Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; İzmir 1.İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen
03.10.2011 gün 2011/474 E., 2011/434 K. sayılı kararın incelenmesi davalı
vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin
14.02.2013 gün 2011/14696 E., 2013/2482 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, davacının yetim aylığı almaya hak kazandığının tespiti ile Kurum
tarafından boşandığı eşiyle boşanmaya rağmen birlikte yaşadığı gerekçesi ile
kesilmiş bulunan aylığın yeniden bağlanmasına ve ödenmeyen aylıklarının
faizleriyle birlikte ödenmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, 5510 sayılı Yasa'nın 56/son maddesindeki düzenlemenin davacı
hakkında uygulama olanağı bulunmadığından, davanın kabulü ile davacıya babası
nedeniyle bağlanan ölüm aylığının kesilmesine ilişkin davalı Kurum işleminin
iptaliyle kesilen aylığın ödenmesi gerektiğinin tespitine, 2011/Mart ayı
sonrası ödenmeyen aylıkların ise yasal faizi ile birlikte tahsil edilerek
davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu'nun 56. maddesinin ikinci fıkrası olup, uyuşmazlığın çözümünde sosyal
güvenlik, sosyal güvenliğin amaç ve yöntemleri, sosyal sigortalar, sosyal
güvenlik sistemi gibi kavram ve olguların değerlendirilmesine gereksinim
bulunmaktadır.
Sosyal sigorta sistemlerinde sigortalılar veya hak sahipleri belli şartların
yerine getirilmesi halinde sosyal edime (yardıma) hak kazanırlar. Sosyal edim
ya da sosyal yardım hakkı kişilerin belli bir yardım ya da edim üzerinden
yargısal yönden icrası mümkün kamusal talep hakkını ifade eder. Sosyal
sigortalar; sosyal koruma, dayanışma, sosyal denkleştirme, zorunluluk
ilkelerine dayanmakta olup, özellikle inceleme konusu 5510 sayılı Kanunun 56.
maddesi yönünden önem arz eden sosyal koruma ilkesiyle, toplumun ekonomik ve
sosyal yönden en fazla gereksinimi olan bireylerini/gruplarını koruma,
güvenceye kavuşturma ve onlara hizmet amaçlanmakta, yaşamlarını
sürdürebilmeleri için bu kişilerin sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınması
hedefi öne çıkmaktadır. Devletler tarafından amaç olarak benimsenen sosyal
güvenlik genellikle sosyal sigortalar ile sosyal yardım ve hizmetler olarak
adlandırılan iki temel yöntem uygulanmak suretiyle sağlanmaya çalışılmaktadır.
İki ana rejimden meydana gelen Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde, yardımlar genellikle
devlet bütçesinden veya gönüllü özel yapılanmalardan karşılandığı, katılmasız
veya primsiz rejim olarak adlandırılan sosyal yardım ve hizmetlerin yanı sıra
sistemin temel dayanağını oluşturan ve ilgililerin herhangi bir maddi
katkısının söz konusu olmadığı katılmalı veya primli rejimde bulunmaktadır.
Ülkemizde, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve
Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925
sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına
Ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu, 5434 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu olmak üzere beş ana sosyal güvenlik yasası
bulunmakta olup, bu mevzuatlarda düzenlenen sosyal güvenlik hakkı, Sosyal
Sigortalar Kurumu, kısaca Bağ-Kur olarak adlandırılan Esnaf ve Sanatkarlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu , Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı tarafından yerine getirilmekte iken, öncelikle 20/05/2006 tarihinde
Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren örgütlenme yasası niteliğindeki
5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile kamu tüzel kişiliğine sahip,
idari ve mali açıdan özerk, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kurularak, anılan üç
kurum tek çatı altında bu Kurumda birleştirilmiş, sonrasında mevzuat birliğini
sağlamaya yönelik olarak, istisnaları dışında 01/10/2008 günü yürürlüğe giren
5510 sayılı Kanun kabul edilmiştir. Tüm modern sosyal güvenlik sistemlerinde
yer alan ölüm sigortası, sigortalının yaşamını yitirmesi durumunda geride kalan
ve hak sahibi olarak nitelendirilen (tanımlanan) kişilerin geleceklerini
güvence altına almayı amaçlamaktadır. Söz konusu kanunlarda iş kazalarıyla
meslek hastalıkları sigortası veya ölüm sigortası kollarından hak sahiplerine
ölüm geliri, ölüm aylığı, dul ve yetim aylığı bağlanabilmesi için bazı koşullar
öngörülmüş, bunlar arasında anne/baba üzerinden hayattaki kız çocuğuna veya eş
üzerinden sağ kalan diğer eşe tahsis yapılabilmesi evli olmama şartına
bağlanmıştır. 506 sayılı Kanunun 99. ve 1479 sayılı Kanunun 43. maddelerinde
