Normal
0
21
false
false
false
TR
X-NONE
X-NONE
/* Style Definitions */
table.MsoNormalxTable
{mso-style-name:"Normal Tablo";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin:0cm;
mso-para-margin-bottom:.0001pt;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:14px;font-sizex:11.0pt;
font-familyx:"Calibri","sans-serif";
mso-ascii-font-familyx:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-familyx:"Times New Roman";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-familyx:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-familyx:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;}
Davacılar, tüp bebek yöntemi ile davalı Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi
Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi'ne başvurduklarını, bir çeşit tüp bebek
yöntemi olan mikroenjeksiyon yöntemi ile hamile kalmasının sağlandığını, küçük
E.'nin anne karnındaki gelişiminin izlenmesi amacı ile düzenli kontrollerinin
ve işlemlerinin yapıldığını, anne karnında 6. ayına gelindiğinde davalı Dr. A.
N. tarafından E.'nin renkli ve detaylı ultrasonunun çekildiğini ve nihayetinde
04.10.1999 tarihinde davalı Dr. C. A. tarafından E. K.'nin sezeryan ile
doğumunun gerçekleştiğini, E.'nin doğumunu müteakip ilk muayenesi ve takip eden
diğer muayenelerinin değişik periyotlarda davalı Dr. J. Ö.'nin özel
muayenehanesinde 12 ay boyunca düzenli olarak yapıldığını, E.'nin henüz 3 aylık
iken göz bebeklerinin gözünün içerisinde döndüğünü fark ettiklerini, bu
şikayetlerini davalı doktor J. Ö.'ye söylediklerini, davalı doktorun bu durumun
oldukça normal kabul edilerek çocuk göz kaslarının ancak 1 yaşında
düzelebileceğini ve bir problem bulunmadığını açıkladığını, E.'nin henüz 6
aylık iken otururken bir tarafa yıkıldığının ve daha sonraki zamanlarda da hala
emekleyememesinin aynı doktora anlatıldığında, bunun sebebinin E.'nin toplu bir
bebek olmasına bağlandığını, E. 12 aylık olduğunda, aşısı için davalı hastaneye
gidildiğinde, E.'nin bir takım şikayetleri olduğunu, kendilerini başka bir
doktora yönlendirilmelerini istediklerini ve dava dışı Dr. S. Ç.'ya
gönderildiklerini, bu doktorun teşhisine göre E.'nin beyninde su torbacıkları
bulunduğundan E.'nin göremediğinin, bunun tedavisinin de mümkün olmadığının
bildirildiğini, teşhis üzerine 13.10.2000 tarihinde İstanbul Üniversitesi Çapa
Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları ve Çocuk Nörolojisi Bölümü'nde Prof. Dr.
Selçuk Apak'a gidildiğini ve E.'nin nörolojik muayenesine başlandığını ve
E.'nin motor merkezinin düzgün çalışmadığının, hareket sisteminde bir bozukluk
olabileceğinin saptandığını ve "spastik diparezi" ön tanısının
konulduğunu, tüm bu araştırma ve muayene sonucunda E.'nin anne karnında 6. aya
tekabül eden haftalarda gelişimini tamamlarken iki beyinciği birbirine bağlayan
görme sinirlerinin de üzerinden geçtiği, algılamayı sağlayan "korpus
kallozum" şeklinde tanımlanan köprünün yarım kaldığı sonucuna
ulaşıldığını, hayati olan bu problemin anne karnında özellikle 6. ayında
çekilen renkli ultrasonun davalı doktor A. N. tarafından incelenmesinde
görülecek bir problem olduğunu, beyne giden tüm damarların bu ultrasonda
gözüktüğünü ve bu şekilde tüm problemlerin teşhis ve tanısının mümkün
olabildiğini, gerekli özenin gerek doğum öncesinde gerekse doğum sırasında ve
gerekse doğum sonrasında hem tanı, hem teşhis ve hem de tedavide
gösterilmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile,
küçük E. K. için 150.000,00 TL manevi ve 1.000,00 TL maddi, anne Sevinç K. için
75.000,00 TL manevi ve 1.000,00TL maddi, baba Türker K. için 75.000,00 TL
manevi ve 1.000,00 TL maddi tazminat olmak üzere toplam 303.000,00 TL
tazminatın 04.10.1999 tarihinden itibaren işlemeye başlayacak en yüksek banka
mevduat faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini
istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından
temyiz edilmiştir.
