DAVA :Taraflar
arasındaki "velayetin değiştirilmesi" davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; Mudanya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce (Aile Mahkemesi
Sıfatıyla) asıl davanın kabulüne, birleşen davanın kısmen kabulüne dair verilen
19.04.2011 gün ve 2009/400 E., 2011/150 K. sayılı kararın incelenmesi
davalı-birleşen dava davacısı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay
2. Hukuk Dairesi'nin 03.04.2012 gün ve 2011/12869 E., 2012/8117 K. sayılı ilamı
ile;
1-) Taraflar
19.03.2009 tarihinde Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesine dayalı olarak
anlaşmalı boşanmışlar, anlaşma uyarınca 21.08.2003 doğumlu H.M.'in velayeti
davalı anneye bırakılmış, davacı baba 03.11.2009 tarihinde velayetin kendisine
verilmesi için bu davayı açmıştır. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden;
boşanma kararının kesinleştiği tarihten bu davanın açılmasına kadar geçen
sürede, küçük H.M.'in velayetinin davalı annesinden kaldırılmasına (TMK.md.348)
veya değiştirilmesine (TMK.md.349) yönelik davalı-davacı annenin bir kusurunun
kanıtlanmadığı anlaşılmaktadır. Davanın reddi gerekirken dosya kapsamına uygun
bulunmayan bilirkişi raporuna itibar edilerek yazılı şekilde velayetin
kaldırılmasına karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2-) Velayetin babaya
verilmesine ilişkin kararın kesinleşmesine kadar velayet annededir. Dava tarihi
ile velayetin babaya verilmesine ilişkin kararın kesinleşeceği tarih arasında
geçen süre için çocuk yararına nafaka taktir edilmesi gerekirken, yazılı
şekilde karar tarihi olan 19.04.2011 tarihine kadar geçerli olacak şekilde
nafaka takdiri bozmayı gerektirmiştir...),
Gerekçesiyle
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda,
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel
Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.
KARAR : Asıl dava;
velayetin değiştirilmesi, birleşen dava ise; iştirak nafakası istemine
ilişkindir.
Davacı baba vekili
dava dilekçesinde özetle; tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına ilişkin
dava sonucunda müşterek çocuklarının velayetinin davalı anneye verildiğini,
ancak annenin yaşadığı evde düzensiz bir hayat olduğu, müşterek çocuklarının
gece geç saatlerde parkta yalnız bırakıldığı gibi baba ile kişisel ilişki
kurulmasına engel olunduğu ve okul günlerinde zeytinliğe çalışmaya
götürüldüğünü belirterek, müşterek çocuklarının velayetinin davacı babaya
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-birleşen dava
davacısı anne vekili cevap ve birleşen dava dilekçesinde özetle; okul notları
ve dosyası incelendiğinde, anne yanında kalmasının çocuğun eğitimine olumsuz
bir etkisi olmadığının görüleceğini, çocuğun okula devamsızlık günlerine
ilişkin doktor raporu bulunduğunu, oyun salonuna sadece bir gün annesinin
gözetiminde gittiğini belirterek, velayetin değiştirilmesi davasının reddi ile
birleşen davasında; ilkokul birinci sınıf öğrencisi olan müşterek çocuk için
dava tarihinden itibaren her ay 500 TL iştirak nafakasına hükmedilmesini talep
etmiştir.
Yerel mahkemece; asıl
davanın kabulü ile velayetin davacı babaya verilmesine, annenin birleşen
iştirak nafakası davasının kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı-birleşen
dava davacısı anne vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda
açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece; "annenin velayet görevini
gereği gibi yerine getiremediği, savsadığı, küçüğü koruma ve yetiştirme
görevini ihmal ettiği, baba yanına verilmesi halinde bakımı ve
yetiştirilmesinin menfaatine olduğu, babanın ekonomik koşullarının daha iyi
olduğu, küçüğe eğitim, sağlık ve benzeri imkanlarını babanın daha iyi
sağlayabileceği" gerekçesiyle, bozma ilamının velayete ilişkin (1)
numaralı bendine direnilmiştir.
Direnme kararı,
davalı-birleşen dava davacısı kadın vekili tarafından velayete ilişkin hüküm
yönünden temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, velayet
kendisinde olan annenin velayet hakkını, velayetin kaldırılması veya
değiştirilmesini gerektirecek derecede kötüye kullandığının kanıtlanıp
kanıtlanmadığı, noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 339-347. maddeleri uyarınca velayet,
çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.
Velayet, aynı zamanda
ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin
hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.
Ana ve babanın
çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocuklara bakmak,
onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini
gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile çocuğu istenilen ölçüde
dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir
insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.
Ayrılık ve boşanma
durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır.
Buna göre, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve
geleceğini güvence altına almaktır.
Velayet, kamu
düzenine ilişkin olup, bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade
çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.
Belirtilmelidir ki,
velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve
babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz.
Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu'nun 15.04.1992 gün ve 1992/2-140 E. 1992/248 K sayılı kararında da
belirtildiği üzere, boşanma ile düzenlenen velayetin değiştirilebilmesi için
velayet kendisine verilen tarafın ya da velayete konu çocuğun durumunda boşanma
hükmünden sonra esaslı değişikliklerin olması şart olup, ayrıca esaslı
değişikliğin önemli ve sürekli olması da gerekmektedir.
Velayetin anne ya da
babaya verilmesi, daha çok çocuğu ilgilendiren, onun menfaatine ilişkin bir
husus olduğuna göre, gerek yukarıda açıklanan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi'nin 12. ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa
Sözleşmesi'nin 3. ve 6.maddelerinde yer alan hükümler, gerekse velayete ilişkin
yasal düzenlemeler karşısında, velayeti düzenlenen çocuğun, idrak çağında
olması halinde, kendisini yakından ilgilendiren bu konuda ona danışılması ve
görüşünün alınması gerekir.
