Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 346 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 15850 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil,olmadığı taktirde tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davalı Özgür hakkındaki davanın tazminat isteği yönünden kabulüne; davalı Derya ve Arzu yönünden davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi,Tetkik Hakimi .... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkindir.Mahkemece, davalı Özgür hakkındaki davanın tazminat isteği yönünden kabulüne; davalı Derya ve Arzu hakkındaki davanın reddine; karar verilmiştir.Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden; çekişmeli 5085 parselde bulunan 11 nolu bağımsız bölüm davacıya ait iken davacının 02.04.2003 tarihli vekalet ile davalı Özgür'ü satışa da yetkili olmak üzere vekil tayin ettiği, vekil tarafından çekişmeli bağımsız bölümün eski eşi olan davalı Derya'ya 21.04.2003 tarihinde 5.000,00.-TL bedelle, Derya tarafından da diğer davalı Arzı'ya 16.06.2003 tarihinde 9.500,00.-TL bedelle tapuda satış suretiyle temlik edildiği,çekişmeli bağımsız bölümün keşfen saptanan gerçek değerinin 26.843,73.-TL olduğu anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 6098 sayılı TBK. nun 506. (818 sayılı BK. nun 390/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa, bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık Diğer taraftan hemen belirtmek gerekir ki; vekaletnamede satış yetkisinin bulunması yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirildiğinde vekilin özen borcunu gözardı etmesinin ve müvekkilini zararlandırmasının nedeni olamaz.Somut olaya gelince; her ne kadar davalı Özgür taşınmazı davacıdan 14.000,00 TL bedelle satın aldığını,tapu masraflarını karşılayamadığından davacının önerisi ile vekaletname aldığını savunmuş ise de bu savunmanın 6100 sayılı HMK'nın 200. maddesine göre yazılı delille kanıtlanabileceği ancak, savunmayı kanıtlar nitelikte yazılı delil bildirilmediği açıktır. Öte yandan, davalı Derya hakkında açılan ceza davasında "yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmişse de bu husus mutlak anlamda hukuk hakimini bağlamaz (6098 sayılı TBK'nın 74.mad). Davalılar Özgür ve eski eşi Derya'nın el ve işbirliği içerisinde hareket ederek ve vekalet görevi kötüye kullanılarak davacıyı zararlandırma kastı ile temlikin yapıldığı tüm dosya kapsamıyla sabittir.Nitekim, mahkemece bedele hükmedilmesine rağmen bu karar vekil Özgür tarafından temyiz edilmeyerek bu olgu kabul edilmiştir.Diğer davalı Arzı'nın durumuna gelince;Hemen belirtilmelidir ki;son kayıt maliki Arzı'ya karşı dava açılmış olması Arzı'nın kötü niyetli olduğu iddiasını da içermektedir.Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.Bu amaçla, Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nun 1023. maddesinde aynen " tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasına göre "bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima gözönünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötüniyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 karar sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.Somut olayda; ikinci el durumundaki kayıt maliki davalı Arzı'nın iyiniyet savunmasının sübutu halinde adı geçenin taşınmazı edinimine değer verileceği ve Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacağı kuşkusuzdur.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle kayıt maliki davalı Arzı'nın iyiniyetli olup olmadığı yönünde tarafların gösterdikleri ve gösterecekleri tüm delillerin eksiksiz taplanması özellikle davalı Arzı'nın satış bedelinin bir kısmını Ziraat bankası hesabından davalı Derya'nın eşi olarak tanıttığı kişinin hesabına yatırmak suretiyle ödediği savunması üzerinde durulması,davalı Arzı'nın diğer davalılarla ilişkisinin açıklığı kavuşturulması, çekişmeli taşınmazın akit tarihi itibariyle değeri ile satış bedeli arasındaki fark irdelenerek sonucuna göre öncelikle iptal tescil isteği bakımından bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacı vekilinin, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.