1-) Davacılar, davalıların gerekli özenin gerek doğum öncesinde gerekse
doğum sırasında ve gerekse doğum sonrasında hem tanı, hem teşhis ve hem de
tedavide gösterilmediğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemi ile
eldeki davayı açmıştır. Dava bu hali ile doktor ve özel hastanenin
sorumluluğuna ilişkin olup, bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan
nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hâkimin doğrudan
görevidir. (1086 sayılı HUMK. 76. md.; 6100 sayılı HMK. 33. md.). Dava, davalı
doktorun vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna
dayanmaktadır (B.K. 386, 390 md). Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde
edilmemesinden değil de, bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle
görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna
ilişkin kurallara bağlıdır (B.K. 390/II). Vekil, işçi gibi özenle davranmak
zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur (B.K. 321/1 md). O nedenle
doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafif de olsa) sorumluluğun
unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktorlar, hastalarının zarar görmemesi için
yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek
dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor, tıbbi çalışmalarda bulunurken,
bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp
biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü tedbirlerini alarak
yapmak zorundadır. Doktor, ufak bir tereddüt gösteren durumlarda, bu tereddütü
ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirler almakla
yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken, hastanın ve
hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onu risk altına sokacak tutum ve
davranışlardan kaçınmalı ve en emin yolu tercih etmelidir (Bkz. Tandoğan,
Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, Cild, Ank.1982, Sh.236 vd). Gerçekten de
mesleki bir işgören doktor olan vekilden, ona güvenen müvekkil titiz bir
ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz bir özen göstermeyen
vekil, B.K. 394/1 uyarınca vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Yine 4.4.1997 tarihinde imzalanan ve 9.12.2003 tarih ve 25311 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanıp yürürlüğe giren Avrupa Biyotıp Sözleşmesinde iç hukukumuzun
bir parçası haline gelmiş olup, sözleşmenin amaç başlıklı 1. maddesi bu
sözleşmenin tarafları tüm insanların hayatını ve kimliğini koruyacak ve
biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayırım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve
diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına almakla
yükümlüdürler, yine 4. maddesinde ise, "araştırma dahil, sağlık alanında
herhangi bir müdahalenin ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun
olarak yapılması gerekir." düzenlemesi mevcuttur. Avrupa Biyotıp
Sözleşmesi yazılı olan veya yazılı olmayan meslek kurallarına uygun müdahaleyi
güvence altına almaktadır. Ayrıca uygulamanın tedavi ya da yaşam kalitesinin
yükseltilmesi amacına yönelmesi zorunlu olduğu belirtilmektir. Burada
kastedilenin tıbbi standartlar olduğu konusunda bir duraksama bulunmamalıdır.
Somut olayda, mahkemece, Yüksek Sağlık Şurasından alınan raporda özetle
"....intrauterin klinik olarak asemptomatik olarak gelişen bu vakalarda
kesin tanı koymanın mümkün olmadığı, en üst düzey cihazlarda bile bu tür
anomalilerin tespit edilememesinin muhtemel olduğu, korpus kallozumun arka
bölümündeki harabiyetin gebelik sırasında mı, yoksa daha sonra mı olduğu doğum
ve doğum sonrasında bir sorun yaşanıp yaşanmadığının bilinmediği, bebeğin takip
ve muayenelerini yapan Dr. Y. J. Ö.'nin özensizliği bulunmakla birlikte, bu
tanı erken dönemde tespit edilse bile yapılabilecek bir şey olmadığı ve sonuç
değiştiremeyeceği, dolayısıyla Dr. Y. J. Ö.'nin özensiz davranışı ile sonuç
arasında illiyet bağı bulunmadığına, diğer sanıklara da atfedilecek bir kusur
olmadığına şuramızca oybirliğiyle karar verildi.