu
düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ya da ahlakın
veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla
sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu
düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri
yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici
herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri tespit edilmelidir.Toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi tarafından; "Kendine özgü rolü ve özel uygulama alanı
bulunmakla birlikte, 11. maddede düzenlenen haklar, 10. maddenin
ışığında incelenmelidir. Sözleşme'nin 11. maddesinde yer alan toplanma
ve örgütlenme özgürlüklerinin hedeflerinden biri 10. maddede güvence
altına alınan kişisel görüşlerin korunmasıdır." (Ollinger/Avusturya,
29.06.2006, No: 76900/01), "Kamuya açık alanda düzenlenen gösteriler,
trafiği aksatmak gibi etkilerle günlük yaşam düzenini bir derece
bozabilir. Göstericiler şiddet içeren hareketlerde bulunmadıkları
sürece, resmi makamların, Sözleşmenin 11. maddesi kapsamında güvence
altına alınan toplantı hakkının özüne halel gelmemesi için, barışçıl
nitelikteki toplantılara belirli derecede hoşgörü göstermesi
gerekmektedir." (Disk-Kesk/Türkiye, 27.11.2012, No: 38676/081; Nurettin
Aldemir ve Diğerleri/Türkiye, 18.12.2007, No: 32124/02, 32126/02,
32129/02, 32132/02, 32133/02, 32137/02 ve 32138/02), "Toplantı özgürlüğü
ile bu özgürlük kapsamında düşüncelerini ifade etme hakkı, demokratik
bir toplumun temel değerlerini oluşturmaktadır. Demokrasinin özünde açık
bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer almaktadır. Şiddete
teşvik ve demokrasinin ilkelerini reddetme durumları dışında toplantı
ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli
radikal tedbirler -yetkililere göre kullanılan ifade ve bakış açıları
şaşırtıcı ve kabul edilemez görünebilir; ayrıca söz konusu gereklilikler
yasadışı da olabilir- demokrasiye zarar vermekte ve hatta sık sık
demokrasinin varlığını tehlikeye atmaktadır. Hukukun üstünlüğüne dayalı
demokratik bir toplumda, kurulu düzene itiraz eden ve barışçıl
yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirler; toplantı
özgürlüğü uygulanırken diğer yasal araçlarla da kendini ifade edebilme
imkânı sunmalıdır." (Gün ve Diğerleri/Türkiye, 18.06.2003, No: 8029/07),
"Önceden izin alınmamış olsa bile barışçıl bir şekilde yapılan
gösterilerde kolluğun bir miktar tolerans göstermesi gerekmektedir."
(Oya Ataman/Türkiye, 05.12.2006, No: 74552/01) şeklinde kararlar
verilmiştir. Öğretide de; "Sözleşmenin 11. maddesinde yer alan
toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin hedeflerinden birisi de, 10.
maddede güvence altına alınan kişisel görüşlerin korunmasıdır. Barışçıl
olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, ifade özgürlüğünün bir başka
görünümü olarak değerlendirilebilir ve bu çerçevede demokratik bir
toplum bakımından temel hak niteliğindedir. Kişiler, siyasi, sosyal,
kültürel ve benzeri nedenlerle toplanırlar ve gösteriler, yürüyüşler,
mitingler düzenleyerek görüşlerini toplu olarak ifade ederler. Toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasına sınırlama getirilirken
Sözleşmenin 11. maddesinin ikinci fıkrası dar yorumlanmalı ve
Sözleşmenin 10. maddesi altında geliştirilen içtihatlar ile birlikte
değerlendirilmelidir. Barışçıl olarak toplantı ve gösteri yürüyüşleri
hakkı, ifade özgürlüğü benzeri bir korumadan faydalanır." (Osman
Doğru-Atilla Nalbant, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi-Açıklama ve Önemli
Kararlar, 2. Cilt, Council of Europe, T.C. Yargıtay Başkanlığı, 1.
Bası, Ankara 2013, s. 430); "İfade özgürlüğü ve dolayısıyla toplantı ve
gösteri yürüyüşü yapma özgürlükleri belirli bir ölçüde abartmayı hatta
tahrik etmeyi de kapsar." (Ziya Çağa Tanyar, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihadında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2011 s. 599); "AİHS'nin 11.
maddesinde düzenlenen ilk hak barışçıl toplantı özgürlüğü hakkıdır.
