Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2951 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 5372 - Esas Yıl 2015





MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTaraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:Davacı vekili dava dilekçesinde; 26.8.2007 tarihinde şirketin müdürlük hizmet sahasındaki tesislerinde, davalı şirkete ait 154 KV iletim hattı telinin koparak önce orta gerilim hattının üzerine oradan trafoya, oradan da telefon hatlarının üzerine düşmesi sonucu şirkete ait tesisata zarar verildiğini ve müvekkili şirketin bu hasar nedeni ile 6.492,79 YTL zarara uğradığını belirterek, bu miktarın olay tarihi olan 26.8.2007 tarihinden itibaren Merkez Bankası avans faizi ile tahsilini istemiştir.Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece; davanın kabulüne ilişkin verilen 09.06.2009 tarihli hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 7.HD'nin, 02.03.2010 tarih ve 20097689-2010/1061 sayılı kararı ile; (...Dava haksız fiilden kaynaklanan maddi tazminat alacağının tahsili istemine ilişkindir.1-İddia ve savunmaya, duruşma tutanaklarına yansıyan bilgi ve belgelere, bu yolla saptanan dava niteliğine ve özellikle iddia ve savunmanın kıymetlendirilmesi yönünden bilgilerine başvurulan ve hükme dayanak yapılan uzman bilirkişi raporunun niteliği, içeriği ve dosya kapsamında toplanıp değerlendirilen delillere, delillerin takdir, tahlil ve tartışımına ilişkin hükümde gösterilen gerekçelere göre davalı tarafın yerinde görülmeyen ve aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının REDDİNE,2-Davalı tarafın hükmedilen tazminat miktarına yönelik temyiz itirazlarına gelince, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve soruşturma hüküm vermeye yeterli değildir.Hukukumuzda gerçek zarar ilkesi geçerlidir. Zarar gören ancak haksız fiil nedeniyle uğradığı gerçek zararını haksız fiil sorumlularından isteyebilir. Zarar görenin zararı giderebilmek için kendi çalıştırdığı işçilerine ve araç sürücülerine ödediği ücretler ile araç yakıt giderleri genel idare giderleri olup, haksız fiil meydana gelmese dahi ödenmesi gereken giderlerdir. Bunların zarar ile ilgisi bulunmamaktadır. Özel olarak adam tutulup çalıştırıldığı kanıtlanmadıkça haksız fiil meydana gelmeseydi dahi yapılacak bu nitelikteki giderler zarar kapsamına dâhil edilemez.Somut olaya gelince, dosya içeriğinden tazmini istenilen bedelin bir bölümünün davacının kendi çalıştırdığı işçilere ve araç sürücülerine ödediği ücretler ile araçların yakıt giderlerine, bir başka deyişle genel idare giderlerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece bilgisine başvurulan bilirkişi raporunda az yukarıda açıklanan hukuksal olgular göz ardı edilerek, diğer zarar kalemleriyle birlikte işçilik ve vasıta gideri zarar kalemlerinin de piyasa rayiç bedellerine uygun olduğu yönünde görüş bildirilmiş, mahkemece de benimsenen bu rapor doğrultusunda karar verilmiştir. Davacı kurumun onarım giderleri belgelerinde belirtilen miktarlar doğru kabul edilerek eksik araştırma ve soruşturma ile hüküm verilemez.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak, hasarın giderilmesi için özel olarak işçi tutup çalıştırma veya harcama yapma söz konusu ise bunların kanıtlanması için davacı tarafın delilleri sorulup saptanmalı, bu konudaki gösterilecek deliller toplanmalı, özel olarak işçi tutup çalıştırıldığının ve harcama yapıldığının kanıtlanması halinde gerekirse bu yönden de zararın hesaplanması için yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınmalı, davacı tarafın isteyebileceği gerçek zarar miktarı duraksamasız belirlendikten sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm verilmelidir.Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davalı tarafın temyiz itirazları bu nedenlerle yerindedir...) gerekçesiyle bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Bunun üzerine, mahkemece direnme kararı sonucu verilen hüküm, HGK'nun 01.06.2011 tarih ve 2011/7-352 esas, 2011/370 karar sayılı kararı ile;"...Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu olayda zararın tayinine yönelik soruşturma ve araştırmanın hükme yeterli olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır.Öncelikle belirtilmelidir ki, eldeki davada sorumluluğun kaynağını haksız fiil oluşturmaktadır.818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41 ve devamı maddelerinde “Haksız Muamelelerden Doğan Borçlar” Üst Başlığı altında haksız fiile ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.Anılan Kanunun “Mesuliyet Şeraiti” başlıklı 41.maddesi;“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”Hükmünü amir olup;“Zararın Tayini” Başlıklı 42.maddesinde ise;“Zararı ispat etmek müddeiye düşer, zararın hakiki miktarını ispat etmek mümkün olmadığı takdirde hakim, halin mutat cereyanını ve mutazarrır olan tarafın yaptığı tedbirleri nazara alarak onu adalete tevfikan tayin eder.”Düzenlemesine yer verilmiştir.“Tazminat Miktarının Tayini” başlıklı 43.maddesinde de;“Hakim, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şümulünün derecesini tayin eyler../..-3-Zarar ve ziyan irad şeklinde tayin olunduğu takdirde borçludan icabeden teminat alınır.” hükmü yer almaktadır.Görüldüğü üzere, gerek kasten gerek ihmal ve acemilik ya da tedbirsizlik ile, gerekse de bilerek ahlaka aykırı bir fiil ile haksız bir şekilde diğer kimseye bir zarar veren eden kişi, o zararın tazminine mecburdur.Bu zararı ispat etmek iddia edene düşürse de gerçek zararın miktarının ispat edilemediği durumda hakim bu zararı, halin olağan gelişimini ve zarar gören tarafın yaptığı tedbirleri gözeterek, belirler.Zararı böylece belirleyen hakim, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın şeklini ve kapsamını tayin ve tespit eder. Hal ve mevkiin icabından amaç ise, somut olayın niteliğidir.Kaynağına, sebebine, zarar veren ile zarar gören arasındaki hukuki ilişkiye ve her somut olayda farklı şekillerde gündeme gelebilecek benzeri ölçütlere göre, zararın niteliği, kapsamı ve miktarı, her olayın kendine özgü yapısı içerisinde, değişen bir özellik gösterecektir.Maddi tazminat ise, bir kimsenin mamelekinde iradesi dışında meydana gelen eksilmenin, eş söyleyişle maddi zararın giderilmesi için sorumlu olan şahıs tarafından yerine getirilmesi gereken edadır.Diğer bir tanımla da tazminat, borçlu tarafından yapılan ve alacaklı mamelekindeki eksilmeyi telafi eden bir edadır.Tazminat hukukunun bir ilkesi olarak, sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin malvarlığında oluşan eksilmeyi gidermek durumundadır.O halde, kişinin malvarlığında veya manevi varlığında ortaya çıkan eksilme olarak tanımlanan “zarar”ın oluşması, ona neden olanın tazminat yükümlülüğünü doğurur.Yükümlü olunan bu tazminat miktarının belirlenmesinde yukarıda açıklanan ilke ve yöntemler uygulanacaktır.Zararın ispatı esasen davacıya düşmekte ise de, hakim gerçek zararın miktarının ispat edilip edilemediğini gözeterek, ispat edilememişse bu zararı kendisi yasada belirtilen koşullarla tespit edecek; ardından da bu zararın giderilebilmesi için tazminat miktarını yine kanunda aranan usul ve esaslar çerçevesinde belirleyecektir.Açıktır ki, hükmedilecek tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz. Zarar miktarı tazminatın azami sınırını teşkil eder (Turgut Uyar, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 bası, s.549).Bir başka ifadeyle, tazminat miktarı hiçbir zaman gerçek zararı aşmamalıdır.Kısaca, tazminat miktarının belirlenmesinde, zarar görenin gerçek zararının esas alınması zorunlu olup; burada ilke, zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında gerçekten ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcu da, o miktarda olmalıdır.Nitekim, bu ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 18.12.2010 gün ve 2010/7-530 E. 2010/636 K. sayılı kararında da vurgulanmıştır.Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde;Yerel Mahkemece, 17.03.2009 tarihli bilirkişi raporu hükme esas alınmıştır../..