Taraflar
arasındaki "maddi tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; Bandırma 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair
verilen 17.12.2009 gün ve 2008/252 E. 2009/308 K. sayılı kararın
incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.
Hukuk Dairesi'nin 9.5.2011 gün ve 2010/5839 E. 2011/5322 K. sayılı ilamı
ile; (… Davacı, davalı
noter tarafından yapılan araç satış işleminde özenli inceleme
yapılmaması sebebiyle uğradığı zararın ödetilmesini istemiştir. Davalı ise, satış
sırasında sunulan belgelerin sahteliğini anlamanın olanaksız olduğunu,
yasal düzenlemeler gereğince yapması gereken incelemeyi yaptığını,
davacının da aracın çalınması ve sahte belgelerle satılması eylemine
katıldığını, başlatılan hazırlık soruşturması sırasında onun da şüpheli
olarak sorgulandığını, davacı ile üçüncü kişinin ağır kusurlu eyleminin
nedensellik bağını kestiğini ileri sürerek, istemin reddedilmesi
gerektiğini savunmuştur. Yerel
mahkemece, satış işlemi sırasında davalı notere sunulan belgelerin
aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığını araştırmadan, davalı noter ve
davacı hakkında davaya konu olay sebebiyle başlatılan hazırlık
soruşturması sonucu da beklenmeden, istem kabul edilmiş; karar, davalı
tarafından temyiz olunmuştur. Dosyadaki bilgi ve
belgelerden, davada iddia edilen eylemle ilgili olarak başlatılan
hazırlık soruşturması sırasında davalı ile davacının şüpheli olarak
sorgulandıkları, araç hırsızlığı, dolandırıcılık ve noter katibinin
görevi ihmal suçunu işlediği iddiaları ile başlatılan hazırlık
soruşturmasının devam ettiği anlaşılmaktadır. Hazırlık soruşturması
sonucunda davacı, davalı ve diğer kişiler hakkında ceza davası
açılabileceği ortadadır. Borçlar Yasası'nın 53. maddesi gereğince hukuk
yargıcı, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değil ise de ceza
mahkemesince belirlenecek maddi olgular ile bağlıdır. Dava konusu olayın
özelliği sebebiyle hazırlık soruşturmasının sonucu araştırılmalı, ceza
davası açılmış ise sonucu beklenmeli ve ondan sonra tüm kanıtlar
birlikte değerlendirilerek varılacak sonuca uygun bir karar
verilmelidir. Yerel
mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, eksik inceleme ve yerinde
olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması, usul ve yasaya
uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...), Gerekçesiyle
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama
sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. H.G.K.'nca
incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan
ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü: KARAR : Dava, noterin kusursuz sorumluluğu hukuksal nedenine dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının
dava dışı üçüncü kişi adına kayıtlı aracı noter satış sözleşmesi ile
satın aldığını, adına tescil işlemleri için Trafik Tescil Amirliğine
gittiğinde sahte kimlik ile satış yapıldığını öğrendiğini, satış
yapılırken davalı noterin gerekli dikkat ve özeni göstermemesi ve
kimliği incelememesi sebebiyle satış işleminin gerçekleştiği ve
davacının zarara uğradığını, bu konuda Savcılığa şikayette
bulunduklarını belirterek, zararın faizi ile tahsilini istemiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, davacı
ile satıcının birbirine çok yakın kişiler olup, noteri aldatmak amaçlı
hareketlerle öğle arasına yakın saatte araç satışı için başvurduklarını,
davacının noterlere karşı sahte belge ve evrak işi yapan diğer bazı
yakınları ile işbirliği içinde hareket ettiğini, bu kişilerin
yargılanmakta olduklarını, noterde mevcut resimlerden alıcı ve satıcı
kılığındaki kişilerin yakınlığının açıkça görüleceğini, bu kişiler
hakkında devam eden ceza davasının sonucunun bekletici mesele yapılması
gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel Mahkemece, sahte
kimlikle satış yapan kişilerin gerçek kimliğinin tespit edilememesi
sebebiyle hazırlık soruşturmasının tıkanması, mevcut deliller uyarınca
davacının bu kişilerle işbirliği içinde olmadığının anlaşılması
sebebiyle hazırlık soruşturmasının sonucunun beklenmediği ve davalı
noterin satış işlemi sırasında gerekli özeni göstermediği gerekçesiyle,
davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar davalı vekilinin temyizi üzerine,
Özel Daire tarafından yukarda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Yerel
Mahkeme tarafından önceki gerekçe genişletilmek ve hazırlık
soruşturmasının halen devam ettiği belirtilmek suretiyle direnme kararı
verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık,
noterlerin kusursuz sorumluluğuna dayalı maddi tazminat istemine dair
davada, tarafların şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığı hazırlık
soruşturmasının sonucunun beklenmesi gerekip gerekmediği noktasında
toplanmaktadır. Bilindiği üzere, 1512 Sayılı Noterlik Kanunu'nun 162. maddesinde noterlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir. Buna göre: "Stajyer,
katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile noterler, bir
işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar
görmüş olanlara karşı sorumludurlar. Noter, 1.