"hakkı doğuran olay tarihi" ibarelerine yer verilmiş, 5510 sayılı
Kanunun 35. maddesinde "hak sahibi olma niteliğinin kazanıldığı
tarih", 97. maddesinde "hakkın kazanıldığı tarih" ve
"hakkın doğduğu tarih" sözcükleri kullanılmıştır. Kız çocuğuna
anne/baba üzerinden ölüm geliri/aylığı veya yetim aylığı bağlanabilmesi için
yalnızca ölümün gerçekleşmesi veya evli olunmaması yeterli bulunmayıp, tahsis
için her iki olgunun bir arada varlığı gerekmektedir. Evli kız çocuğu kimi
zaman boşanmayla, bazen de ölümle hak sahibi sıfatını kazanmakta, başka bir
anlatımla, sigortalı anne/baba yaşamını yitirmesine karşın kız çocuğu evli ise
hak sahibi olamamakta, evli olmayan kız çocukları ise sigortalı anne/baba
hayatta olduğu sürece bu sıfatla anılmamakta ve her iki durumda da
gelire/aylığa hak kazanılamamaktadır. Şu durumda, evli kız çocuğu bazen
boşanmayla, kimi zaman da ölümle ve hangisi daha sonra ise o tarihte hak sahibi
olmaktadır. Dolayısıyla, hak sahibi olma niteliğinin kazanıldığı tarih (Hakkın
kazanıldığı tarih-Hakkın doğduğu tarih-Hakkı doğuran olay tarihi) değişkenlik
arz etmektedir.
Anılan beş temel kanunda yer almayan inceleme konusu norm ilk kez 5510 sayılı
Kanunun " Gelir ve aylık bağlanmayacak haller" başlığını taşıyan 56.
maddesinin ikinci(son) fıkrasında düzenlenerek 01/10/2008 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Fıkrada "eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen
birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların bağlanmış olan gelir ve aylıkları
kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar 96. madde hükümlerine göre geri
alınır" düzenlemesine yer verilmiştir. Öncelikle belirtilmelidir ki,
inceleme konusu hükmün Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle
Anayasa Mahkemesine yapılan 2009/86 Esas numaralı başvurunun, 28/04/2011 tarihinde
verilen karar ile reddedildiği, dolayısıyla iptal edilmeyen fıkranın yürürlükte
olduğu kuşkusuzdur.
Kamuoyunda uzun yıllardır varlığı konuşulan, yaşamını yitirmiş sigortalı/
iştirakçi annesi/babası üzerinden ölüm aylık veya gelirine/yetim aylığına hak kazanabilmek
için evlilik bağına son verip boşandığı eşiyle birlikte yaşamayı sürdüren kız
çocuklarının veya hayatta bulunmayan sigortalı/iştirakçi eski eşi üzerinden
ölüm aylık veya geliri/dul aylığı tahsisi için mevcut evlilik birliğini
sonlandırmasına karşın sonraki eşiyle beraberliğini devam ettiren kişilerin
durumu etik değerler, ahlaki algı ve kurallar yönünden ele alınabilir. Uzun bir
sürece yayılmış bu türden birlikteliklerin toplum nezdinde oluşturduğu
rahatsızlıklar, varsa tarafların ortak çocuklarının ruhsal dünyasında meydana
getirdiği olumsuz etkiler dile getirilebilir ise de, kuşkusuz bu yönde
yapılacak herhangi bir inceleme yargının görev, hak ve yetki alanı içersinde
bulunmadığı gibi yargısal metinlerde bu tür değerlendirmelere yer verilmesinin
sakıncaları da ortadadır. İlgili hak sahibinin seçimini, her ne sebeple olursa
olsun boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama yönünde kullanması mutlak surette
bireysel özgürlük çerçevesinde ele alınmalı, bununla beraber Anayasanın 65.
maddesinde de ifade edildiği üzere, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile
saptanan görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri göz önünde
bulundurarak mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirme görevi
olan devletin, sosyal güvenliğin yaşama geçirilip ülkede yaşayan diğer fertlere
de bu hakkın dağıtılmasında sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını
düzenleme yetkisine sahip olduğu gözden uzak tutulmamalı, daha açık anlatımla
boşanılan eşle fiilen beraber yaşama durum ve olgusuna müdahale edemeyecek olan
devletin yöntemince kabul edeceği yasal düzenlemeyle bu tür ilişkiyi
sürdürenleri sosyal sigorta yardımından yararlandırmama (yoksun bırakma)
yetkisi olduğu benimsenmeli, özellikle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal
başvurusunun reddedilmesi karşısında, yürürlükteki kanunları uygulamakla
yükümlü olan yargı organlarınca görev sınırları içersinde, sosyal güvenlik
hukuku ve onun ilkeleri kapsamında madde hükmü ele alınmalıdır. Anlaşılacağı
üzere, söz konusu madde yönünden kanun koyucu tarafından; hak sahibi
konumundaki eş veya çocuğun, boşandığı eşiyle eylemli olarak birlikte yaşaması
yasaklanmamakta, bu tür ve nitelikte yaşam sürdüren kişinin bir anlamda hak
sahipliği sıfatının ortadan kalktığı kabul edilip, gelir ve/veya aylıktan
yararlandırılması benimsenmektedir.
