Ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçundan sanık H.. Y..’in 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 337/a maddesi uyarınca 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Ümraniye 2. İcra Ceza Mahkemesince verilen 14.09.2009 gün ve 36-434 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 17.10.2011 gün ve 7264-5974 sayı ile;"Her ne kadar şikayet dilekçesinde İİK'nun 333/a maddesine aykırılık suçundan da şikayet bulunmasına rağmen, bu suç hakkında hüküm kurulmamış ise de, temyiz edenin sıfatına göre bu husus bozma nedeni yapılmamıştır. Ancak;İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesinin 1. fıkrasında, 'Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicil memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır' hükmü ile ticareti terk eden tacirin yapması gereken yükümlülüğü belirlenmiş, aynı Yasa’nın 337/a maddesinin birinci fıkrasında ise 44. maddedeki yükümlülüğe aykırı davranılması da, 'Ticareti terk edenlerin cezası” başlığı altında, '44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikayeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez' şeklinde düzenleme ile yaptırıma bağlanmıştır. Maddeden anlaşılacağı üzere ticareti terk suçunun oluşabilmesi için, ticareti terk eden tacirin bu durumu onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret sicil memurluğuna bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaması gerekmektedir.İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesindeki mükellefiyet münhasıran tacirler için öngörülmüş olup, ticaret sicil memurluğuna kayıtlı gerçek kişilerin ve ticaret şirketlerinin tacir oldukları hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, ticaret şirketlerinin ticareti terk edip edemeyeceklerine, eş anlatımla ticareti terk etmesi durumunda şirket yetkilisi/müdürünün İİK’nun 44. maddesindeki keyfiyeti kayıtlı olduğu ticaret sicili memurluğuna bildirme ve mal beyanında bulunma yükümlülüğü bulunup bulunmadığına yöneliktir.6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 136. maddesinde ticaret şirketlerinin nev’ilerinin; kolektif, komandit, anonim, limitet ve kooperatif şirketlerinden ibaret olduğu belirtilmiştir. Yukarıda sayılan ticaret şirketleri yönünden Türk Ticaret Kanunu’ndaki düzenleme incelendiğinde, bunlar için ‘ticareti terk’ değil, bunun yerine infisah ve tasfiyelerinin öngörüldüğü, diğer bir anlatımla Türk Ticaret Kanunu’nun 136. maddesinde sayılan şirketlerde ticareti terk değil, ortaklık ilişkisinin sona erdirildiği kabul edilmektedir.Anılan şirketlerin her biri için infisah ve tasfiye yolu ayrı ayrı gösterilmiştir. ‘İnfisah’, ortaklıklar hukukunda iki manada kullanılmaktadır. Geniş manada; irade ve irade dışı fesih hallerini ve dar manada da; irade dışı yani kendiliğinden sona ermeyi ifade etmektedir. TTK'nun 439. maddesinde infisah eden şirketin tasfiyeye gireceği hükme bağlanmıştır. Tasfiye sürecinde ticaret şirketinin alacak ve borçları belirlenir, alacakları tahsil edilip, borçları ödendikten sonra varsa kalan mevcudu, esas mukavelede aksine bir hüküm olmadıkça, pay sahipleri arasında ödedikleri sermaye ve paylara bağlı olan imtiyaz hakları nispetinde dağıtılır, tasfiyenin sona ermesi üzerine şirkete ait ticaret unvanının sicilden terkini tasfiye memurları tarafından sicil memurluğundan talep olunur. İş bu talep üzerine terkin keyfiyeti tescil ve ilan olunmakla ticaret şirketinin tüzel kişiliği sona ermiş olur. Terkin işlemi için tasfiye bilançosu ile birlikte başvurulduğundan ve zaten tasfiye sonucu ticaret şirketinin herhangi bir mal varlığı da kalmadığından tasfiye memurunun ya da şirket yetkilisinin İİK’nun 44. maddesine göre mal beyanında da bulunması söz konusu olmayacaktır. Terkin işleminden sonra ticaret şirketinden alacağı bulunduğunu iddia eden bir alacaklı, bu alacağını ancak terkin edilen ticaret şirketini yasaya göre ihyasını sağlamak suretiyle tahsil edebilecektir.Ticaret şirketlerinin