Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3312 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 2678 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : SARAYKÖY ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 17/06/2009NUMARASI : 2007/289-2009/175Taraflar arasındaki davadan dolayı Sarayköy Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 17.6.2009 gün ve 289-175 sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 29.12.2009 gün ve 12100-14005 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacı tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:Dava,inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.Mahkemece, iddianın yazılı delille kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden; davacı V.'nin, alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla ve ileride geri verilmesi koşuluyla çekişme konusu 113, 138, 248, 251 ve 771 parsel sayılı taşınmazlardaki miras payını 10.7.1998 tarihinde satış suretiyle davalı kardeşi E.'e temlik ettiğini, borçundan kurtulduğu halde davalının taşınmazlardaki payını iade etmediğini, aralarında yazılı bir sözleşmenin bulunmadığını, davalı ile sözlü olarak anlaştıklarını ileri sürerek eldeki davayı açtığı; anlaşılmaktadır.Davacı V.'nin eşi H.tarafından davalı E.aleyhine bonoya dayalı olarak yapılan Sarayköy İcra Müdürlüğünün 2003/650 esas sayılı icra takibine karşı, davalı (borçlu) Ekrem vekili tarafından 25.12.2003 tarihli dilekçe ile icra takibinin iptali istekli olarak İcra Tekik Merciinde dava açıldığı, 25.12.2003 tarihli dava dilekçesinde "davalı alacaklının(Havana'nın) davacı borçlunun (Ekrem'in) kardeşinin ( eldeki davanın davacısı Veli'nin) karısı olduğunu, davalının eşinin 1999 yılında maddi krize girdiğini, bu nedenle alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla 771, 248, 251, 113, 138 parsel sayılı taşınmazlardaki miras payını davacı E.'in üzerine devrettiğini, karşılığında teminat olarak E.'in kendisine takibe konu senedi verdiğini, takibe konu bononun teminat bonosu olduğunu, arada gerçek bir hukuki ilişkinin bulunmadığını" beyan etmiş, İcra Tetkik Merciince geçerli bir tarihi ifade etmeyen düzenleme tarihi içeren bononun geçerli bir bono olmadığı adi senet niteliğinde olduğu, böyle bir bonoya dayanılarak kambiyo senetlerine mahsus yolla takip yapılamayacağı gerekçesiyle icra takibinin iptaline karar verilmiş, derecattan geçerek kesinleşmiş olması üzerine H. tarafından sözü edilen senede dayalı olarak Sarayköy Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan alacak davasında, davaya karşı davalı E. vekili tarafından verilen 05.07.2005 tarihli cevap dilekçesinde de aynı hususun tekrar edildiği ve alacak davasının kabulle sonuçlanıp derecattan geçerek kesinleştiği görülmektedir. Bilindiği gibi; yargılama usulü bakımından ikrar, açıklayan tarafından hasmının karara bağlanmasını istediği hakkın veya hukuki durumun meydana gelmesine esas olan ve hasmınca ileri sürülen maddi olayların tümünün veya bir bölümünün doğru olduğunun bildirilmiş olması demektir (YHGK 9.11.1955 gün E:4-79 K:78; YHGK 25.6.1975 gün E:4/681 K:879).İkrarın ispat kuvveti, yapıldığı yere göre belirlenir. Bu cümleden olarak, ikrarın yapıldığı yere göre bir ayırıma tabi tutulması, kanundan doğan bir zorunluluk olup; ikrarın mahkeme içinde veya mahkeme dışında yapılmasına farklı hüküm ve sonuçlar bağlanmıştır. Mahkeme içi ikrarın, taraflardan ya da onların yetkili temsilcilerinden sadır olması ve ikrarın yargılama içinde, mahkemeye karşı yapılması gerekir. Mahkeme içi ikrar, mahkeme önünde sözlü olarak yapılabileceği gibi; bir dilekçe veya layiha (dava evrakı) ile de vakıa ikrar edilebilir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 236/1. maddesinde “dava evrakı” olarak belirtilen belgeler, tarafların dilekçe ve layiha gibi, davayı hakim önüne götüren ve dava ilişkisi nedeniyle birbirlerine usulen tebliğ ettirdikleri belgelerdir. Mahkeme içi ikrar, bir kesin delildir.Önemle vurgulanmalıdır ki; bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup, kesin delil teşkil eder (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı baskı, İstanbul 2001, C:2, s:2045).Bu genel açıklamalardan sonra, inanç sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptal ve tescil istemiyle açılan davalarda iddianın ispat şeklinin açıklanması gerekmektedir. Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözümlenmiştir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, "kötü niyetli ve haksız gizlemeler" dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunmayacağı, zira Borçlar Kanununun "müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarım ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur" hükmünün bu düşünceyi doğruladığı öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde. meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur. O halde, 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir.Somut olayda; davalı E.vekili tarafından yukarıda sözü edilen icra takibinin iptaline ilişkin dava dilekçesinde ve alacak davasına karşı verilen cevap dilekçesinde, çekişme konusu taşınmazlardaki miras payının davacı V.tarafından alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla, arada geçerli bir hukuki ilişki bulunmaksızın davalı E.üzerine devredildiği beyan edilmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 236/1. maddesi hükmü uyarınca dava evrakında yapılan ikrar geçerlidir ve ikrar eden aleyhine, başka bir davada da kesin delil teşkil eder.Açıklanan maddi ve hukuki olgular birlikte değerlendirildiğinde; davalı E. vekilinin imzalı dava dilekçesindeki ve cevap dilekçesindeki beyanının, HUMK nun 236/1. maddesinde öngörülen mahkeme içi ikrar niteliğinde olup, görülmekte olan davada davalı aleyhine kesin delil teşkil ettiği ve 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında öngörülen yazılı belge mahiyetinde bulunduğu, her türlü kuşku ve duraksamadan uzaktır. Nitekim; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.5.1992 gün ve E:1992/14-249 K:1992/323 sayılı kararında da aynı görüş benimsenmiştir. Hal böyle olunca; iddianın kanıtlandığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Değinilen hususlar, bu kez yapılan incelemeyle anlaşıldığından davacının karar düzeltme isteğinin HUMK'nun 440.maddesi gereğince kabulüne, Dairenin 29.12.2009 tarih ve 2009/12100 esas, 2009/14005 karar sayılı onamı ilamının ortadan kaldırılmasına, yerel mahkemenin 17.06.2009 tarih ve 2007/289 esas, 2009/175 karar sayılı hükmünün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.