5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin ikinci fıkrası oldukça sade biçimde kaleme
alınmış, madde başlığında " bağlanmayacak" sözcüğüne yer verildikten
sonra fıkra metninde "bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir"
ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer
almayan boşanılan eşle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama olgusu,
gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi eylemli olarak birlikte
yaşama aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak benimsenmiştir. Burada
eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun/durumunun tanımlanması, hukuki sınır
ve çerçevesinin çizilip ortaya konulması önem arz etmektedir. Taraflar arasında
hangi hukuki sebep ve maddi vakıaya dayanmış olursa olsun sona ermiş evlilik
birliğinin hak ve yükümlülüklerinin sürdürüldüğü beraberlikler veya kesinleşmiş
yargı kararına bağlı olarak gerçekleşmiş boşanmanın var olan/olası sonuçlarını
ortadan kaldırıcı/giderici nitelikteki birliktelikler madde kapsamında
değerlendirilmeli, ortak çocuk/çocuklar yönünden, boşanma kararına bağlanan
veya bağlanmayan kişisel ilişkilerin yürütülmesini sağlamaya yönelik olarak,
eşlerin belirli aralıklarda ve günlerde zorunlu şekilde bir araya gelmeleri
durumda ise kanun koyucunun bu türden ilişkinin varlığının gelir/aylık
bağlanmaması veya kesilmesi nedeni olarak öngörmediği kabul edilmeli, boşanılan
eşle kurulan/yürütülen ilişkinin eylemli olarak birlikte yaşama kavramı
kapsamında yer alıp almadığı dikkatlice incelenerek saptama yapılmalıdır.
Anılan 56. madde de oldukça yalın olarak " eşinden boşandığı halde,
boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen" ibareleri yer
almakta olup, kanun koyuca tarafından örneğin; "sosyal güvenlik kanunları
kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan", "
hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan",
"gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden
boşanan" veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan
metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Madde de boşanma amacına/saikine
yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurumca, gerekse
yargı organlarınca uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin
gerçekliğinin/samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı,
boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma/irdeleme ve
boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması
yapılmamalı, özellikle kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan "boşanma"
hukuki durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının
araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içersinde yer almadığı,
kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda "anlaşmalı boşanma" adı altında hukuki bir
düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak
vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradelerine
sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin,
maddenin yürürlük tarihi olan 01/10/2008 tarihinden itibaren her ne sebeple
olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda
gelirin/aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.5510 sayılı Kanunun 56.
Maddesinde "belirlenen" sözcüğü dikkat çekmekte olup, belirlemenin
nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiği, belirleme yapılırken hangi yöntemin
izleneceği, yargı makamları önünde ispat hak ve yükünün kime ait olduğu,
boşanılan eşle eylemli birlikte yaşama/yaşamama olgusunun nasıl kanıtlanması
gerektiği önem taşımaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunun "ispat yükü" başlıklı 6. maddesinde,
kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin hakkını
dayandırdığı olgunun varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu, 19. maddesinde,
yerleşim yerinin bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yer olduğu, bir
kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yerinin olamayacağı, 20. maddesinde,
bir yerleşim yerinin değiştirilmesinin yenisinin edinilmesine bağlı olduğu,
önceki yerleşim yeri belli olmayan veya yabancı ülkedeki yerleşim yerini
bıraktığı halde Türkiye'de henüz bir yerleşim yeri edinmemiş olan kimsenin
halen oturduğu yerin yerleşim yeri sayılacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte;
01/10/2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 6.
maddesinde, yerleşim yerinin 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre belirleneceği
belirtildikten sonra 24., 33. maddelerinde yargılamaya hakim olan ilkeler
açıklanmış olup, Anayasanın 36., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6.
maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının en önemli unsuru niteliğindeki
hukuki dinlenilme hakkının düzenlendiği 27. madde de, davanın taraflarının
kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip oldukları,
bu hakkın, açıklama ve ispat hakkını mahkemenin açıklamaları dikkate alarak
değerlendirmesini ve kararlarını somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini
içerdiği bildirilmiştir. Dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğünü
içeren 29. madde de, 4721 sayılı Kanunun 2. maddesinde yer alan dürüst davranma
kuralı yinelenerek, tarafların dürüstlük kuralına uygun davranmak zorunda
oldukları, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun
bir biçimde yapmakla yükümlü olduklarına ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir.
Hakimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. madde de, hakimin uyuşmazlığın
aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda maddi veya hukuki açıdan belirsiz
ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği,
soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Ayrıca;
ispatın taraflar bakımından yalnızca bir yük olmasının ötesinde aynı zamanda
yasal bir hak olarak düzenlendiği 189. madde de, tarafların kanunda belirtilen
süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahip oldukları, hukuka aykırı olarak
elde edilmiş olan delillerin mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate
alınamayacağı, 4721 sayılı Kanunun 6. maddesine koşut niteliğindeki 190. madde
de ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya
bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal
bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya
ilişkin ispat yükü altında olduğu, kanunda öngörülen istisnalar dışında karşı
tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği, 191. madde de, diğer tarafın,
ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil
sunabileceği, karşı ispat faaliyeti için kanıt sunan tarafın, ispat yükünü
üzerine almış sayılmayacağı hüküm altına alınmıştır. 5510 sayılı Kanun önceki
sosyal güvenlik yasalarını birleştiren temel yasa niteliğinde olduğundan, gerek
değiştirilen veya yürürlükten kaldırılan, gerekse geçici ve geçiş hükümlerinin
yer aldığı maddelerle birlikte ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulması
gerekmektedir. Bu yönden bakıldığında Kanunun " Malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri" başlığına taşıyan geçici 1. ve
"5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri " başlıklı geçici 4.
maddesinin irdelenmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Geçici 1. maddenin ikinci fıkrasında, 506, 1479, 2925 ve 2926 sayılı Kanunlara
göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 5454
sayılı Kanunun 1. maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam
edileceği, bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle arttırılması,
azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasın da, bu kanunla yürürlükten
kaldırılan ilgili kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, geçici 4.
maddede bu kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle 5434 sayılı Kanuna göre;
aylık, tazminat, harp malullüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 5454
sayılı Kanunun 1. maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için
belirtilmiş olan koşullara sahip oldukları sürece bunların ödemesine devam
olunacağı, bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde iştirakçi iken, bu
kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bu Kanunun 4. maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanların bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup, bu
kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden
çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla
yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre
işlem yapılacağı, bu madde kapsamına girenlerin aylıkların bağlanması,
arttırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri,
ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri
hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun
hükümlerine göre işlem yapılacağı açıklanmıştır.
Anılan geçici maddelerle kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğü
öncesinde yukarıda belirtilen beş adet sosyal güvenlik kanunu hükümleri
uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelirin/aylığın durum değişikliği
sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında yine anılan kanun
hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz
konusu kanunlarda, boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama olgusu,
gelirin/aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak
öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanmasında kuşku ve
duraksamaya düşülmesi olasılığı bulunmaktadır. Bu durumda 4721 sayılı Kanunun
"Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük
kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz" hükmünü
içeren ve "Dürüst davranma" başlığını taşıyan 2. maddesinde yer alan
dürüstlük (objektif iyiniyet) kuralı çerçevesinde çözüme gidilmeli, evrensel
hukuk ilkeleri arasında yer alan " hiç kimsenin kendi kusurundan
yararlanamayacağı" ilkesi sosyal güvenlik hukuku alanında da gözönünde
bulundurulmalıdır. Bu bakımdan, 56. madde açısından, 01/10/2008 tarihinden önce
hakkın kazanıldığı durumlarda, söz konusu yasal düzenleme öncesinde ilgililer
her ne şekilde amaçladığı saikle boşanmış olurlarsa olsunlar, başka bir
anlatımla eşlerin boşanma iradeleri gerçek/samimi olsun veya olmasın, eylemli
birlikteliklerini 5510 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenleme sonrasında da
sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte
bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla
eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, anılan 2. madde
kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere
gelir/aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelirin/aylığın da kesilmesi
gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine, eylemli birlikteliğin sona erdiği
tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda gelir/aylık
bağlanabileceği kabul edilmelidir. (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2011/6513 E.,
2011/17481 K.)