vergi hukuku açısından mükellefiyetinin sona erdirilmesi de, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre yapılması gereken işlemlere göre getirilen tasfiye ve iflasın sona erdiğinin tescil ve ilanına bağlıdır. Başka bir anlatımla, ticaret şirketinin işi bırakması ancak tüzel kişiliğinin ortadan kaldırılması ile mümkündür. Bu nedenle tüzel kişiliği sona erdirilmemiş bir ticaret şirketinin ticari işletmeyi kapattığından, dağıttığından (terk ettiğinden) söz edilemeyecektir. Nitekim Danıştay 4. Dairesinin 2004/602 -2021 sayılı kararında da tüzel kişiliği sona erdirilmemiş şirketin mükellefiyetinin sona erdirilemeyeceği belirtilmiştir.Öte yandan, İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesinin ikinci fıkrası, mal beyanının ticaret sicili gazetesinde ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabileceğini içermektedir. Buradaki tacirden maksat, gerçek kişi olan tacirlerdir. Yani, tüzel kişi tacirler (ticaret şirketleri) hakkında 44 üncü maddenin 2. fıkrasının uygulama kabiliyeti yoktur. Ticaret şirketleri, ticareti terk edince tasfiyeye gireceklerinden ve tasfiye sonunda şirketin ticaret sicilindeki kaydının silinmesinden sonra tüzel kişiliği son bulacağından, artık, ticaret şirketlerini sicilden silindikten sonra iflas yolu ile takip etmeye imkan yoktur. Esasen, ticaret şirketleri bakımından buna lüzum da yoktur. Zira, tasfiyede şirketin bütün malları tasfiye edilmiştir. (Prof. Dr. Baki KURU, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt XXVII, 1970, Sayı 1-2) Bu açıklama ile İİK’nun 44. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemenin, ticareti terk suçunun gerçek kişi tacirler için geçerli olduğunun, ticaret şirketleri yönünden geçerliliği bulunmadığının net olarak ifade edildiği anlaşılmaktadır.Her ne kadar İİK'nun 44. maddesinin gerekçesinde, ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terkederek ve ellerindeki mallarını başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğratmaları nedeniyle İİK'nun 337/a maddesindeki yaptırım düzenlendiği belirtilmekte ise de, ticaret şirketleri yönünden ticareti terk değil ortaklık ilişkisinin sona erdirilebileceğinden, buradaki borçlu ifadesiyle gerçek kişi tacirin kastedildiğinin kabulü zorunludur. Kaldı ki, Kanun’un 345. maddesi uyarınca sorumlu tutulması gereken ticaret şirketlerinin müdür/yetkilileri tarafından alacaklıları zarara uğratmaya yönelik eylemlerinin cezasız bırakılmadığı, nitekim Kanun’un 331, 333/a, 345/a maddelerinde gerekli yaptırımlar düzenlendiği gibi, unsurları bulunduğu takdirde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda müeyyideye bağlanan hileli iflas veya dolandırıcılık suçlarından da cezalandırılabilmeleri mümkün olduğundan, diğer bir deyişle ticaret şirketlerinin müdür/yetkililerinin alacaklıyı zarara uğratan bu tür davranışlarının yaptırımsız kaldığından söz edilemeyecektir.Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, İİK’nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan eylem, yalnızca ticareti terk keyfiyetinin ticaret sicili memurluğuna bildirilmemesi değil, bununla birlikte İİK’nun 44. maddesine uygun olarak bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerinin bulunduğu bir mal beyanında bulunulmamasıdır. Bu durumda, Türk Ticaret Kanunu’nun 136. maddesinde sayılan ticaret şirketlerinde ticaretin terki söz konusu olmayıp, ortaklık ilişkisinin sona erdirilmesi nedeniyle İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesi ile getirilen mal beyanında bulunma yükümlülüğünün, gerçek kişi tacirlere yönelik olduğu, yukarıda sayılan ticaret şirketlerini kapsamadığı, eş anlatımla ticaret şirketlerinin müdür veya yetkililerinin İcra ve İflas Kanunu’nun 337/a maddesinde yaptırıma bağlanan ticareti terk suçunu işlemeleri yasal olarak mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Hal böyle olunca sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,Kabule göre de; sanığın sabıka kaydı getirtilip dosya içerisine konulmadan cezalandırılmasına karar verilmesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.