Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3261 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 12700 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : MUĞLA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 17/07/2009NUMARASI : 2009/335-2009/478Taraflar arasında görülen davada; Davacı, 61 parsel sayılı taşınmazın maliki iken 16.07.1991 tarihinde alınan borç para karşılığında teminat olarak davalı H. İ.’e satıldığını ve satış tarihi ile aynı tarihi taşıyan 16.07.1991 tarihli anlaşma ile taşınmazın 29.11.1991 tarihinde kendisine satılacağının kararlaştırıldığını, bu tarihte borcun ödenmemesi nedeniyle icra takibi yapıldığını ve tekrar 03.11.1992 tarihli sözleşmenin düzenlendiğini, bu borcun ödendiğini ve 2001 yılında yeniden borç alınarak tekrar yeni protokol yapıldığını borcun tamamının ödenmesine rağmen taşınmazın davalı H. İ.tarafından davalı A.’a muvazaalı olarak devredildiğini, aynı nedene dayalı olarak açılan davada 16.07.1991 tarihli belgenin kayıp olması nedeniyle 03.11.1992 tarihli belgeye dayanıldığını ve bu davanın reddedilerek kesinleştiğini, bu davanın farklı belgeye dayanılarak açıldığı için derdestlik ve kesin hüküm itirazında bulunulamayacağını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteminde bulunmuştur.Davalı, derdestlik ve kesin hüküm itirazında bulunarak davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 23.3.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat ... ve Avukat .. geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi.... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, inançlı işlemden kaynaklanan tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece kesin hükmün varlığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır.Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar.Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edilmiştir.Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur.Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir.Bu itibarla, tarafları,mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237.maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde tutulur.Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.Somut olaya gelince; daha önce tarafları ve konusu aynı olan görülen davada, davacı tarafından 03.11.1992 tarihli belgeye dayanılarak inançlı işlem hukuksal nedeniyle tapu iptal ve tescil isteğinde bulunulmuş ve anılan belgenin 05.02.1947 tarih 20/65 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında öngörülen belge niteliğini taşımadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve yasal yollardan geçerek tesis edilen hüküm kesinleşmiştir.Oysa, eldeki davada taraf ve konu birliği bulunmakla beraber bu defa 16.07.1991 tarihli belgeye dayanılmış olmakla her iki davada sebep birliğinin aynı olduğu söylenemez. Anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde HUMK’nun 237. maddesinde öngörülen kesin hükmün varlığından bahsetmek olanaksızdır.Hal böyle olunca, eldeki davada ileri sürülen belge de Mahkemece irdelenip değerlendirilerek yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararında belirtilen bir belge niteliğinde olup olmadığı duraksamaya yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Öyle ise, davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.