Yeri gelmişken yersiz ödeme haline gelen aylıkların istirdadına ilişkin
uyuşmazlığın ve bununla ilgili sosyal güvenlik mevzuatının değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Konuya ilişkin ilk düzenleme (mülga) 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda yer
almaktadır. Kanun'un "Sigorta Yardımlarının Haczedilemeyeceği, Yanlış Ve
Yersiz Ödemelerin Tahsili" başlıklı 121. maddesi, "Bu kanun gereğince
bağlanacak gelir veya aylıklar ve sağlanacak yardımlar, nafaka borçları ve bu
Kanunun 80. maddesine göre takip ve tahsili gereken alacaklar dışında, haciz veya
başkasına devir ve temlik edilemez. (Ek fıkra: 29/07/2003-4958/47 madde) Ancak,
yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta
yardımları 84. maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki
her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel
hükümlere göre takip hakkı saklıdır" hükmünü içermektedir. Diğer taraftan
01/10/2008 tarihinden yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu ile 506 sayılı Kanunun anılan hükmü yürürlükten
kaldırılmış ve konu 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinde düzenlenmiştir.
5510 sayılı Kanunun 01/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren "Yersiz
Ödemelerin Geri Alınması" başlıklı 96. Maddesinde de;"Kurumca
işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara, gelir veya aylık
almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve
bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı
tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a)Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit
tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu
ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b)Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden
geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye
tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmi dört ay içinde yapılacak ödemelerde
faizsiz, yirmi dört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde
ise bu süre sonundan itibaren hesaplanacak olan kanuni faizi ile birlikte,
ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları
yoksa genel hükümlere göre geri alınır." hükmü yer almaktadır.
Bilindiği üzere yasaların geriye yürümesi konusunda mevzuatımızda genel bir
düzenleme bulunmamaktadır. İlke olarak her yasa yürürlüğe girdiği andan
itibaren derhal hukuksal sonuçlarını doğurmaya başlar. Bunun doğal sonucu da,
yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkileyemeyeceği, başka bir
anlatımla geriye yürümeyecekleridir. Ancak devam eden uyuşmazlıklar ile
tanımlanmamış hukuki durumlara yeni yasa veya düzenleyici kural "derhal
yürürlüğe girme" niteliği nedeniyle uygulanacak ve hukuki sonuçlarını
doğuracaktır. Bu gibi durumlarda yasaların geriye yürümesi değil ani etkisi söz
konusudur.
Sosyal güvenlik hukukunun ilgi alanı kamusal olup, otoritesi kamu düzenini
ilgilendirmektedir. Bu nedenle sosyal güvenlik hukuku ile ilgili yasalar
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren derhal hukuksal sonuçlarının doğurur.
Öte yandan, 5510 sayılı Kanun öncesi mevzuata bakıldığında, 506 sayılı Kanun'un
121. maddesinde yersiz ödemelerin kayıtsız şartsız iadesinin öngörüldüğü,
yersiz ödeme halinde iade yükümünün kapsamının farklı hukuki durumlara özgü
olarak değişiklik göstermediği görülmektedir.
5510 sayılı Kanun ise 96. maddesiyle 506 sayılı Kanunda yer almayan yeni bir
düzenleme getirmiş; sebepsiz zenginleşmenin sigortalı veya hak sahibinin
kasıtlı veya kusurlu davranışı ile Kurumun hatalı işleminden kaynaklanması
hallerine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarlarının belirlenmesini ayrı
ayrı esaslara bağlamıştır.
Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanun ile ödeme yükümünün kapsamı, sigortalının kasıt
veya kusuruna veya Kurumun hatalı işlemine göre farklılaştırılarak kayıtsız
şartsız iade öngören 121. madde hükmüne göre lehe bir düzenleme getirilmiştir.
Hal böyle olunca, sosyal güvenlik hukukunun yukarıda açıklanan niteliği
karşısında sigortalı lehine düzenleme getiren 5510 sayılı Kanun'un anılan
hükmünün devam etmekte olan uyuşmazlıklarda uygulanması gerekmektedir.
Ayrıca, 5510 sayılı Kanun'un geçici maddelerinde yersiz ödemelerin tahsili
konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğini öngören herhangi bir kuralda
yer almamaktadır.
5510 sayılı Kanun'un geçici maddelerinde önceki hükümlerden hangilerinin uygulanamayacağı
belirtilmek suretiyle uygulama düzenlenmiş olup, yersiz ödemelerin tahsili
konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğine işaret eden herhangi bir
kuralda bulunmadığından, Kanunun 96. maddesinin sigortalı yararına getirdiği bu
yeni düzenlemenin Kurumun yersiz ödemeden kaynaklanan alacaklarına ilişkin
süregelen uyuşmazlıklara uygulanması gerektiğinde duraksama bulunmamaktadır.