İstanbul Anadolu 11. İcra Ceza Mahkemesi ise 19.03.2012 gün ve 1201-162 sayı ile;"İcra ve İflas Kanununun 44. maddesinin 1. fıkrasında, 'Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicil memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır' hükmü ile ticareti terk eden tacirin yapması gereken yükümlülüğü belirlemiş, aynı Yasanın 337/a maddesinde ise 44. maddedeki yükümlülüğe aykırı davranmanın yaptırımı da, 'Ticareti terk edenlerin cezası' başlığı altında, '44 üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç yıldan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez' şeklinde düzenlenmiştir. '... Takibin hükmi şahıslara yönelik olması durumunda kimlerin ceza göreceği 2004 sayılı İİK'nun 345. maddesinde 'Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur' şeklinde düzenlenmiş ve maddenin gerekçesinde, 'Bu kanunda yazılı suçların hükmi şahıslar namına işlenmesi takdirinde cezai mesuliyetin kime terettüp edeceği maddede gösterilmektedir' denmektedir.6762 sayılı Ticaret Kanunu'nda tacir,1- Hakiki şahıslar ( 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 14-17. maddeleri )2- Hükmi şahıslar ( 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 18. maddesi )3- Donatma iştiraki ( 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 19. maddesi )olarak belirlenmiştir.6762 s. Ticaret Kanunu'nun 18. maddesinde 'Ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmi şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar' şeklinde düzenlenmiş, 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 136. maddesi 'Ticaret şirketleri; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinden ibarettir' şeklindeki düzenlemeyle hükmi şahıs tacirleri belirlemiştir. İİK'nun 337/a maddesinde, aynı Kanun'un 44. maddesine göre mal beyanında bulunmadan ticareti terk edip takip alacaklısının zarar görmesine sebebiyet veren borçlunun cezalandırılması öngörülmüş, takip borçlusunun 6762 s. Ticaret Kanunu'nun 136. maddesinde sayılan hükmi şahıs tacir olması durumunda cezai mesuliyetin kime yöneltileceği İİK'nun 345. maddesinde düzenlenmiştir. 538 sayılı Kanunun 22. maddesiyle değişik 2004 sayılı İİK'nun 44. maddesinin gerekçesi 'Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek kaçınılması imkansız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerinde malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir.Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır' şeklinde düzenleme içermekte olup, düzenlenme amacına bakıldığında Ticaret şirketleri için Ticaret Kanunu gereği infisah ve tasfiye usulü belirlenmesi, takip borçlusu oldukları ve İcra ve İflas Kanunundaki hükümlere tabi oldukları durumda İİK'nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacirler için öngörülen yükümlülükten kurtarmamalıdır. Aksini kabul halinde, infisah ve tasfiye işlemini yerine getirmeyen ve adresini terk etmek suretiyle takip alacaklısının zarara uğramasına sebebiyet veren kötü niyetli borçlu hükmi şahıs tacirlerle mücadele etmek -madde gerekçesindeki anlatımıyla imkânsız hale gelir.Takibi şikâyete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun oluşabilmesi için;1- İİY'nın 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması,2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,3- Aktifte yer alan malın veya yerine kaim olan değerin haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi,Gereklidir.Yasa maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle, diğer koşulların da gerçekleşmesi halinde suç oluşacaktır.