Taksirle ölüme neden olma suçundan sanığın, 5237 sayılı TCK'nun 85/1, 62/1, 53/6, 63/1. maddeleri gereğince dört yıl iki ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sürücü belgesinin bir yıl süreyle geri alınmasına ve mahsuba ilişkin, Adana 9. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 30.03.2010 gün ve 694-377 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 21.02.2013 gün ve 13782-4073 sayı ile;"Sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;İki sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş şekli, meydana gelen zararın ağırlığı, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu da nazara alınarak, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun bir cezaya hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, alt sınırdan çok fazla uzaklaşılmak suretiyle ceza tayini" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.Adana 9. Asliye Ceza Mahkemesi ise 05.09.2013 gün ve 362-619 sayı ile;"Yargıtay, hükmü iki sınır arasında temel ceza belirlenirken alt sınırdan çok fazla uzaklaşılmış olduğunu gerekçe göstererek bozmuş ise de, olayın oluş şekli, meydana gelen zararın ağırlığı ve sanığın tam kusurlu bulunması göz önünde bulundurulduğunda, kanunun hâkime tanıdığı sınırlar içerisinde hem de en yüksek olmayan ölçüde cezanın belirlenmesinin, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun olduğu" gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.Direnme hükmünün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.03.2014 tarih, 365679 sayı ve "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARIÖzel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözülmesi gereken uyuşmazlık; iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne sebebiyet verme suçundan sanık hakkındaki temel cezanın beş yıl olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.İncelenen dosya kapsamından;Olay günü saat yirmi sıralarında, sevk ve idaresindeki kamyonetle, meskûn mahalde, onbir metre genişliğinde, çift yönlü, aydınlatması mevcut olan, hafif virajlı, eğimsiz, zemini kuru ve asfalt kaplama, ancak herhangi bir şerit izi veya trafik işaret ya da levhası olmayan yolda seyir halinde bulunan sanığın, önündeki bir aracı geçmeye çalıştığı sırada, karşı yönden gelen araçlara ayrılan bölüme girip, kendi şeridinde seyretmekte olan motosiklete çarparak motosiklet sürücüsünün ölümüne sebebiyet verdiği,Trafik kazası tespit tutanağında; motosiklet sürücüsü ölenin yetersiz sürücü belgesine sahip olduğu, sanığın çarpmadan önce üç metre fren yaptığı, sonrasında sekiz metrelik frenle sağa doğru yönelerek durduğu bilgilerine yer verildiği,Yerel mahkemece yapılan keşifte hazır bulunan trafik polisi bilirkişinin; sanığın şerit ihlali yaparak karşı yönden gelen araçlara ayrılan şeridin yaklaşık birbuçuk metrelik kısmını işgal etmesi, aracının hızını yük ve teknik özellikleri ile hava, yol, görüş ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmaması nedeniyle tam kusurlu olduğunu ifade ettiği,Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığınca düzenlenen raporda; sanığın meskûn mahalde, gece vakti, aydınlatması mevcut, iki yönlü hafif virajlı yolda, önünde seyir halinde olan aracı kontrolsüzce geçişi sırasında, karşı istikametten gelen araçlara ayrılan şeride girip, kendi şeridinde nizami bir şekilde seyreden motosiklete çarpması neticesinde meydana gelen kazada dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı davranışı nedeniyle asli kusurlu olduğu, ölenin ise herhangi bir kusuru bulunmadığının belirtildiği,Yerel mahkemece; "suçun işleniş biçimi, işlendiği yer ve zaman ile sanığın taksirinin yoğunluğu" gerekçe gösterilerek temel ceza beş yıl olarak tayin edilip, "sanığın duruşmadaki tutum ve davranışları" lehine kabul edilerek takdiri indirim hükümlerinin uygulandığı, ancak "suçun işlenmesindeki özellikler, sanığın kusur yoğunluğu, kişiliği, cezanın caydırıcılığı" göz önünde bulundurularak hapis cezasının adli para cezasına çevrilmediği,B sınıfı sürücü belgesine sahip olan ve şoför olarak çalışan sanığın sabıkalı olmadığı, soruşturma aşamasında tutuklandığı, yaklaşık üç ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiği, dosyaya herhangi bir olumsuz tavır veya davranışının yansıtılmadığı,Anlaşılmaktadır.Sanık kollukta; olay akşamı sevk ve idaresindeki kamyonetle seyir halinde olduğunu, önündeki aracı solladığı sırada karşıdan hızla gelen motosikleti gördüğünü, çarpmamak için sağa kaçmaya çalıştığını, buna rağmen motosikletle çarpıştığını, motosiklet sürücüsünün yere düştüğünü, aracını durdurup ambulans çağırdığını dile getirmiş,Sorguda; sevk ve idaresindeki kamyonetle seyir halinde bulunduğunu, yolun sağında park halindeki kamyonu geçmek istediği sırada karşı yönden motosikletin süratli bir biçimde geldiğini gördüğünü, motosiklet sürücüsünün kendisini görünce paniğe kapıldığını, fren yapıp kaydığını, kendisinin de frene basarak sağa doğru kaçmak istediğini ancak kurtaramadığını, motosikletin, kamyonetin sol ön kısmına çarptığını, motosiklet sürücüsünün yere düştüğünü, hemen araçtan inip ambulans çağırdığını, park halindeki kamyon sürücüsünün polis gelmeden önce aracına binip gittiğini beyan etmiş,Duruşmada ise; önünde bulunan kamyonun sağ tarafa doğru park etmekte olduğunu, kamyonu sollamak istediğini, park eden kamyonun yarısına kadar vardığında bir motosikletin yolun karşısından hızla geldiğini, kaçmak istediğini ancak kaçamadığını, sollamaya geçmeden önce yolun virajlı olması nedeniyle motosikleti göremediğini savunmuştur.Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.Kural olarak suç yalnızca kastla işlenebilir. Ancak yasada açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için, kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 22. maddesinin ikinci fıkrasında; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi" şeklinde açıklanmıştır.Arapça "kusur" kökünden türetilmiş bulunan taksir; kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarına gelmektedir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, Cezaevi Matbaası, İstanbul 1967, s. 22) Hukuki anlamda ise; neticenin fail tarafından öngörülebilir olduğu halde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü halde istenmemesi biçiminde de gerçekleşebileceği ifade edilmektedir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 2. Baskı, c. 1, s. 590)Öğreti ve yargısal kararlarda da; "failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içerisinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi" biçiminde tanımlanmıştır. (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 1992, c. 2, s. 336; Turan Tufan Yüce, Türk Ceza Hukuku Temel Kavramları, Turhan Kitapevi, Ankara 1984, s. 59; Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara 1993, c. 1, s. 508; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2015, 8. Baskı, s. 172-173; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 318; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 2015, 4. Baskı, s. 254; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2015, 18. Baskı, s. 251)Suçun manevi unsurlarından olan kast gibi taksirde de birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması söz konusudur. Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar birlikte yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle sebep olmaktan kaynaklanmaktadır.Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.11.2014 gün ve 179-499; 18.02.2014 gün ve 10- 80; 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204 ile 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararlarında açıkça vurgulandığı ve öğreti ile uygulamada da kabul edildiği üzere taksirin unsurları;1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,2- Hareketin iradiliği,3- Neticenin iradi olmaması,4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,Şeklinde kabul edilmektedir.Taksirli suçlarda da gerek icrai, gerekse ihmali hareketlerin iradi ve meydana gelen sonucun öngörülebilir olması, bunun yanında hareketle netice arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Olayda iradi bir davranışın bulunmaması halinde taksirden sözedilemeyecek, öngörülemeyen neticenin gerçekleşmesi durumunda da failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması halinde fail bu sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır Neticenin gerçekleşmesinde, mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması durumunda, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.Bu açıklamalardan sonra, taksir ve taksirle ölüme neden olma suçuyla ilgili hükümler de gözden geçirilmelidir.TCK'nun 22. maddesi;1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir" şeklindedir.Madde gerekçesinde de; "Taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının tespiti açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızası olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder.Hâkim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de göz önünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedecektir.Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir. Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz" ifadelerine yer verilmiştir.TCK'nun ikinci kısım birinci bölümünde ve hayata karşı suçlar arasında yer verilen 85. maddesi de;"Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu yaptırıma bağlanmıştır. Taksirli hareket sonucu birden fazla insanın ölümüne veya bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunmuş ise fail maddenin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılacaktır.Bu aşamada cezaların belirlenmesi üzerinde de durulmalıdır.Türk Ceza Kanununun üçüncü bölümünde yer alan "cezanın belirlenmesi" başlıklı 61. maddesinin birinci fıkrasında, temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınması gereken ilkeler; "suçun işleniş biçimi, suç işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saik" biçiminde düzenlenmiş, "adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi" başlıklı üçüncü maddesinin birinci fıkrasındaki; "suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur" şeklindeki hüküm ile de, gerçekleştirilen fiille hükmolunan ceza ve güvenlik tedbiri arasında "orantı" bulunması gerektiği