-4-Ne var ki, bu raporda zarar görenin haksız eylem nedeniyle yaptığı gerçek masraflar, dolayısıyla gerçek zarar tespit edilmemiş; davacı Kurumun onarım giderleri belgelerinde yer alan miktarlar doğru kabul edilerek, görüş bildirilmiştir.Soyut ve salt davacı belgelerine dayanan, hangi yöntemle zararın tayin edildiğine ilişkin açıklama içermeyen ve bu haliyle denetime elverişli olmayan anılan rapor gerçek zararın varlığını ve miktarını tespit edecek nitelikte de değildir.Mahkemenin anılan eksikleri gözetmeden, bu rapora dayalı hüküm oluşturması yerinde değildir.O halde, davacının gerçek zararının tam ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek bir açıklıkta saptanabilmesi için mahkemece yapılacak iş; tarafların iddia ve savunmaları ile ibraz ettikleri deliller dikkate alınarak, tarafların sıfatına bakılmaksızın, zararın niteliği, kapsamı ve miktarının, zarar görenin haksız eylem nedeniyle yaptığı gerçek masrafların belirlenmesine yönelik; dayanakları gösterilmiş ve tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir bilirkişi raporu almak olmalıdır.Yerel Mahkemece yukarıda açıklandığı şekilde bilirkişi raporu alınıp sonucuna göre karar vermek gerekirken, zarar kapsamının belirlenmesinde gerçek zarar ilkesine uygun olmayan hesaba dayalı bilirkişi raporu esas alınarak karar verilmiş olması doğru görülmemiştir" gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.Hukuk Genel Kurulu'nun bozma ilamına uyulması ile yapılan yargılama sonucu mahkemece; davanın kısmen kabulü ile 2.391,83 TL'nin 26/08/2007 olay tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.Yukarıda açıklandığı şekilde, mahkemece, davanın kabulüne yönelik olarak verilen ilk hükmün temyizi üzerine 7. H.D. tarafından verilen bozma ilamında, zarar kapsamında yer alan işçilik ve vasıta giderleri yönünden dava konusu hasarın giderilmesi için davacı tarafça özel işçi tutup çalıştırma veya harcama yapılıp yapılmadığı hususu tespit edildikten sonra zarar miktarının belirlenmesi gerektiği belirtilmiş olmasına karşın, mahkemece uyulmasına karar verilen HGK'nun bozma ilamında ise, 7. H.D.'nin gerekçesinden farklı olarak, özellikle işçi ve vasıta giderlerine yönelik belirleme yapmaksızın, soyut ve salt davacı belgelerine dayanan, hangi yöntem ile zararın tayin edildiğine dair açıklama içermeyen ve bu haliyle denetime elverişli olmayan bilirkişi raporunun gerçek zararın varlığını tespit edecek nitelikte olmadığı belirtilmek sureti ile davacının gerçek zararının tarafların sıfatına bakılmaksızın tam ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek bir açıklıkta saptanabilmesi için, usulüne uygun, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli bir bilirkişi raporu alınması gerektiğinden bahisle kararın bozulduğu anlaşılmaktadır.Bozma ilamı sonrasında düzenlenen ve mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise, yine salt davacı tarafın dosyaya sunduğu belgelere dayanarak ve fakat bu kez davacının belirlediği işçilik ve vasıta giderlerinin, tüm gider kapsamından düşülmek sureti ile hesaplama yapıldığı, bu yönüyle alınan bilirkişi raporunun HGK'nun bozma ilamına uygun olarak düzenlenmediği ve hükme esas alınabilecek nitelikte olmadığı açıktır.Buna göre mahkemece, HGK'nun bozma ilamına uyulmasına karar verildiği halde, bu karar gereğince işlem yapılmadığı ve bozma ilamının gereklerinin tam olarak yerine getirilmediği, aksine HGK kararı sonrası yapılan yargılamanın 7. H.D.'nin bozma ilamı doğrultusunda yapıldığı anlaşılmaktadır.O halde mahkemece yapılacak iş, uyulmasına karar verilen HGK bozma ilamı doğrultusunda, yeniden bilirkişi incelemesi yapılarak, davacının gerçek zararının tam ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek bir açıklıkta saptanabilmesi için, tarafların iddia ve savunmaları ile ibraz ettikleri deliller dikkate alınarak, tarafların sıfatına bakılmaksızın, zararın niteliği, kapsamı ve miktarının, zarar görenin haksız eylem nedeniyle yaptığı gerçek masrafların belirlenmesine yönelik; dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir bilirkişi raporu almak olmalıdır.Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 01.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.