fıkra gereğince ödediği miktar için, işin yapılmaması, hatalı yahut
eksik yapılmasına sebep olan stajyer veya noterlik personeline rücu
edebilir." Görüldüğü üzere, anılan maddede kusurdan söz
edilmemiş, dolayısıyla noterlerin bu göreve dair kişisel sorumlulukları,
kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır. 1512
Sayılı Kanunun 162. maddesi uyarınca noterlerin sorumluluğu için noterin
veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin görevleriyle ilgili bir
eylemleri olmalı; bir zarar bulunmalı; zarar doğuran eylem hukuka aykırı
olmalı ve zararla eylem arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır.
Anılan madde noterin kusursuz sorumluluğunu düzenlemekte ise de,
kusursuzluğun ispatı yerine zarar ile uygun nedensellik bağının
kesildiğinin kanıtlanması durumunda sorumluluğun ortadan kalkacağı
açıktır. Doktrinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta
da zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep
halleri gibi illiyet bağını kesen bir durumun varlığının kanıtlanması
halinde sorumluluktan kurtulunabilecektir (Tekinay S., Borçlar Hukuku
Genel Hükümler, Cilt 1, 1985 İst., Sayfa 764 vd; Kartal B., Noterlerin
Hukuki Sorumluluğu ve Kusursuz Sorumluluk, Yargıtay Dergisi, Cilt 24,
Sayı 3, Sayfa 340 vd). Uygun illiyet bağı ile belirtilmek istenen
noterin veya çalıştırdığı kişilerin yaptığı noterlik işlemlerinden
dolayı zarar doğmuş olmasıdır. Noterin sorumluluktan kurtulması için
zararla eylem arasındaki illiyet bağının kesildiğini kanıtlaması
gerekir. Bu da ancak mücbir sebebin varlığı veya üçüncü kişinin ağır
kusuru veyahutta zarar görenin ağır kusurunun bulunması ile mümkün
olacaktır, Yasa koyucu Noterlik Kanunu'nun 162. maddesiyle genel
nitelikteki kusursuz sorumluluk ilkeleri dışında özel bir kurtuluş
kanıtı getirmemiştir (Kartal B, a.g.e., s. 349 vd). Öte
yandan uyuşmazlığın çözümünde ceza mahkemesi kararlarının hukuk
davasına etkisi, eş deyişle, ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk
mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında da yarar
bulunmaktadır. Bilindiği üzere, ceza mahkemesi
kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda (Mülga)
818 Sayılı B.K.'nun 53. maddesinde düzenlenmiştir. B.K.'nun 53. maddesine göre, "Hakim,
kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz
bulunup bulunmadığına karar vermek için Ceza Hukukunun sorumluluğa dair
hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, Ceza Mahkemesinde verilen beraat
kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka Ceza Mahkemesi'nin kararı,
kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi Hukuk
Hakimini takyit etmez." Öte yandan, 818 Sayılı B.K.'nu yürürlükten
kaldıran ve 01 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk
B.K.'nun "Ceza hukuku ile ilişkisinde" başlıklı 74. maddesi de aynı
hususu düzenlemektedir. 6098 Sayılı Kanunun 74. maddesine göre, "Hakim,
zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup
bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili
hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hakimi tarafından verilen beraat
kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hakiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine dair kararı da, hukuk hakimini bağlamaz." Görüldüğü
üzere gerek 818 Sayılı Kanunun 53, gerekse 6098 Sayılı Kanunun 74.