Gerçekten, Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 12. maddesi:
"Taraf
Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren
her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı
ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle
tanırlar. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada
çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla
dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa,
özellikle sağlanacaktır." hükmünü içermektedir.
Diğer taraftan, Çocuk
Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nin:
Çocuğun usule ilişkin
haklarından, davalarda bilgilendirilme ve dava sırasında görüşünü ifade etme
hakkının düzenlendiği 3.maddesinde:
"…Yeterli idrake
sahip olduğu iç hukuk tarafından kabul edilen bir çocuğun, bir adli merci
önündeki, kendisini ilgilendiren davalarda, yararlanmayı bizzat da talep
edebileceği aşağıda sayılan haklar verilir:
A-) İlgili tüm
bilgileri almak;
B-) Kendisine
danışılmak ve kendi görüşünü ifade etmek;
C-) Görüşlerinin
uygulanmasının olası sonuçlarından ve her tür kararın olası sonuçlarından
bilgilendirilmek.";
Adli mercilerin
rolünden, karar sürecinin düzenlendiği 6. maddenin (B) ve (C) bentlerinde ise:
B-)…Çocuğun iç hukuk
tarafından yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği
durumlarda,…çocuğun yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde, gerekirse
kendine veya diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla, çocuk için elverişli durumlarda
ve onun kavrayışına uygun bir tarzda çocuğa danışmalıdır, çocuğun görüşünü
ifade etmesine müsaade etmelidir.
C-) Çocuğun ifade
ettiği görüşe gereken önemi vermelidir." hükümleri yer almaktadır.
Yeri gelmişken
belirtilmelidir ki, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını
korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, çocuğun fiziksel ve
ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay,
tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek
sonuca varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun
yararı göz önünde tutulmalıdır.
Bu kapsamda, çocuğun
cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte
bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık
durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel
durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır.
Velayetin
belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate
alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal
etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın
velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik
durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı,
dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.
Mahkemece, açıklanan
özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alıştığı ortamın değiştirilmemesine,
kardeşlerin ayrılmamasına özen gösterilmeli, velayetin verileceği taraf yanında
kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olup olmayacağı
yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olmadığı veya hemen meydana gelecek
tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği ve maddi durumun iyiliğinin tek
başına velayetin değiştirilmesini gerektirmeyeceği hususu da mutlaka
değerlendirilmelidir.
Nitekim açıklanan
ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 13.10.2010 gün ve 2010/2-501 E.
2010/492 K.; 23.11.2011 gün ve 2011/2-547 E. 2011/695 K.; 16.03.2012 gün ve
2011/2-884 E. 2012/197 K. ile 06.03.2013 gün ve 2012/2-794 E. 2013/310 K.
sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Somut olayda,
velayeti anneye verilen erkek çocuk, 2003 doğumludur. Davacı tanıkları davalı
annenin kusurlu davranışı konusunda somut bir beyanda bulunmadıkları gibi,
davacı baba tarafından davalı annenin müşterek çocuğu gece geç saatlerde tek
başına bıraktığı iddia edilmiş ise de, annenin yetişkin yaştaki erkek
kardeşinin gözetimine güvenerek, çocuğunu dayısına emanet ettiği
anlaşıldığından, bu konuda davalı anneye izafe edilebilecek bir kusur
bulunmamaktadır. Öte yandan, davalı annenin çocuğu zeytin toplamaya götürdüğüne
ilişkin iddia konusunda hiçbir tanığın görgüye dayalı bilgisi bulunmadığından,
bu iddianın da yöntemince kanıtlandığından bahsetmek mümkün değildir. Kaldı ki,
anneye izafe edilen her iki olay da münferit olup, süreklilik arzetmemesi
nedeniyle velayetin değiştirilmesini gerektirecek ağırlıkta olduğu kabul
edilemez.
Belirtilmelidir ki,
davalı annenin daha genç yaşta ve lise mezunu olması nedeniyle, yaşı ve eğitim
durumu dikkate alındığında çocuk ile daha rahat ilgilenebileceği açıktır.
Yapılan açıklamaların
ışığında, boşanma kararının kesinleştiği tarihten bu davanın açılmasına kadar
geçen sürede, küçük H.M.'nin velayetinin davalı annesinden kaldırılması
(TMK.md.348) veya değiştirilmesine (TMK.md.349) neden olacak şekilde davalı
annenin kusuru veya velayet görevini savsakladığı kanıtlanamamıştır.
O halde, aynı
hususlara işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma
kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya
aykırıdır.
Bu nedenle direnme
kararı bozulmalıdır.
SONUÇ :
Davalı-birleşen dava davacısı Safiye İlgün vekilinin temyiz itirazlarının
kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen
nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta
olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince
bozulmasına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren onbeş gün
içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.01.2014 gününde oybirliği ile
karar verildi
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
Alt İşveren-Üst işveren-Rücu ve birlikte sorumluluk ilkeleri-sorumluluk dönemi-çalışma süresi
Taraflar arasındaki “rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.12.2011 gün ve 2010/532E., 2011/483 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesini
Takibin itirazla durması halinde yatırılan peşin harcın talep halinde alacaklıya iade edileceği
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde
temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle
ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği
görüşülüp düşünüldü :492 Sayılı Harçlar Kanunu’nun 29/3. maddesi hükmüne göre “ilama da
Ödeme emrinde alacaklının adresinin yanlış yazılması
İtirazYukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :İİK.nun 58/1.maddesine göre takip talebinde alacaklının ve varsa k
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?