Maddenin ilk cümlesine göre, 'herkesin çıkarlarını korumak amacıyla
barışçıl toplantı özgürlüğü hakkı vardır.' AİHM, maddede geçen 'toplantı
özgürlüğü' kavramını içtihatları ile 'gösteri özgürlüğü'nü de
kapsayacak şekilde geniş yorumlamaktadır. Bir toplantı veya gösteri
yürüyüşünün barışçıl olup olmadığının tespiti için hakkı kullanmak
isteyenlerin öncelikle niyetine bakmak gerekecektir. Hakkı kullanacak
kişi veya örgütün o ana kadarki tutum ve açıklamaları burada belirleyici
olmaktadır. Bir toplantı veya gösterinin barışçıl olup olmadığını
belirlemede bir başka ölçüt de, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının
kullanımı sırasındaki tutum ve davranışlardır." (Sibel İnceoğlu, İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Avrupa Konseyi, 1. Bası, 2013, s.
383); "Bireysel özgürlük olan düşünce özgürlüğü, çoğu kez kolektif
özgürlük olan toplantı ve gösteri özgürlüğü ile eşzamanlı olarak
kullanılır. Daha doğrusu demokratik sistemin bütünleyici birer parçasını
oluşturan toplantı ve gösteriler, çoğu zaman bir düşünce ve kanaatin
açıklanması ve yayılmasına hizmet ederler." (Ali İşgören, Türk Hukukunda
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2011, 2.
Bası, s. 62) şeklinde görüşlere yer verilmiştir. Uyuşmazlığın
esasını oluşturan ve 05.07.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla
İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun
"Dava ve cezaların ertelenmesi" başlıklı geçici 1. maddesinde; "1)
31.12.2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve
kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî
para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını
gerektiren bir suçtan dolayı; a) Soruşturma evresinde, 04.12.2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171'inci maddesindeki
şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine, b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,Karar verilir.
2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi
kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren
üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi
hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre
zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde,
bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde,
ertelenen soruşturma veya kovuşturmaya devam olunur. 3) Mahkûmiyet
hükmünün infazı ertelenen kişi hakkında bu mahkûmiyete bağlı olarak
herhangi bir hak yoksunluğu doğmaz. Ancak bu kişinin, erteleme kararının
verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren
yeni bir suç işlemesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle
cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen mahkûmiyet hükmüne bağlı
hukuki sonuçlar kişi üzerinde doğar ve ceza infaz olunur. 4) Bu
madde hükümlerine göre cezanın infazının ertelenmesi hâlinde erteleme
süresince ceza zamanaşımı durur, kamu davasının açılmasının veya
kovuşturmanın ertelenmesi hâlinde, erteleme süresince dava zamanaşımı ve
dava süreleri durur. 5) Birinci fıkra kapsamına giren suçlardan
dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmiş olması
hâlinde dahi, bu madde hükümleri uygulanır. 6) Birinci fıkra
kapsamına giren suçlardan dolayı verilmiş mahkûmiyet hükmünün infazının
tamamlanmış olması hâlinde bu mahkûmiyet hükmüne bağlı yasaklanmış
hakların 25.5.2005 tarihli ve 5352 sayılı Adlî Sicil Kanununun 13/A
maddesindeki şartlar aranmaksızın geri verilmesine karar verilir.
7) Bu madde hükümlerine göre verilen kamu davasının açılmasının,
kovuşturmanın veya cezanın infazının ertelenmesi kararları adlî sicilde
bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma
veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya
mahkeme tarafından istenmesi hâlinde, bu maddede belirtilen amaç için
kullanılabilir. 8) Bu madde hükümlerine göre kamu davasının
açılmasının, kovuşturmanın veya cezanın infazının ertelenmesi
kararlarının verildiği hâllerde, bu suçlar 26.9.2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun erteleme ve tekerrüre ilişkin hükümlerinin
uygulanmasında göz önünde bulundurulmaz" hükmü yer almaktadır. Madde
gerekçesinde de; "Temel hak ve hürriyetlerden kabul edilen ifade ve
basın özgürlüğü, çoğulcu demokrasilerde vazgeçilmez ve devredilemez bir
hak olarak kabul edilmektedir. İleri demokrasilerin 'olmazsa olmaz
şartı' olan ifade ve basın hürriyeti, birçok hak ve hürriyetin temeli,
kişisel ve toplumsal gelişmenin kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Bu
nedenle, ifade hürriyeti, birçok uluslararası belgeye konu olmuş,
Anayasamızda da ayrıntılı düzenlemelere tâbi tutulmuştur. Bu özgürlüğün
kullanım araçlarından biri de basın yahut sözlü veya görüntülü yayın
araçlarıdır. Bu araçların, amacına uygun olarak işlevlerini yerine
getirmeleri bakımından korunmaları demokratik toplumlarda asıl olup, bu
anlamda basın ve yayın özgürlüğü önündeki engeller kaldırılarak ve
güvenceler sağlanarak, haber ve düşünceyi özgür kılmak hedeflenmektedir.
