Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2896 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 1242 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : ZİLE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 05/06/2009NUMARASI : 2007/127-2009/254Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu çekişmeli taşınmazların davalı oğlu tarafından tehdit edilerek, zorla tapuda davalıya temlikinin sağlandığını, iradesinin tehditle sakatlandığını ileri sürerek 95, 896 ve 1017 parsel sayılı taşınmazların iptal ve tescilini istemiş, yargılama sırasında davacının hukuki ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle, vasi tayin edilmiştir.Davalı, babasının her türlü işini hallettiğini bu nedenle bedelsiz olarak taşınmazların kendisine bağışlandığını, davacının iradesi doğrultusunda işlemlerin yapıldığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacı F.'ın temlik tarihinde hukuki ehliyetinin bulunmadığının belirlendiği ve satış iradesi de olmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik ve ikrah hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 95, 896 ve 1017 parsel sayılı taşınmazların davacı tarafından 13.4.2007 tarihli akitle davalıya satış suretiyle temlik edildiği eldeki davanın davacı F.'a vesayeten vasi M. B. tarafından açıldığı anlaşılmaktadır.Mahkemece, kısıtlı F.'ın temlik tarihinde hukuki ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmişse de, ehliyetsizlik iddiası kamu düzeni ile ilgili olup, re'sen ve öncelikle incelenmesi gerekeceği gibi bu iddianın Adli Tıp Kurumu'ndan, 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16.maddeleri gereğince alınacak rapora göre belirlenmesi gerekirken, devlet hastanesinden alınan raporla yetinilerek, hüküm kurulduğu görülmektedir.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 tarih ve 1990/1-152 - 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, ancak hukuki ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeni ile ilgili olup, öncelikle incelenmesi gerekeceği gözetilerek hükme yeterli bir araştırma yapılması, hukuki ehliyete haiz olduğunun belirlenmesi halinde davada ileri sürülen diğer iddiaların araştırılarak taraf delillerinin toplanıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.