Yapılan açıklamalar ışığında sonuç itibariyle; kamusal niteliği gereği sosyal
güvenlik hukuku ile ilgili yasaların yürürlüğe girdiği andan itibaren derhal
hukuksal sonuçlarını doğurması; 5510 sayılı Kanun ile ödeme yükümünün
kapsamının sigortalının kasıt veya kusuruna veya Kurumun hatalı işlemine göre
farklılaştırılarak, kayıtsız şartsız iade öngören 121.madde hükmüne göre daha
lehe bir düzenleme getirilmesi ve 5510 sayılı Kanunun geçici maddelerinde
yersiz ödemelerin tahsili konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğini
öngören herhangi bir kuralın da yer almaması karşısında yersiz ödemelerin
iadesi talebine ilişkin devam etmekte olan uyuşmazlıkların çözümünde, 5510
sayılı Kanun'un 96.maddesinin değerlendirilmesi ve uygulanması gerekmektedir.
Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 63.madde
hükmünün uygulama yeri olup olmadığı hususunun da açıklığa kavuşturulması
gerekmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanunu'nun, geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde
genel hüküm niteliğinde bulunan 63.madde uyarınca; iyiniyetli zenginleşen,
sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden
çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermekle yükümlü
olmayacaktır. Buna karşın; zenginleşenin zenginleşme anında veya sonrasında mal
varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya
bilmesi gerekiyor olması halinde kötü niyetli sayılacağında da kuşku
bulunmamaktadır.
5510 sayılı Kanun'un 96.maddesiyle, sebepsiz zenginleşmede geri verme konusunda
genel hüküm niteliğindeki Borçlar Kanunu'nun 63.maddesine nazaran özel bir
düzenleme getirilmiştir. Şu duruma göre, aynı konu hakkında bir tarafta genel
kanunda kabul edilen yasa kuralı, bir tarafta da özel bir yasal düzenleme
ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle sorunun normlar hiyerarşisi kurallarına göre çözümlenmesi
gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
“Yasaların çatışması” olarak da adlandırılan bu gibi durumlarda; sonraki norm,
öncekinin yerini alır (Lex Pesterior deraget priori); özel kanun, genel
kanundan önce gelir, (Le Specialis Per generalem non deregatur); açık anlamlı
norm, kapalı anlamlı normdan önce gelir, biçiminde kabul edilen temel
ilkelerden yararlanılarak sonuca ulaşılmaktadır.
Belirtilen ilkeler doğrultusunda yapılan değerlendirmede ise; 5510 sayılı
Kanun'un 818 sayılı Borçlar Kanunu'na göre özel nitelikte olduğu; bu kapsamda
5510 sayılı Kanun'un 96.maddesi hükmünün sebepsiz zenginleşme nedeniyle yersiz
ödemelerin Kuruma iadesi konusunda özel nitelikte düzenleme içerdiği açıktır.
Bu durumda özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanun'un, yine özel düzenleme
içeren 96.maddesi hükmü, genel nitelikteki 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun
63.maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliğine sahiptir.
Somut olayda, davacı mahkeme kararı ile boşanmıştır. Boşanma kararı 05.04.2007
tarihinde kesinleşmiştir.Davacıya 01.05.2007 tarihinden itibaren 506 sayılı
Yasa m60/C uyarınca babası nedeniyle yetim aylığı bağlanmıştır. 27.12.2010
tarihli kontrol memuru raporunda yer alan, "boşandığı eşiyle fiilen
birlikte yaşayarak Kurumdan haksız menfaat temin ettiği" yönündeki tespit
üzerine yetim aylığı kesilerek, Kurumca, kanunun yürürlüğe girdiği 01.10.2008
tarihinden sonraki ödemeler borç kaydedilmiştir. Sonradan çıkan yasa,kural
olarak yürürlüğünden önceki olaylara ve ilişkilere uygulanmaz ise de, yukarıda
yapılan tüm açıklamaların ışığı altında, yasanın yürürlüğünden sonra da devam
eden fiili durumlarda ve uyuşmazlıklarda da yeni yasanın uygulanması gerektiği
açıktır. Kişi yasadan önce boşanmış olup, birlikteliği yasadan önce de var
olup, bu birliktelik yasadan sonra da devam ediyorsa, bu durumda yeni yasanın
ugulanamayacağından bahsetmek mümkün değildir. O halde, yerel mahkemenin
yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı
Kanun'un 96.maddesinin değerlendirilmesi suretiyle karar vermesi gerekmektedir.
Ayrıca, 5510 sayılı Kanun'un 96/1-b bendinin son cümlesi uyarınca ilgililerin
Kurumdan alacakları yoksa yersiz ödemelerin genel hükümlere göre geri alınması
gerektiğine ilişkin yasal düzenlemede göz ardı edilmemelidir. (Yargıtay HGK.