Bu nedenle, basın yayın yoluyla işlenen suçlara ilişkin dava ve
cezaların infazının ertelenmesine ilişkin bazı düzenlemeler yapılması
toplumsal barışın sağlanması ve sürdürülmesi bakımından büyük bir önem
taşımaktadır" açıklamalarına yer verilmiştir.Görüldüğü üzere, 6352
sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinde yer alan düzenleme ile 31 Aralık
2011 tarihine kadar işlenen suçlar bakımından, soruşturma evresinde kamu
davasının açılmasının ertelenmesine, kovuşturma evresinde,
kovuşturmanın ertelenmesine ve kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün
infazının ertelenmesine karar verilebilmesi için suçun; 1- 31.12.2011 tarihine kadar işlenmiş olması, 2- Basın yayın yoluyla veya sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle gerçekleştirilmiş bulunması, 3- Adli para ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektirmesi,Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu tarafından, tıpkı 03.09.1999 gün ve 23809 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4454 sayılı Basın ve Yayın Yoluyla
İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanunda
olduğu gibi, bu düzenlemeyle kanunun kapsamına giren fiiller suç
olmaktan çıkarılmamış ve unsurlarında da bir değişiklik yapılmamıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında, hakkındaki kamu davasının açılmasının veya
kovuşturmanın ertelenmesine karar verilen kişinin kararın verildiği
tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkradaki kapsama giren yeni bir
suç işlememesi halinde kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı
verileceği, aksi durumda ise soruşturma ve kovuşturmaya devam olunacağı
hüküm altına alınmıştır. Basın yayın yoluyla işlenen suçların bahse
konu madde kapsamına girdiği hususunda bir tereddüt bulunmayıp,
uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözülebilmesi bakımından "sair düşünce
ve kanaat açıklama yöntemleri ile işlenmiş suçlar" ibaresi ve bu
ibaredeki "yöntem" sözcüğünden ne anlaşılması gerektiğinin açıklığa
kavuşturulması gerekmektedir. 6352 sayılı Kanunun Geçici 1.
maddesindeki düzenlemenin gerekçesi de göz önüne alındığında, "sair
düşünce ve kanaat açıklama yöntemleri" ibaresi geniş yorumlanarak,
sadece düşüncenin değil, kanaat ve değer yargılarını içeren
açıklamaların da korunduğu, maddenin uygulanma kapsamının suça göre
değil, suçun işlenme yöntemine göre belirlenmesi gerektiği kabul
edilmelidir. Buna göre, suç bir düşünce ve kanaat açıklama yöntemi ile
işlenmiş ise hangi suç olursa olsun, suç tarihi ve maddede öngörülen
cezanın tür ve süresi nazara alınarak madde kapsamında
değerlendirilecektir. Yöntemin, "bir amaca ulaşabilmek için izlenen
yol, usul ve metot" anlamına geldiği de gözetildiğinde, basın yayın
yoluyla işlenen suçlar dışında "sair düşünce ve kanaat açıklama
yöntemleriyle işlenen suçlar"ın anılan madde kapsamına girebilmesi için,
düşünce ve kanaatin açıklanma yönteminin; a- Hukuk düzeni karşısında meşru bulunması, yani yöntemin kendisinin bizzat suç teşkil etmemesi,
b- Toplum düzeni içerisinde konuşma, seminer, sempozyum, konferans,
resim, heykel gibi mutad bir ifade ve kanaat açıklama yöntemi olması, c- İfade ve kanaat açıklama hakkının özüne aykırı bulunmaması,Gerekmektedir.Bu
açıklamalardan sonra, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin, "sair düşünce
ve kanaat açıklama yöntemlerinden olup olmadığı" hususu üzerinde
durulmalıdır. 2911 sayılı Kanunda "toplantı" ve "gösteri" yürüyüşü
kavramlarının; "halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu oluşturmak suretiyle o
konuyu benimsetmek" olarak tanımlanması ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin Ollinger/Avusturya (29.09.2006, 76900/01) ve Barankevich/
Rusya (26.07.2007, 10519/03) kararlarında toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinin ifade özgürlüğü ile ilişkisinin açıkça vurgulanması
hususları gözetildiğinde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin bizzat
yöntem olarak, meşru ve mutad olduğu, düşünce ve kanaat açıklamanın
özüne uygun bulunduğu ve sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemlerinden
biri olduğu kabul edilmelidir.Bununla birlikte, aynı kanunda
düzenlenen ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında işlenen kolluğa
direnme, çekim yapan kolluk görevlilerini engelleme, yürüyüş sırasında
silah taşıma, toplantı ve yürüyüşü yapanları engelleme gibi eylemlerin,
"düşünce ve kanaat açıklama yöntemleri" ile işlenmediğinde şüphe yoktur.