maddeleri uyarınca hukuk hakimi ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları
karşısında esas hukuku bakımından ilke olarak bağımsız kılınmıştır. Bu
ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımı,
aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının da, kişi
ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi, özellikle tazmin
koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır. Maddenin açık hükmü
uyarınca ve ayrıca hukuk ile ceza davalarının konuları, tarafları ve
amaçları farklı olduğundan ceza mahkemesi kararları kural olarak hukuk
mahkemesi için kesin hüküm oluşturmaz; hukuk hakimi kural olarak ceza
mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. B.K.nun
53. maddesiyle Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk arasındaki ilişkiye yer
verilmiştir. Madde irdelenirken Ceza Mahkemesi'nin "delil yetersizliğine
dayanan beraat kararının" hukuk hakimini bağlamayacağı ancak beraat
kararı bir maddi olguyu tesbit ediyorsa bu kararın hukuk hakimini
bağlayacağı, beraat kararı suçun sanıklar tarafından işlenmediğinin
kesin olarak tesbiti olgusuna dayanıyorsa, bu kararın hukuk hakimini de
bağlayacağı, bundan başka kusurun takdiri ve zararın miktarını tayini
hususundaki kararın hukuk hakimini bağlamayacağı hüküm altına alınmıştır
(Turgut Uygur-B.K. 1 cilt Sh.844). Bu durumda, ceza mahkemesi
kararının kusurun varlığı ve zarar miktarının belirlenmesi konusunda
hukuk hakimini bağlamayacağı kuşkusuzdur (H.G.K. 10.12.1975 T. E.11-406
K, 25.11.1983 T. E.4-261, K.1220). Ceza mahkemesince verilen, beraat
kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme
yeterliliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı
konusunda duraksama bulunmamaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, hukuk
hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse
Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi
olaylarla ve özellikle "fiilin hukuka aykırılığı" konusu ile hukuk
hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. B.K.nun
53. maddesinin uygulanmasında ceza hakiminin, suçun sanık tarafından
işlenmediğinin tespit olunması ya da suçun sübut bulmamış olması
sebebiyle beraat kararı vermesi ile, sanığın kendisine yüklenen suçu
işlediği yolunda kesin delil bulunmaması sebebiyle beraat kararı vermesi
farklı sonuçlar doğurur. Ayrıca, kusurun ve zarar
miktarının takdiri hususundaki kararın, diğer söyleyişle fiilin
işlendiği sabit olduğu halde kusurluluğa ya da kusursuzluğa dair
saptamanın tek başına hukuk hakimini bağlayacağını kabule olanak
bulunmamaktadır. Bilindiği üzere, hukuk usulü bir şekil hukukudur.
Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer
delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi,
2. tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı
gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli
kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği
arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi
bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya
çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını tespit
eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Borçlar Yasasının
53. maddesi bir engel oluşturmaz (HGK'nun 16.9.1981 gün 1979/1-131 E. ve
1981/587 K. sayılı ilamı, M. Çemberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm,
1965, s.22 vd.). H.G.K.'nun 17.6.1998
gün 1998/19-523 E., 1998/508 K. sayılı; 6.2.2002 gün 2002/19-16 E.