2011/10-476 E., 2011/584 K)
Sonuç olarak; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun
56.maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda, eylemi olarak
birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki
uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu
aşamada, ayrıntıları yukarıda açıklandığı üzere Anayasanın 20. maddesi ile 5510
sayılı Kanun, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu, 298 sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 4857 sayılı İş Kanunu, 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve diğer
ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince
araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm deliller toplanmalı, bildirilen
ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı
eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak, muhtarlıktan ikametgah
senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt
örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres
değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus
Müdürlüğünden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin
su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği
saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle
resmi/özel kurum ve kuruşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate
alınmalı, boşanan eşler 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta
iseler adlarına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup
bulunmadığı belirlenmeli, boşanan eşlerin kayıtlı oldukları bölge/bölgeler
yönünden kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/ Jandarma Komutanlığı araştırması
yapılmalı, anılan mahalle/köy muhtar ve azaların tanık sıfatıyla bilgi ve
görgülerine başvurulmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte
yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği toplanan kanıtlar ışığı altında
değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik
inceleme ve araştırma sonucun davanın kabulüne karar verilmesi; usul ve yasaya
aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul
edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri
çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda
direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının devamı istemine
ilişkindir.
Yerel mahkemece, 5510 sayılı Yasanın geçici 1 ve 4. maddeleri gereği 56/son
maddesindeki düzenlemenin davacı hakkında uygulanma olanağı bulunmadığı
gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi
üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle ilk hükümde
direnilmiştir.
Direnme hükmü, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, 506 sayılı Kanun hükümleri uyarınca 15.04.1989 tarihinde yetim
aylığı bağlanan davacının 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı
Kanun’un 56/son maddesi hükmü uyarınca aylığının kesilmesinin mümkün olup
olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci
fıkrasıdır.
5510 sayılı Kanunun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı
56.maddesinde;
“…Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen
eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere
ödenmiş olan tutarlar, 96'ncı madde hükümlerine göre geri alınır…”
düzenlemesi yer almaktadır.
01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının
temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; 1479 sayılı Esnaf ve
Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu; 2925
sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu; 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına
ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli
Sandığı Kanunu’nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde
yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’nda yer almıştır.
Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan
eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının
kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha
önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte
yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak
benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye
kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın
gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde
ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda
haksahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan
yararlandırılmama yöntemi benimsenmiştir.
Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşanılıp, boşanılan eşle fiilen birlikte
yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından
önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle)
ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye
kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, Tankut:
Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi,
Mart 2012sayı, 25, s,195).
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin boşandığı eşiyle fiilen
birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, Anayasal bireysel özgürlük
kapsamında kalmakta ise de Devlet sosyal görevlerini mali kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasa’nın 65.maddesi
uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme
yetkisine sahip olduğu gibi, Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak
getirmesi mümkün olmamakla beraber bu durumda olan kişileri sosyal sigorta
yardımları kapsamı dışında bırakılması mümkündür.
Maddede boşanmanın amacına yönelik herhangi bir düzenlemeye yer
verilmediğinden, uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin
gerçekliğinin araştırılması sözkonusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup
olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma ve boşanma yönündeki kesinleşmiş
yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle, kesinleşmiş
yargı organının verdiği karara dayanan boşanmanın hukuki durum ve sonucunun
eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka
organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nda anlaşmalı
boşanma adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır.
Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun'un 56/2.maddesinin T.C. Anayasası’nın 2, 5,
10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138.maddelerine aykırılığı iddiası ile Anayasa
Mahkemesi’ne maddenin iptali talebi ile başvurular yapılmıştır.
Anayasa Mahkemesi başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011
gün 2009/86-70 sayılı kararında hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65.maddelerine
aykırı olmadığı; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138.maddeleri ile ilgisinin olmadığı
belirtilerek oyçokluğuyla başvuruların reddine karar vermiştir.
Sonuç olarak, davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun'un
56.maddenin ikinci fıkrasının, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye
kullanılmasını engellemek amacıyla düzenleme getirmiş olması ve düzenlemenin
Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı
karşısında, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca
uygulanmasının zorunlu olması nedeniyle, boşandığı eşiyle fiilen birlikte
yaşadığı tespit edilen haksahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması,
bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya
uygundur.
Bu kabul doğrultusunda, gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri
alım hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun
başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibariyle gelir veya aylık kesme veya
iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler
yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli, ancak sözkonusu madde
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce
başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008
tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku sözkonusu olmamalı ve bu şekilde
belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun'un
96.maddesine göre uygulama yapılmalıdır.
Yeri gelmişken, maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı
Kanun'un Geçici 1.maddesinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.
5510 sayılı Kanun'un “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş
hükümleri” başlıklı Geçici 1.maddesi;
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar,
bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479
sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (c)
bendi kapsamında kabul edilir.