Ancak toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında bu eylemlerin
gerçekleştirilmiş olması, toplantı ve gösteri yürüyüşünün, sair düşünce
ve kanaat açıklama yöntemi olduğu gerçeğini de değiştirmeyecektir.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından,
2911 sayılı Kanunun 32 ve 33. maddelerinin de değerlendirilmesinde fayda
bulunmaktadır.2911 sayılı Kanunun "Direnme" başlıklı 32. maddesinde;
"Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara
ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri
yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre
verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur. İhtara ve zor
kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit
kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26.9.2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun 265'inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı
da cezaya hükmolunur. 23'üncü maddede yazılı hallerden biri
gerçekleşmeden veya 24'üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı
aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde,
yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar,
dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de
vazgeçilebilir", "Toplantı ve yürüyüşe silahlı katılanlar" başlıklı 33. maddesinde de;
"Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine 23'üncü maddenin (b) bendinde
sayılan silah veya araçları taşıyarak katılanlar, altı aydan üç yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Silah veya aracın ateşli silah ya
da patlayıcı veya yakıcı madde olması durumunda, cezanın alt sınırı bir
yıldan az olamaz. Silah veya aracın bulundurulmasının suç oluşturması
halinde, ayrıca bu suçtan dolayı da ilgili hakkında kanun hükümlerine
göre cezaya hükmolunur. Toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna
aykırı olması halinde ve dağılmamak için direnildiği takdirde, ayrıca
32'nci madde hükümlerine göre cezaya hükmolunur" şeklindeki hükümlere
yer verilmiş, "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri"
başlıklı 23. maddesinin (b) bendinde ise; "Ateşli silahlar veya
patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa,
demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve
boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer
her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile
yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu
işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler
giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya
kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine
katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz,
resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar
söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak" şeklindeki düzenleme ile
silah veya araçların nelerden ibaret olduğu sayılmıştır. 2911
sayılı Kanunun 32/1. maddesinde toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan
fail, "dağılın ihtarına ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar
etmekte" ve kolluğa cebir ya da tehdit göstermeden pasif bir direniş
sergilemekte, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise ihtara ve zor
kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit
kullanılarak direnilmesi halinde 5237 sayılı TCK'nun 265. maddesine göre
cezaya hükmolunmaktadır. 2911 sayılı Kanunun 33/1. maddesinde fail,
toplantı ve gösteri yürüyüşüne, kanunun 23/b maddesinde sayılan silah
ve araçlarla katılmakta, maddenin birinci fıkrasının son cümlesine göre
bu silah ve aracın bulundurulması ya da kullanılmasının suç oluşturması
halinde ayrıca ilgili kanun hükümlerine göre cezalandırılması cihetine
gidilmektedir. Diğer bir anlatımla, taşıma veya kullanmaya bağlı olarak
şartları oluştuğunda fail ayrıca 5237 sayılı TCK'nun 170. maddesi
uyarınca genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması veya 174. maddesi
uyarınca tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el
değiştirilmesi ya da 6136 sayılı Kanuna muhalefet gibi suçlardan
cezalandırılmaktadır. Görüldüğü üzere, 2911 sayılı Kanunun asıl
olarak toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılmayı düzenleyen gerek 32/1
gerekse 33/1. maddelerinde, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmanın
yanında gerekleştirilen diğer fiillerin başka suçları oluşturması
halinde gerçek içtima kuralı uygulanarak cezalandırılması gerektiğinden,
sadece toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma kapsamında kalan
eylemlere ilişkin bölümün, düşünce ve kanaat açıklama yöntemi olduğu
kabul edilmelidir. Bu durumda, düşünce ve kanaat açıklama yöntemi kapsamında görülen 2911 sayılı Kanuna muhalefet hallerinin; a- 32. maddenin birinci fıkrasındaki dağılın ihtarına rağmen dağılmama,
b- 33. maddenin birinci fıkrasında belirtilen 23. maddenin (b) bendinde
sayılan silah ya da silahtan sayılan aletlerle katılma, c- 33.