2002/47 K. sayılı ve 1.5.2002 gün 2002/10-345 E., 2002/342 K. sayılı
kararlarında da; "hukuk
davasına konu olay sebebiyle açılan ceza davasında, ceza mahkemesince
saptanan maddi olguların hukuk hakimini bağlayacağı" hususuna işaret
olunmuştur. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere
Yargıtay'ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi
olgunun tespitine dair ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Bu
sebeple ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu
konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde
yeniden tartışılması olanaklı değildir. Diğer bir anlatımla, maddi
olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar
yönünden kesin delil niteliğini taşır. Bunun nedeni, ceza
yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hakiminin, hukuk
hakiminden çok daha elverişli bir konumda olmasıdır. Diğer yönüyle
ispat hukuku açısından da bakıldığında da; mülga 1086 Sayılı H.U.M.K.
237, 295 maddeleri ışığında beraat kararı konusu olduğu vakıanın mevcut
olup olmadığını delillerle kesin biçimde tespit etmediği takdirde hukuk
mahkemesindeki tazminat davasında bu ceza kararının kesin hüküm ya da
kesin delil olarak kabul edilemeyeceği de bir gerçektir. Nitekim
aynı ilkeler kararlı biçimde Yargıtay H.G.K.'nun 10.12.1975 gün ve 11
E., 406 K.; 25.11.1983 gün ve 4-261 E, 1220 K.; 17.6.1998 gün ve
1998/19-523 E.-508 K.; 28.11.2001 gün ve 2001/11-1103 E., 1084 K.;
21.11.2001 gün ve 2001/4-955 E., 1073 K.; 6.2.2002 gün ve 2002/19-16 E.,
2002/47 K.; 1.5.2002 gün ve 2002/10-345 E., 2002/342 K.; 25.2.2004 gün
ve 2004/11-115 E., 2004/108 K. ile 12.5.2004 gün ve 2004/4-290 E. 289 K.
sayılı ilamlarında da açıklıkla kabul edilip, vurgulanmıştır. Özellikle
tarafların iddia ve savunmalarını ispat için, ceza mahkemesinde
görülmekte olan bir ceza davasına dayanmış olmaları ve ceza kararının
hukuk mahkemesini bağlaması ihtimali mevcut ise; hukuk mahkemesinin,
ceza davasının sonuçlanmasını bekletici sorun yapması gerektiğinde
duraksama bulunmamaktadır. Yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut uyuşmazlığın incelenmesinde,
davanın dayanağını teşkil eden ve tarafların ayrı ayrı suç duyurusuna
da konu ettiği sahte belge düzenlenmesi ve dolandırıcılık suçlarından
dolayı devam etmekte olan hazırlık soruşturması sonucunda takipsizlik
kararı verilmesi veya ceza davası açılması halinde ceza yargılamasında
verilecek karar, eylemin kimin tarafından gerçekleştirildiğine veya
davacı tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine dair yapılacak
saptama yönünden hukuk yargılamasına da etkili olacaktır. Açıklandığı
şekilde, hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesi kararıyla bağlı
olmamakla birlikte eylemin taraflarca veya tarafların katılımı ile
gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespiti halinde, bu saptama
hukuk hakimini bağlayacak niteliktedir. Zira, eylemin suç teşkil
etmemesi ceza hukukunu ilgilendirmekte iken aynı eylemin taraflarca
gerçekleştirilmediğine dair tespit ise hem ceza hem de hukuk hakimini
bağlayacaktır. Eş söyleyişle, hukuk hakimi, ceza mahkemesince
saptanan eylemin sanıkça gerçekleştirilmediği yönündeki maddi olgu ile
bağlı olacağından Yerel Mahkemece hazırlık soruşturmasının tıkandığı ve
davalı noterin kusursuz sorumluluğu bulunduğu gerekçelerine dayalı
olarak direnme kararı verilmesi isabetsizdir. O halde,
mahkemece, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki
tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere
göre, H.G.K.'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak
gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı
vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire
bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.
maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici
Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı H.U.M.K.'nun 429. maddesi
gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcın yatırana
iadesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden
itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.03.2013
tarihinde oybirliğiyle karar verildi.