17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983
tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı
kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile
8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1'inci maddesine göre ödenmekte olan ek
ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği
nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu
Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…
Bu Kanunun 4'üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre
sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve
gelirler, 55'inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…”
şeklinde düzenleme içermektedir.
Anılan geçici maddeyle kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğü
öncesinde sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle haksahiplerine
bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya
yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerinin esas alınması gerektiğinin
benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili
olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya
kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56.maddenin zaman bakımından
uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
Kanunların geriye yürümesi veya yürümemesi konusunda mevzuatımızda genel bir
hüküm yoktur. Ancak, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle
kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine
engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir.
Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her
Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara
ve ilişkilere uygulanır; O tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve
ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarından
birini de Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar oluşturmaktadır.
Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye
yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak
geçmişe etkilidir (Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14.Bası, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2000, sh: 193-194; A.Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel
Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73) (HGK’nun 13.10.2004
gün ve 2004/10-528 E., 2004/533 K.; 11.04.2012 gün ve 2012/10-149 E., 2012/241
K. sayılı ilamları)
Bu kapsamda, yine 4721 sayılı Kanunun “Dürüst davranma” başlıklı 2.maddesinde
yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme
gidilmelidir.
4721 sayılı TMK’nun anılan 2.maddesi uyarınca:
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük
kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
Anılan madde uyarınca, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni
korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de
birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanunun 56.maddesi açısından
01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal
düzenleme öncesinde, ilgililer her ne amaçla boşanmış olursa olsun, fiili
birlikteliklerini 5510 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenleme sonrasında da
sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte
bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla
fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, anılan 2.madde
kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir
veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi
gerekmektedir.
Kuşkusuz, hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren, diğer
koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği kabul
edilmelidir.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde; davacıya, boşanma kararının verildiği
29.01.1982 tarihinden sonra, 15.04.1989 tarihinden başlamak üzere 506 sayılı
Kanun hükümleri uyarınca ölen babasından yetim aylığı bağlandığı, Kurum yoklama
memurlarının davacıya ait adreste yaptıkları tespit üzerine düzenledikleri
rapor doğrultusunda, davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesiyle
bağlanan ölüm aylığının kesildiği anlaşılmaktadır.
Buna göre; uyuşmazlık konusu yetim aylığının iptali işlemi 5510 sayılı Kanunun
yürürlük tarihinden sonra gerçekleşmiş olduğundan anılan Kanunun Geçici 1.
maddesinin yukarda belirtilen nedenlerle somut uyuşmazlıkta uygulanmaması
gerektiğini kabul etmek gerekir(Aynı ilkeler HGK’nun 24.04.2013 gün ve
2012/21-1404 E., 2013/578 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır).
Bu durumda mahkemece işin esasına girilerek, birlikte yaşama olgusu yöntemince
araştırılmak suretiyle, Kurumun davacıya bağlanan ölüm aylığının iptali ile
ödenenlerin iadesine yönelik işleminin 5510 sayılı Kanunun 56/son maddesine
uygun olup olmadığının tespiti gerekmektedir.
O halde, yerel mahkemece aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da
benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, araştırma yapılıp sonucuna göre
karar verilmesi gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının
Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217
sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen
“Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı İş Mahkemeleri
Kanunu'nun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
12.03.2014 gününde oybirliğiyle ile karar verildi.
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
Ziynet eşyası-belirsiz alacak davası
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI
ESAS NO : 2014/13262
KARAR NO : 2015/5108
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : MALATYA 2. AİLE MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/03/2014
NUMARASI : 2013/626-2014/180
DAVACI :
DAVALI :
Taraflar arasındaki ziynet eşyası alacağı Da
SANIĞIN DENETİM SÜRESİ İÇİNDE YENİ BİR SUÇ İŞLEMESİ - ZAMANAŞIMI
Normal
0
21
false
false
false
TR
X-NONE
X-NONE
MicrosoftInternetExplorer4
eksik harcın yatırılması için önce normal bir süre verilmesi zorunlu olmayıp, mahkemece doğrudan kesin mehil verilebilir. Ne var ki, verilen kesin mehil makul bir süreyi kapsamalıdır.
(...Kadastro sırasında dava konusu 136 ada 2 ve 6 ile 139 ada 3 parsel sayılı taşınmazlar davalı C.. G.., 139 ada 6 parsel sayılı taşınmaz eşit paylarla davalı C.. G.. ve dava dışı Z. Y., 136 ada 3 ve 128 ada 1 parsel sayılı taşınmaz davalı M.. G.., 136 ada 4 parsel sayılı taşınmaz davalı H. G., 136
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?