Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, davacı 575 ada 22 parsel sayılı taşınmazdaki payının temlikinde davalı tarafca hata ve hileye düşürüldüğünü, temlikin gabin ile illetli bulunduğunu, böylece satıştaki iradesinin ifsat edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Bilindiği üzere; Sözleşmenin gabin nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki nisbetsizliğin, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek,istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Dar ve zor durumda kalmaları nedeniyle, sözleşme yapmağa, mallarını çok düşük bedel ile devretmeye sürüklenmiş kişileri korumak zayıfı güçlüye ezdirmemek için hukukumuzda da düzenlemeler yapılmış Borçlar Kanunun 21. maddesi ile aynen"bir akitte ivazlar arasında açık bir nisbetsizlik bulunduğu takdirde eğer gabin mutazarrırın muzayaka halinde bulunmasından veya hiffetinden yahut tecrübesizliğinden istifade suretiyle vukua getirilmiş ise mutazarrır bir sene zarfında akti feshettiğini beyan ederek verdiği şeyi geri alabilir" hükmü getirilmiştir. O halde, gabin den söz edilebilmesi, objektif unsur olan edimler arasındaki aşırı nisbetsizlik yanında bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik(hafiflik ) hallerinin bulunması, diğer yanın ise yararlanmak, sömürmek kastını taşıması biçiminde iki subjektif unsurun dahi gerçekleşmesine bağlıdır. Gabinin varlığı zarar görene (sömürülene),sözleşme tarihinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek iptal davası açıp iddiasını her türlü delille kanıtlama ve verdiğini geri isteme hakkı verir. Hemen belirtmek gerekirki gabin davasında öncelikle edimler arasındaki, aşırı oransızlık üzerinde durulmalı, objektif unsur isbatlandığı takdirde mutazarrırın kişiligi, yaşı, sağlık durumu, toplumdaki yeri, ekonomik gücü pisikolojik yapısı gibi maddi, manevi yönler yani subjektif unsur derinliğine araştırılıp incelenmelidir. Somut olayda; her ne kadar değerler arasında fark bulunmakta ise de, bu husus gabinin objektif unsurunu teşkil etmekte olup, gabinin varlığının kabul edilebilmesi için objektif unsurun yanında gerçekleşmesi gereken müzayakaya düşme, tecrübesizlik ve hiffetsizlik unsurlarından bir veya bir kaçı ile birleşmesi zorunludur. Davacı, temlike konu edilen çekişme konusu ettiği payı müstakil bir işlemle gerçekleştirmemiş, diğer paydaş olan D... ve A... ile aynı akitle birlikte temlik etmiştir. Esasen mali olarak varlıklı olan davacının akit yapmakta tecrübesizliğinden, müzayaka halinden ve hiffetsizliğinden bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır. Öyle ise, anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde Borçlar Kanununun 21. maddesinde öngörülen gabin koşullarının gerçekleşmediği sabittir. Öte yandan, davacı hileye maruz bırakıldığını kendisinin taşınmazı temlik etmemesi halinde davalının kamulaştırma yetkisini kullanarak taşınmazı cüz'i bir bedelle elde edebileceğini belirterek temlikin sağlandığını iddia etmiştir. Bilindiği üzere; hile,genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya,özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak,veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur.B.K'nun 28/l maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz.Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Öte yandan,hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir.Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluylada kullanılabilir. Somut olayda; davalının gerçekten de haiz olduğukamulaştırma yetkisini kullanarak taşınmazı düşük bedelle elde edebileceği şeklindeki davacının varsa bir iddiası buna karşı 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasından kaynaklanan haklarını kullanarak taşınmazı gerçek değeri üzerinden elinden çıkartması olanaklıdır. Bir kimsenin yasada öngörülen mevcut hakkını dile getirmiş olmasının hile ve baskı unsuru olarak değerlendirilmesine olanak yoktur. Öyle ise, yukarıda değinilen kurallar gözetildiğinde davacının hileye maruz bırakıldığı da kabul edilemez. Ayrıca, davacı taşınmazın hataya düşürülerek temlikin sağlandığnı ileri sürmüştür. Hemen belirtilmelidir ki,sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamıyacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekirki, Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmiyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi,girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hemde iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının isbatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf,isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri istiyebilir. Yeterki hatanın ileri sürülmesi B.K.nun 25.ve M.K.nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekirki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Nevarki, B.K.nun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmiyer veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müsbet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille isbat edilebilir. Oysa somut olayda; dinlenilen tanıklar özellikle davacı ile birlikte payını temlik eden paydaş ve aynı zamanda davacının yeğeni olduğu anlaşılan Dilcen davacının halası olduğunu ve paylarını birlikte sattıklarını, satmadan önce halasının taşınmazın değeri bakımından emlakçıları dolaşarak fiyat konusunda bilgi edindiğini ve ondan sonra temliki birlikte gerçekleştirdiklerini beyan etmiştir.Anılan bu olgular yine yukarıda değinilen kurallar çerçevesinde değerlendirildiğinde davacının pay temlik etmesinin hata ile illetli bulunduğu da söylenemeyeceği gibi satış sırasında iradesinin ifsat edildiği de düşünülemez. Bu nedenlerle davacının tüm temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine. Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek davanın kabul edilmiş olması doğru değildir. Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden davalı vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının karşı taraftan alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.