İİY'nın 44. maddesine uygun olarak mal beyanında bulunulduğundan sözedebilmek için; borçlunun ticareti bıraktıktan sonra 15 gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi ve bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal bildiriminde bulunması zorunludur. Bunun yanında suçun oluşabilmesi için, borçlunun yukarıda gösterilen hareketlerinden dolayı alacaklının zarar görmesi de gerekmektedir. Ancak, İİY'nın 337/a maddesinin 2. fıkrasındaki; "Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez" hükmü uyarınca alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu borçluya aittir. Yine ticareti terk eden borçlunun, 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası anlamında tacir olması gerekmektedir. 6762 sayılı Türk Ticaret Yasası'nın 14. maddesinde; "Bir ticari işletmeyi, kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse" olarak gerçek kişi tacirin tanımı yapıldıktan sonra, 18. maddesinde; "Ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmü şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar", denilmiş, 136. maddesinde de ticaret şirketleri; kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri olarak sayılmıştır. Ticareti terk etme kavramı üzerinde de durulmasında yarar bulunmaktadır. Öğretide, "ticari işletmeyi kendi adına işletmekten vazgeçmek veya ticari işletmeyi kapatmak veya dağıtmak" olarak tanımlanan ticareti terk eyleminin, mevzuatta belirlenen hukuksal yönteme uygun olarak ticari faaliyetin sonlandırılması şeklinde ortaya çıkması olanaklı olduğu gibi, ticari işletmenin hukuksal olarak varlığını sürdürmekle birlikte fiili olarak varlığının sonlandırılması şeklinde de gerçekleşmesi olanaklıdır. Sanığın temsile yetkili olduğu şirketin limited şirket olması nedeniyle, Türk Ticaret Yasası'nda ticari şirket çeşitleri arasında sayılan bu şirkete ilişkin hükümlerin de incelenmesi gereklidir. Anılan Yasanın 503. maddesinde; "İki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahıs tarafından bir ticaret ünvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile mahdut ve esas sermayesi muayyen olan şirkete limited şirket denir" tanımlamasına yer verilmiş, 540. maddesinde ortakların hep birlikte müdür sıfatıyla şirketi idare ve temsile yetkili olabilecekleri gibi şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortaklardan bir veya birkaçının da müdür olarak belirlenebileceği, 541. maddesinde şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortak olmayan kişilerin de müdür olarak seçilebileceği hüküm altına alınmıştır. Limited şirketin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilgili olarak 'infisah' 549 ve 550. maddelerinde düzenlenmiş olup 'tasfiye' hususunda ise 552. maddesindeki yollama nedeniyle anonim şirketin tasfiyesine ilişkin kurallar limited şirketler hakkında da uygulanacaktır. İcra ve İflas Yasası'nda düzenlenen suçların tüzel kişilerin yaptığı işlemler sırasında işlenmesi halinde kimlerin sorumlu olacağı, Yasanın 'Hükmi Şahısların Muamelelerinde Kimlerin Ceza Göreceği" başlıklı 345. maddesinde; "Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur' şeklinde düzenleme altına alınmış olup limited şirket müdürlerinin de bu kapsamda olduğu açıktır.6762 sayılı TTY'nın 14. maddesinde belirtilen gerçek kişi tacirlerin yanında, 136. maddesinde sayılan ticari şirketlerin ve bu bağlamda bir ticari şirket türü olan limited şirketin, 18. maddesi uyarınca 'tacir' olduğunda kuşku bulunmamaktadır.İİY'nın 44. maddesinde 'ticareti terk eden tacir' ifadesi kullanılmış olup bu ifadenin yalnızca gerçek kişi tacirleri kapsadığına ilişkin herhangi bir kısıtlayıcı hüküm konulmamıştır. O halde tacir sayılan limited şirketlerin, temsil ve idareye yetkili müdürlerinin, şirketin ticareti terk etmeleri halinde İcra İflas Yasası'nın 44. maddesindeki yükümlülükleri yerine getirmeyeceklerine ilişkin bir istisna getirilmediğine göre, tıpkı gerçek kişi tacirler gibi aynı Yasanın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmalarına da bir engel bulunmamaktadır. Diğer yandan, İİY'nın 44. maddesinde yapılan değişikliğin 'ticareti terk eden kötü niyetli borçluların' bu davranışlarının önlenmesi amacıyla yapıldığı da gerekçede açıkça ifade edilmektedir.Ticari şirketi temsil ve idareden