maddenin birinci fıkrasında belirtilen 23. maddenin (b) bendinde sayılan
ve zaten düşünce ve kanaat açıklama yöntemlerinden olan afiş, pankart,
döviz, resim, sloganlarla katılma,Şeklinde sayılması mümkündür. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Başbakan'ın Diyarbakır'ı ziyaretini ve gerçekleştireceği açık hava
toplantısını protesto etmek için, çağrı üzerine bir araya gelen
kalabalığın içinde yer alan sanığın, silahlı terör örgütü lehinde slogan
attığı, görevlilerin "dağılın" yönündeki ikazlarına rağmen güvenlik
görevlilerine direnip taş attığı, yerel mahkemece incelemeye konu
olmayan terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme,
terör örgütünün propagandasını yapma ve görevi yaptırmamak için direnme
suçlarının yanında, incelemeye konu olan toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine silahla katılma suçundan da cezalandırılmasına karar
verildiği anlaşılmakta olup, toplantı ve gösteri yürüyüşünün düşünce ve
kanaat açıklama yöntemi olması nedeniyle sanığın 2911 sayılı Kanunun
33/1. maddesinde yaptırıma bağlanan fiilinin, Özel Dairece 6352 sayılı
Kanunun Geçici 1. maddesi kapsamında kabul edilmesinde herhangi bir
isabetsizlik bulunmamaktadır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
11.07.2014 gün ve 386-353 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, sanığın toplantı ve
gösteri yürüyüşüne silahla katılma şeklindeki eyleminin, 6352 sayılı
Kanunun Geçici 1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin
gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi O. K...;
"Somut olayda sanık yerel mahkemece 2911 sayılı Yasanın 33/1-2 cümlesi
uyarınca 2500 TL ağır para cezası ile cezalandırılmış, hüküm Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 01.07.2013 gün ve 7669-10139 sayılı kararı ile 6352
sayılı Yasanın geçici 1. maddesi uyarınca kovuşturmanın ertelenmesi
gerekçesi ile bozulmuş, Diyarbakır 8. Ağır Ceza mahkemesi de 21.11.2013
gün ve 315 - 339 sayılı kararıyla direnmiştir.6352 sayılı Yasanın
geçici 1. maddesi; '31.12.2011 tarihine kadar basın ve yayın yoluyla ya
da sair düşünce ve kanaat açıklanma yöntemleriyle işlenmiş olup, temel
şekli itibariyle adli para cezasına ya da üst sınır 5 yıldan fazla
olmayan hapis cezasını içeren bir suçtan dolayı; a) ... b)
Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine karar verilir'
şeklinde düzenlenmiş olup bu madde şiddet kullanarak taş atan, molotof
kokteylı atan ve bu sürede 5 yıllı geçmeyen diğer suçları kapsamaz.
Zira şiddeti içeren düşünce ve kanaat açıklama olmaz. Eğer kanunda
'sair' yerine 'her türlü' kelimesi kullanılsaydı diğer suçları da
kapsardı. Gösteri, toplantı, düşünce ve kanaat açıklama yöntemi meşru
olmalıdır. Gösteri sırasında atılan taşla üst sınırı 5 yılı geçmeyecek
şekilde m.fiil suçu işlense bu eylemde erteleme kapsamında mı
sayılacaktır.2911 sayılı Yasanın 33. maddesinde toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine 23. maddenin b bendinde sayılan silah veya araçları
taşıyarak katılanlar için müeyyide getirilmiş olup, 23/b bendinde de taş
silah, yüzü bezle kapatma da araç olarak sayılmış, sanık da yüzü peçeli
şekilde taş atarken yakalanmıştır. Kanun koyucu sanıklara bir
atıfette bulunmuş ise kanun koyucunun amacını genişletecek şekilde bir
yorum yapılamaz. Kanun koyucunun böyle bir amacı olsaydı 'sair' yerine
'her türlü' kelimesini kullanırdı. Hukukun temel ilkelerinden biri olan
'bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez'
ilkesi dikkate alındığında erteleme hükmü sanık için uygulanamaz.
Sanığın eylemi düşünce ve kanaat açıklama değil silahlı terör eylemedir.İzah
edilen nedenlerle daire kararı yerinde olmadığından direnme kararının
onanması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır. SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;
1- Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.11.2013 gün ve 315-339
sayılı direnme hükmünün, sanığın toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahla
katılma şeklindeki eyleminin 6352 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi
isabetsizliğinden BOZULMASINA, 2-Dosyanın, mahalline gönderilmek
üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 16.09.2014 tarihinde
yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.