vurgulanmıştır. Söz konusu ölçütler genel nitelikli olup, bunların her biri tüm suçlara uymayabileceğinden, her suç için bütün kıstasların değil sadece ilgili suça uyan hükümlerin nazara alınması gerekmektedir. Sözgelimi, taksirli suçlar açısından "failin güttüğü amaç ve saik" ölçütü uygulanamayacaktır.Kanun koyucu, cezanın kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime somut olayın özellikleri ve fiilin ağırlığıyla orantılı bir biçimde gerekçelerini de göstererek, iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi vermiştir. Ancak hâkimin temel cezayı tayin ederken dayandığı gerekçe, yukarıda belirtilen hükümlere uygun olarak; suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik ile dosya muhtevasına yansıyan bilgi ve belgelerin isabetli bir şekilde değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.Buna göre, herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında ceza belirlenirken göz önüne alınması gereken ölçütler, kanunda açıkça; "suçun işleniş biçimi, suç işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saik" şeklinde sıralanmıştır. Taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, 22. maddenin dördüncü fıkrası ile; "taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir" şeklinde bir başka ölçüt daha ilave etmiştir. Bu durum karşısında, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, tüm bu hususların birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.Anılan kanuni düzenlemelere göre, taksirle ölüme neden olma suçu açısından temel cezanın tayininde failin kusurunun yanında, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da göz önüne alınacağında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.Yeni Türk Ceza Kanununda, daha önceden olduğu gibi taksirli suçlarda matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçilmiş ise de, alt ve üst sınır arasındaki cezanın, suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar ya da tehlikenin ağırlığı gözetilerek, fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve kanuna daha uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın kanunlarda yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nasafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkabilecektir.Bu nedenlerle, taksire dayalı kusurun ağır olduğu ahvalde, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif bulunduğu durumlarda ise alt hadden veya asgari hadde yaklaşılarak temel cezanın tayin edilmesi isabetli bir uygulama olacak ise de, bundan herhalde ağır ya da tam kusurlu olan fail hakkında en üst veya azami hadde yakın, hafif veya tali kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza belirlenmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı, somut olaya uygun diğer ölçütlerle birlikte "orantılılık ilkesi" de göz önünde bulundurularak temel ceza belirlenmelidir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Sevk ve idaresindeki kamyonetiyle, akşam saatlerinde, meskûn mahalde, onbir metre genişliğinde, hafif virajlı, eğimsiz, çift yönlü, aydınlatması mevcut, zemini kuru ve asfalt kaplama olan, ancak herhangi bir şerit izi veya trafik işaret ya da levhası bulunmayan yolda seyir halinde olan sanığın, önündeki bir kamyonu solladığı sırada, karşı yönden gelen araçlara ayrılan bölüme yaklaşık birbuçuk metre taşıp, kendi şeridinde seyretmekte olan motosiklete çarparak motosiklet sürücüsünün ölümüne neden olduğu, bilirkişi raporları doğrultusunda tam kusurlu olduğu ve temel cezanın tayininde bu durum da nazara alınarak alt hadden makul bir ölçüde uzaklaşılarak hüküm kurulması gerektiği kabul edilebilir ise de, motosiklet sürücüsü ölenin, kapatılan yol bölümü haricinde sağ tarafta geçebileceği geniş bir alanın bulunduğu, sabıkasız olan sanığın kazadan sonra ambulans çağırıp yaralı vaziyetteki motosiklet sürücüsünün hastaneye kaldırılmasını sağladığı ve dosyaya herhangi bir olumsuz kişiliğinin de yansımadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçtan temel cezanın, üst sınıra yakın bir biçimde beş yıl olarak belirlenmesi, dosya muhtevasına, adalet, hak ve nasafet kuralları ile orantılılık ilkesine uygun bulunmamaktadır.Bu itibarla, yerel mahkeme hükmünün, iki seneden altı seneye kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık hakkındaki temel cezanın dosya kapsamına, adalet, hak ve nasafet kuralları ile orantılılık ilkesine uygun bulunmayacak şekilde beş yıl olarak tayin edilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan Onaltı Genel Kurul Üyesi; isabetli bulunan yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Adana 9. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.09.2013 gün ve 362-619 sayılı direnme kararının, iki seneden altı seneye kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne sebebiyet verme suçundan sanık hakkındaki temel cezanın dosya muhtevasına, adalet, hak ve nasafet kuralları ile orantılılık ilkesine uygun olmayacak şekilde beş yıl olarak tayin edilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede gerekli çoğunluk sağlanamadığından, 15.09.2015 tarihinde yapılan ikinci oturumda oybirliğiyle karar verildi.