sorumlu müdür ve yetkililerinin bu suçu işleyemeyeceklerinin kabulü halinde, ticareti terk suçunu işleyen gerçek kişi tacirlerin İİY'nın 337/a maddesi uyarınca cezalandırılmaları gerekecek, ancak aynı fiili işleyen ve İİY'nın 345. maddesi uyarınca bu fiilden sorumlu tutulması gereken ticari şirket müdür ve yetkililerinin cezai sorumluluktan muaf tutulmaları anlamına gelecektir ki bunun yasal bir dayanağı bulunmamaktadır" gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.Bu hükmün de sanık müdafii tarafından kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunduğu gerekçesiyle eski hale getirme talebiyle birlikte temyiz edilmesi üzerine İstanbul Anadolu 11. İcra Ceza Mahkemesince 14.08.2013 gün ve 1021-162 sayı ile; şartları oluşmadığından eski hale getirme talebinin ve süresinde yapılmadığından temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.Eski hale getirme ve temyiz talebinin reddi kararına sanık müdafii tarafından itiraz edilmesi üzerine eski hale getirme talebi yönünden mercii İstanbul Anadolu 12. İcra Ceza Mahkemesince 22.08.2013 gün ve 2013/83 Değişik İş sayı ile itirazın reddine karar verilmiş, temyiz talebinin reddi yönünden ise Yargıtay C.Başsavcılığının 17.02.2014 gün ve 377897 sayılı “temyiz talebinin reddi kararının onanması” istekli tebliğnamesi ile 16. Hukuk Dairesine, 16. Hukuk Dairesince de Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.CEZA GENEL KURULU KARARIÖzel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ticaret şirket ortağı ve yetkili temsilcisi olan sanığın ticareti usulüne aykırı olarak terk etmek suçunun faili olup olamayacağının belirlenmesine ilişkin ise de;1-Direnme kararına karşı temyiz süresini geçiren sanık müdafiinin eski hale getirme talebinin yerel mahkeme ve itiraz merciince değerlendirmesinin isabetli olup olmadığı,2-Sanık müdafiinin yüzüne karşı tefhim olunan hükümde gösterilen kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunup bulunmadığı, buna bağlı olarak da eski hale getirme talebinin yerinde olup olmadığı ile sonucuna göre temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı,Hususlarının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.İncelenen dosya kapsamından;Yerel mahkemenin 19.03.2012 tarihli direnme kararının şikâyetçi vekilinin ve sanık müdafiinin yüzüne karşı verildiği, kararın kanun yolu bildiriminin; “…şikayetçi vekilinin ve sanık vekilinin yüzüne karşı tefhimden itibaren 7 günlük yasal sürede Yargıtay İlgili Ceza Dairesi Başkanlığına temyiz yolu açık olmak üzere …” şeklinde olduğu, sanık müdafiinin 13.08.2013 havale tarihli dilekçesiyle kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunduğu, başvuru şeklinin hiç gösterilmediği ayrıca kanun yoluna başvurulmadığı takdirde hükmün kesinleşeceğinin belirtilmediği gerekçesiyle eski hale getirme talebiyle birlikte temyiz talebinde bulunduğu, yerel mahkemece 14.08.2013 gün ve 1021-162 sayı ile şartları oluşmadığından eski hale getirme talebinin ve süresinde yapılmadığından temyiz talebinin reddine karar verildiği, bu karara sanık müdafii tarafından 19.08.2013 tarihli dilekçeyle itiraz edilmesi üzerine eski hale getirme talebi yönünden mercii İstanbul Anadolu 12. İcra Ceza Mahkemesince 22.08.2013 gün ve 2013/83 Değişik İş sayı ile itirazın reddine karar verildiği, temyiz talebinin reddi yönünden ise dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderildiği anlaşılmaktadır.Önsoruna ilişkin uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde;1-Direnme kararına karşı temyiz süresini geçiren sanık müdafiinin eski hale getirme talebinin yerel mahkeme ve itiraz merciince değerlendirmesinin isabetli olup olmadığı:5271 sayılı CMK’nun “Eski hâle getirme” başlıklı 40. maddesinin 1. fıkrasında; kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme talebinde bulunabileceği, 2. fıkrasında kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de kişinin kusursuz sayılacağı, “Eski hâle getirme dilekçesi” başlıklı 41. maddesinde; eski hâle getirme dilekçesinin, engelin kalkmasından itibaren yedi gün içinde, süreye uyulduğunda usule ilişkin işlemleri yapacak olan mahkemeye verileceği, dilekçe sahibinin, sürenin geçmesinde kusuru olmadığına ilişkin olguları, varsa belgelerini de ekleyerek açıklayacağı, dilekçe verildiği anda usule ilişkin yapılamayan işlemlerin de yerine getirileceği belirtilmiş, “Eski hâle getirme dilekçesi üzerine verilecek karar” başlıklı 42/1. maddesinde ise;“(1) Süresi içinde usul işlemi yapılsaydı, esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse, eski hâle getirme dilekçesi hakkında da o mahkeme karar verir” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.Bu düzenleme 1412 sayılı CMUK’nun “Eski hale getirme istidasının mercii ve bu husustaki kararlar” başlıklı 43/1. maddesindeki;“Mehli içinde usul muamelesi yapılmış olsaydı esasa hangi mahkeme hükmedecek idiyse eski hale getirme istidası hakkında dahi o mahkeme karar verir” biçimindeki düzenleme ile tamamen aynıdır.Ceza Genel Kurulunun 19.11.2013 gün 1382-459, 05.06.2012 gün 616-218, 13.12.2011 gün 237-259, 16.12.2008 gün 144-234, 23.09.1974 gün 227-408 ile 16.04.1973 gün 213-345 sayılı kararları başta olmak üzere pek çok yargısal kararda açıkça vurgulandığı üzere, temyiz süresinin geçirilmiş olması nedeniyle ileri sürülen eski hale getirme talepleri hakkında inceleme ve karar verme görevi Yargıtay’a aittir. 2797 sayılı Yargıtay Kanunun 15. maddesi uyarınca Yargıtay Dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek görevi Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na ait olduğundan direnme kararlarına karşı temyiz süresini geçirilenlerin vaki eski hale iade talepleri hakkında inceleme ve karar verme görevi de Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na ait bulunmaktadır.Bu açıklamalar ışığında birinci ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Yerel mahkeme direnme kararının tefhiminden sonra bir haftalık temyiz süresini geçiren sanık müdafiinin, kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunduğundan bahisle verdiği 13.08.2013 tarihli eski hale getirme talebi niteliğindeki dilekçesi hakkında karar verme görevinin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na ait olması nedeniyle, bu talebin ele alınarak yerel mahkemece verilen eski hale getirme ve temyiz talebinin reddi ve itiraz mercince verilen itirazın reddi kararlarının hukuksal değerden yoksun olduğunun kabulü gerekmektedir.Bu itibarla direnme kararına karşı temyiz süresini geçiren sanık müdafiinin eski hale iade talebiyle ilgili olarak verilen İstanbul Anadolu 11. İcra Ceza Mahkemesinin 14.08.2013 gün ve 1021-162 sayılı eski hale getirme ve temyiz talebinin reddi ve merci İstanbul Anadolu 12. İcra Ceza Mahkemesinin 22.08.2013 gün ve 2013/83 Değişik İş sayı itirazın reddi kararı hukuksal değerden yoksun olduğundan kaldırılmasına karar verilmelidir.2- Sanık müdafiinin yüzüne karşı tefhim olunan hükümde gösterilen kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunup bulunmadığı, buna bağlı olarak da eski hale getirme talebinin yerinde olup olmadığı ile sonucuna göre temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı hususlarına gelince:2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun direnme kararının verildiği 19.03.2012 tarihinde yürürlükte bulunan 6217 sayılı Kanunla değişik 353/2. maddesinde; "İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır" denilmektedir.1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. maddesinde, yüze karşı verilen kararlarda temyiz talebinin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık anılan Kanunun 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.5271 sayılı CMK’nun 264. maddesinde de kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda yasa yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merciince, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz talebi süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması şartıyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya talebinde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde C.Savcılığına ya da bir başka merciye talebinde bulunulması temyiz talebini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya talebinin yapıldığı mercii tarafından talep veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir.Bu açıklamalar ışığında ikinci ön soruna ilişkin yapılan değerlendirmede:Tarafların yüzüne karşı verilen ve kanun yolu bildiriminde başvuru şekline ilişkin bir açıklama bulunmayan hükmün sanık müdafii tarafından 13.08.2013 tarihinde kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunduğu, başvuru şeklinin hiç gösterilmediği ve kanun yoluna başvurulmadığı takdirde hükmün kesinleşeceğinin belirtilmediğinden bahisle eski hale getirme talebiyle birlikte temyiz edildiği anlaşılmaktadır.1412 sayılı CMUK'nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden temyiz talebinin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafiince 19.03.2012 tarihinde tefhim olunan direnme kararına karşı bir haftalık süreden sonra 13.08.2013 tarihinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar, sanık müdafii tarafından kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunduğu ve kanun yoluna başvurulmaması halinde hükmün kesinleşeceğinin belirtilmediğinden bahisle eski hale getirme talebinde bulunulmuş ise de, kanun yolu bildiriminde başvuru şekli dışında bir eksiklik bulunmadığından sadece başvuru şeklinin gösterilmemiş olması “kanun yolu süresinin” işlemeye başlamasını engellemeyecek, bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işleyecek ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilmeyecektir.Öte yandan mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan, sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafiin temyiz başvurusunun şeklini bilmemesi düşünülemeyeceğinden kanun yolu bildirimindeki başvuru şeklinin gösterilmemesi eksikliği müdafii açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır.Diğer taraftan kanun yoluna başvurulmaması halinde ilgili karar veya hükmün kesinleşeceği tabi olup kanun yolu bildiriminde kanun yoluna başvurulmadığı takdirde hükmün kesinleşeceğinin ihtar edilmesine gerek bulunmadığı gibi mevzuatımızda böyle bir ihtarat yapılmasını zorunlu kılan bir hüküm de bulunmamaktadır.Bu itibarla, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen kanun yolu bildiriminde eksiklik bulunduğu nedenine dayanan eski hale iade talebinin ve kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nun 42 ve 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.Sonuç olarak; sanık müdafiinin eski hale iade talebiyle ilgili olarak verilen İstanbul Anadolu 11. İcra Ceza Mahkemesinin 14.08.2013 gün ve 1021-162 sayılı eski hale getirme ve temyiz talebinin reddi ile merci İstanbul Anadolu 12. İcra Ceza Mahkemesinin 22.08.2013 gün ve 2013/83 Değişik İş sayı itirazın reddi kararı hukuksal değerden yoksun olduğundan kaldırılmasına, sanık müdafiinin yerinde görülmeyen eski hale iade talebinin ve kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nun 42 ve 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmelidir.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Sanık müdafiinin eski hale iade talebiyle ilgili olarak verilen İstanbul Anadolu 11. İcra Ceza Mahkemesinin 14.08.2013 gün ve 1021-162 sayılı eski hale getirme ve temyiz talebinin reddi ile merci İstanbul Anadolu 12. İcra Ceza Mahkemesinin 22.08.2013 gün ve 2013/83 Değişik İş sayı itirazın reddi kararı hukuksal değerden yoksun olduğundan KALDIRILMASINA,2- Sanık müdafiinin yerinde görülmeyen eski hale iade talebinin ve kanuni süreden sonra gerçekleşen temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nun 42 ve 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310 ve 317. maddeleri uyarınca REDDİNE,3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.